20 Ağustos 2023

Türk Dili, Türk Dil Kurumu ve Türkçe kaygımız: “Cim karnında bir nokta”

"TDK’nin değişikliklerinin asıl muhatabı sınav sektörüdür çünkü onca bilgi kaydının ve basılı kâğıdın -yaprak test, soru bankası, deneme testi, konu anlatımı- kontrol edilmesi gerekecek."

2023’ün sıcak yaz günlerinde Türk Dil Kurumu (TDK), ülke gündeminde ‘serap misali’ bir görünüp ardından kayboldu. Herkesin Türkçe konuştuğu, buna karşılık hiç kimsenin Türkçeyi konuşmaya gerek duymadığı bir zamanda TDK, bazı sözcüklerin yazımlarındaki değişiklikleriyle varlığını hatırlattı. İkinci turuyla tamamlanmış seçimler, seçim sonrasında tuzla buz olmuş masa muhalefeti, iki cümlemizden birinde geçen zam ve dolar çılgınlığı, neredeyse otomatiğe bağlanmış kadın ve sokak cinayetleri, rutinleşen küçük şiddetli depremler, çalışanların emeklerinin karşılığı ve geçim telaşı… Şimdi biz, “çiğ börek” değil de “çi börek” yazsak ne çıkar diyebilirsiniz. Ligin bitiminde puan sıralamasının sonlarındaki takımlar için “kümeden düşmek” ile “küme düşmek” ne fark edecek ki… Her yaz mevsiminde Toroslara çıkan “yürük”ler, 2023 yazında “yörük” bilinecekler. Türkiye için bu ve buna benzer konular, ‘cim karnında bir nokta’ değerindedir. Ancak kenara çekilip de her halkın dilinin o halkın varlık göstergesi olduğunu, bir halkın geçmişi ve geleceğiyle her nesi varsa kendi dilinde yaşattığını düşünürseniz görüşünüz değişebilir.

Anayasasında, “Dili Türkçedir” yazılı bu devletin kurumu TDK, bu ülkede iş yerine Türkçe ad verenleri ödüllendirerek Türkçeyi özendirme yöntemi seçmek durumunda kalmıştır. Müstemleke ülkesindeymişiz gibi bir uygulamada bu neden böyledir sorusunun cevabı, ‘cim karnında bir nokta’ deyiminde saklıdır ki bu muammayı çözebilene aşk olsun.

Türkçe konusunda bir şey demeye gerek duyduğumda ‘kör şeytan’ deyip vaz geçmek istiyorum söylemekten. Burada yayımlanan “İki ayrı ‘dil bayramı’ bir ‘dil sevgisi’ eder mi?” (26 Eylül 2021) yazımla nokta koymak istemiştim ya olmadı yine. TDK’nin, değişiklikleri duyurduğu günlerde genç bir akademisyen dostum TÜRK DİLİ dergisinin Mart 1973 tarihli “gezi özel sayısı”nı gönderdi bana. İlgilileri bilir ya derginin “gezi” dosyasında iyi yazılar var. Derginin ‘yorumlar-değerlendirmeler’ yazılarına bakınca eski TDK ile bugünkü yeni TDK ve onların Türkçelerine değinmek istedim. Benim Türkçem, edebiyatın sanat metinlerindedir.

Bizde pek çok kavram politize olduğundan değer kaybı kaçınılmaz oluyor. Bu, belki dünyanın başka toplumlarında da böyledir, bilemem. Dilin tartışılmaz gücü, ona bir tür etkin silah görevi kazandırıyor ve bu nedenle de dil, kültür bağlamından kopartılıp kolaylıkla politik arenaya çekiliyor. Andığım yazımdan birkaç cümle aktarayım: “Neden böyle? Çünkü her şeyimiz ‘ekonomik’ ve her şeyimiz ‘politik’ de ondan. Sanırsınız ki Platon’un “Şölen” diyalogunda sözünü ettiği cinsiyetsiz/kimliksiz, “androgynos” iken ortadan bölününce ‘insan’ olan kadın ve erkek olmadık da politik, ekonomik ve biraz da bürokratik ‘idiot’ oldu her birimiz. Dil, kültür, sanat, edebiyat, şiir, müzik, sinema, festival, tiyatro, kitap, dergi vb. sözcüklerden birini yanlışlıkla kullanacak olsak sanırsınız eşek arısı sokacak dilimizi, öyle korkuyoruz.” Kültür, özellikle de dil alanındaki bu politikleşmenin öncesi de var ya hiç olmazsa kuşağımın tanıklığındaki yetmişli yıllar ve sonrasından kolaj tekniğiyle söz edeyim.

