29 Ekim 2023

'On Yılın Romanı' kitabında yüz yıllık Cumhuriyet rejimi

'Onuncu Yıl Kutlamaları' etkinliği için yaz(dır)ılmış üç romandan biri olup sonraki yıllarda bir daha basılmamış ve böylece unutuluşa terk edilmiş On Yılın Romanı, rejimin 'reddimiras' yoluyla 'ulus' inşasında önemsediği "makbul vatandaş" projesine hizmet amaçlı; Atatürk, Meclis, Cumhuriyet övgülü, yüz yetmiş sayfalık edebi yönü olmayan, propaganda broşürüdür

On Yılın Romanı, edebiyatımızın 'popüler aşk romancısı' Ethem İzzet Benice'nin (1903-1967) yedinci romanıdır. Henüz yirmili yaşına gelmeden ilk romanı (Çıldıran Kadın; tefrika 1919, kitap basımı 1921) yayımlanan Benice, edebiyat yaşamıyla