Hatırlayınız ki öğretmenlerimizin bazıları “yazılı” bazıları da “sınav” yapardı. Adı ne olursa olsun öğretmenlerimizin kâğıdında “sorular” olurdu ancak bazılarımız “cevap” verirken bazılarımız da “yanıt” verirdi öğretmenine. Dil kazasına kurban gittiğini anlayan öğrenci, sonrasında “yanıt” ya da “cevap” seçimiyle yola gelmiş olurdu. Öğretmenlerin anahtar sözleri vardı: kelime-sözcük, hayat-yaşam, mesela-örnek, mesele-sorun vb., tıpkı “sipahi” ve “barış” markalı sigaralar gibi. Hemen her iktidar değişikliğinde ders kitapları değiştirilirdi ancak bütün derslerin kitapları değişmezdi. Değiştirilen ders kitaplarının ilki ‘edebiyat’ idi, ikinci sırada ‘tarih’ vardı. Örneğin, Mehmet Kaplan’ın liseler için hazırladığı ‘edebiyat ders kitabı’ yalnızca bir yıl okutulduktan sonra yok edilmişti, unutmadık.

Edebiyatın ilgilileri bilirler, ‘Divan Şiiri’ halktan uzaklığı ve dilinin anlaşılmazlığıyla hedef tahtasındadır ancak aynı kişiler, “İkinci Yeni” şairlerini halktan uzak olmaları ve imge yüklü dilleri nedeniyle suçlamazlar. Modern ölçülerdeki edebiyatın kurucuları olan Servet-i Fünun sanatçıları, Fransızca sözcükleri kullandıkları gerekçesiyle Ahmet Mithat ve onun bugünkü devamcıları sayılacaklar tarafından acımasızca eleştirilmişlerdir. Aynı eleştiriciler, XVI. yüzyılda “Nazm-i nâzük Türk lâfzile iken düşvâr olur” (güzel şiir, Türkçe söylenince güçsüz, zayıf olur) diyen Fuzûli’ye ses çıkarmamışlardır nedense. Bu, şiir bilgisiz eleştiriler gerçekçi olsaydı Aydınlı Visâli ile başlayan Türk-i Basit (Basit Türkçe) hareketinin, “halkın kendi zevk ve ruhuna yakın eserlere karşı ilgi ve özlem” anlayışı sonraki dönemlerde Edirneli Nazmî ve Tatavlalı Mahremî ile “Türkçe lehine değiştirebilecek” bir güce sahip olabilirdi. Mehmet Emin Yurdakul’un Türkçe Şiirler kitabı bugün için antika eşyadır. Agop Dilaçar (Hagop Martayan), Atatürk’ün talimatıyla I. ve II. Dil Kurultayı’nda bildiri sunmuş ve uzun yıllar da TDK’de başuzman olarak çalışmıştır. Bu ülkenin her seviyedeki dil yetersizliklerini, ‘cim karnında bir nokta’ gerçeğini göz ardı ederek TDK’nin Ermeni asıllı Agop’una fatura etmek, muhafazakâr bir savunma biçimine dönüşmüştür. Bu savunmada, Nihat Sami Banarlı’nın Türkçe’nin Sırları kitabının payı önemlidir. Anayasada, ‘millî marş’ olarak geçen “İstiklal Marşı” da Arnavut asıllı Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı bir metindir. Rejimin on beşinci yılı için -biraz da Falih Rıfkı Atay’ın girişimiyle- dinî vurgusu öne çıkan ve rejimin laiklik politikasına uygun düşmeyen “İstiklal Marşı” yerine yeni bir ‘marş’ oluşturulmaya çalışılır. Necip Fazıl Kısakürek, bu etkinlik için yazdığı “Tanrının alnından öptüğü millet” dizesiyle açılan “Türk Milli Marşı” şiirini, sonraki yıllarda değiştire değiştire “Büyük Doğu Marşı” yapmıştır. (Bu alternatif “marş” konusunda ayrıntılı bilgi edinmek isleyenler Mehmet Can Doğan’ın Güzel Sayfa (Çolpan Kitap, 2020) kitabına bakabilirler.) Kültür/dil eleştirisinde Ermeni Agop ile Arnavut Akif ayrıştırmasıyla benzerleri politik kaygılıdır.

Yeniden TDK’lere ve onların Türkçelerine döneyim. TDK, 2023’ün yazında bitişik ve ayrı yazılması gereken bazı sözcükleri yeniden belirlemek yanında başka şeyler de yaptı. Sözü pek edilmedi ya asıl önemli olanı belirteyim. TDK; ‘müsait’, ‘kirli’, ‘esnaf’ ve ‘serbest’ sözcüklerinin kadınlara yönelik cinsiyetçi anlamlarını da Sözlük’ten çıkardı. Kamu âlemin “ünvan” bildiği sözcüğü TDK, “unvan” olarak değiştirmişken şimdi yeniden sözcüğün “ünvan” biçimiyle yazılmasını istiyor. Sınav merkezlerinde “unvan” sözcüğünü kavratmak için hayli uğraşmış öğretmenler, önceki doğrularını nasıl yıkacaklar, merek ediyorum.

Türkçe Sözlük’ün 2023’te yapılan 12. baskısına “Türkiyeli” sözcüğünü ekleyen TDK, sosyal medyadan gelen tepkiler üzerine sözcüğü sözlüğünden çıkarmış. Kimileri sözcüğü ‘üniter devlet yapısına aykırı’ bulmuş, kimileri de siyasal iktidarın ‘Türk’ sözcüğü yerine böyle bir seçimi olduğunu söylüyormuş. Bu medyatik eleştiriler olmasaydı ya da eleştirilerin şiddeti az olsaydı sözcük yerinde kalacaktı anlaşılan. Ben, sosyal medyada yokum lakin usta kullanıcılardan eleştirilerin şiddet ölçüsünü öğrenmek isterdim. Hadi burası anlaşılabilir de “Türkiyeli” sözcüğünü sözlüğünden çıkaran TDK’nin şu açıklaması anlaşılır gibi değil: “Güncel Türkçe Sözlük Bilim ve Uygulama Kolu üyeleri ve uzmanları tarafından 2019 yılında güncelleme çalışmalarına başlanan Türkçe Sözlük mevcut hâliyle 2023 yılında kullanıma sunulmuştur. Hazırlık, güncelleme ve yayımlanma sürecinde mevcut yönetimin yer almadığı sözlükle ilgili basında ve sosyal medyada çıkan eleştiri ve öneriler dikkate alınmış ve gerekli incelemeler başlatılmıştır. Konuyla ilgili gelişmeler hakkında en kısa zamanda Kurumumuz tarafından gerekli açıklamalar yapılacaktır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.” Ömer Seyfettin’in “Forsa” öyküsündeki koca ihtiyar gibi uykuda mıyım yoksa uyanık mıyım öğreneyim diye taşı alıp alnıma vurasım geldi. TDK’deki “mevcut yönetim” acaba sosyal medya eleştirilerinden sonra mı göreve başladı diye merek etmemek için duygularımızın iğdiş edilmiş olması gerekiyor. Burada yayımlanan, “Günah Keçisi: Mitolojide, sanatta ve toplumsal yaşamda 'arınma' sembolü” (22 Ağustos 2022) yazımın bir cümlesini ekleyeyim: “Bürokrasiye dikkat ediniz, ‘başarı’ varsa bunu duyurmak, birinci kişinin yetkisindedir oysa yenilgi ya da olumsuzluk olduğunda her kademe, bir altındakine yıkmaya çalışır bu hezimeti.”

Cumhuriyet rejimin dil politikasında ‘öz Türkçe’ yanlısı Nurullah Ataç, etkili bir isimdir. TDK’nin önerdiği sözcükler onun da önerileridir. Yazılarına bakıldığına TDK ile onun tutmamış sözcükleri yanında vaktiyle karşı çıkılmış pek çok sözcüğünün bugün yaygınlıkla kullanıldığını görebiliriz. Burada, ‘günaydın-tünaydın’ tipik örneklerdir. Özleştirme Kılavuzu  (TDK, 1978) bu yönüyle incelenmelidir. “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” (1932) adıyla kurulan TDK, ortam gereği hummalı bir dil çalışmasına girişmiştir. Bu çalışmalarından biri de yabancı sözcüklere “öz Türkçe” karşılıklar bulmak, bu sözcükleri ‘devlet eliyle’ yaygınlaştırmak ve bu sözcüklere yönelik eleştirileri karşılamaktır. Başkaları da var ya TDK adına Ömer Asım Aksoy’un, zamanın “Tercüman” gazetesinin “Yaşayan Türkçemiz” yazarı Faruk Kadri Timurtaş ile Türkçe tartışmaları dikkate değerdir.

TDK’nin Mart 1973 tarihli dergisinde, “Batı Kaynaklı Sözcüklere Karşılıklar” çalışmasına iki yıllık düzenli yayımdan sonra yeniden dönülmüş. Sadettin Buluç, Tahir Nejat Gencan ve Berke Vardar’dan oluşan komisyon; “makine” sözcüğüne “işletke”, “teleferik” için “uzaşar”, “telefon” için “uzseslek”, “teleskop” için “uzgözlek”, televizyon için de “uzgörüm” karşılıklarını bulmuş. Derginin Temmuz 1975 tarihli sayısında Cemal Mıhçıoğlu ile Tahsin Saraç; “deterjan” sözcüğüne “kirsöken”, “dizayn” sözcüğüne, “tasarçizim”, “liste” sözcüğüne “dizelge”, “sosyometri” sözcüğüne de “uyumölçüm” karşılıklarını bulmuş. Liste (dizelge) uzatılabilir ya Ziya Paşa’nın “Seyr etdi hava üzre denir taht-ı Süleyman/ Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde” deyişine benzer biçimde, komisyon sözcüklerinin yerinde yeller esiyor şimdi. Uygurlardan bu yana Türk dili üzerinde yabancı dillerin etkisi devam ediyor. Nedense hiçbir ülke, dilindeki Türkçe sözcüklere karşılık bulma kaygısı taşımıyor. Türkçenin Arapça’dan geri olmadığını göstermek ve Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla Divânü lugāti’t-Türk kitabının madde başlıklarını Türkçe, açıklamalarını ise Arapça yazan Kaşgarlı Mahmud, bugünlerde Karadeniz’in kıyı şehirlerindeki Arapça istilasını görseydi kahrından ölürdü herhalde. Muhakemetü’l Lügateyn yazarı Ali Şir Nevaî, yaz günlerinde Van şehrine gidip Farsça kuşatmasına tanık olsa onca emeğinin heba oluşuna kahrolurdu. Unutmayalım, Türkiye Cumhuriyeti de Eurovision birinciliğini “Everyway That I Can” şarkısıyla almıştı. İmparatorluktaki “Etrak-i bî-idrak” sözüyle tam olarak ne denilmek istenmiştir bilemem ancak ‘felsefesiz büyük olmak’ bizim için derin bir yaradır. (Bu, “Etrak-i bî-idrak” sözünü, ilk kez “Başına tac aldı çıkdı ol pelid/ İtdi bî-idrak Etrak’i mürid.” beytinde Tacü’t-Tevârih yazarı, ‘saray tarihçisi’ Hoca Sadettin Efendi’nin kullandığı söylenir.)

Eski TDK’nin dergilerini karıştırırken yeni bir şey öğrendim ki burada yazmalıyım. 24.IX.1964 tarihli Bakanlık genelgesiyle okullarda “Arı dili yayma kolu” kurulması kararı çıkmışken 20.I.1969 tarihli bir madde eklentisiyle adı geçen ‘kol’ çalışması, “Güzel konuşma ve yazma kolu” olarak değiştirilmiştir. Bilenler bilir ya yazayım, okullardaki ‘eğitsel kol’ etkinliği, epey bir zamandır  ‘kulüp’ adıyla yürütülmektedir.

Yaşadığım şehirde vaktiyle yabancılara yönelik bir cinayetin can sıkıcı boyutta konuşulduğu günlerde şehrin merkezindeki bir sokağın makinelerle kazıldığını görmüştük. Akşama dek süren çalışma sonunda kazılan toprak yerine doldurulmuştu. Yetkililerden bilgi alabilecek durumumuz yok ya kendi aramızda bunun bir tür ‘gündem değiştirme’ olduğunu düşünmüştük. Eylemdeki asıl amaç başka da olsa gündem saptırma işine yaramıştı doğrusu. Sıcak yaz günlerinde toplumsal yaşamın gerçeğinde karşılık bulmadığı açık olan “akçaarmut, yeşil zeytin, yakantop, hasır altı, yeşil soğan” vb. öneriler de kazılan sokağı hatırlattı bana. TDK’nin değişikliklerinin asıl muhatabı sınav sektörüdür çünkü onca bilgi kaydının ve basılı kâğıdın -yaprak test, soru bankası, deneme testi, konu anlatımı- kontrol edilmesi gerekecek.

‘Konfüçyüs haklıdır, bu ülkede öncelikle dilden başlamak gerekiyor’ diyeceğim lakin absürtlüğüm, yani saçmalığım, Albert Camus’yü kıskandırır tedirginliğiyle dilim varmıyor. Bu yazıyı yazarken “Senin derdin dert midir benim derdin yanında” sitemiyle başlayan “Beterin Beteri Var” şarkısını Esengül yorumuyla yeniden dinledim. Yazımı okuyanlar, ‘kültür’ ekseninde toplanacak bütün değerlerin ‘cim karnında bir nokta’ sayıldığı bu karın doyurma ülkemizde, andığım şarkıyı; Zeki Müren, Handan Kara, Gönül Akkor, İbrahim Tatlıses, Ebru Gündeş, Sevim Çağlayan ve Şükran Ay yorumlarıyla da dinleyebilirler.

Hasan Öztürk kimdir?

Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı'da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978).

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, 'kitap' eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile 'Edebiyat Ufku' , 'K24' ve 'Gazete Duvar' adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı.

Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı 'kitap kültürü' dergisini yönetti ve dergide yazdı.

Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile 'T24 Haftalık' ve 'Aksi Sanat' sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır.

Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Kültürün iktidarı: Doğu/İslâm coğrafyasında "iktidar" ya da "muktedir" olmak

Kültürün İktidarı & Siyasal Teoloji ve Kültürel Egemenlik kitabını Doğu/İslâm dünyasına kültür tarihi gezisi saymıştım. Öylesine geniş tarihî coğrafyada onca devletin, kişinin ve kitabın adı geçen bir gezi…

Elvan Kaya Aksarı ile "Saatçi İbrahim Efendi Tarihi" romanı hakkında: Saatlere değil, zamana memur edilmiş bir çelebi...

"Türkiye'nin aradığı kişi Saatçi İbrahim Efendi demek, bir mehdilik iddiası gibi algılanabilir. Türkiye bir kişiden ziyade bir ruhu arıyor. İbrahim Efendilere de tercih ve yaşama hakkının tanındığı bir hürriyet ortamı. Zekeriya sofrası yahut çilingir sofrası olsun adı. Kendin pişirip kendin yediğin sürece bunun kıymeti yok. Sofraya insanı meze yapan değil, insanı kazandıran bir toplum…"

Ahmet Hamdi Tanpınar'ı altmış iki yıl sonra hatırlamak…

"Tanpınar'ın romancılığını, onun zengin dünyasından seçeceğim birkaç sözcük ile anlatacak olsaydım -bu olmaz ya- Tanpınar için kültürün, hüznün, zamanın ve insanın romancısı derdim herhalde"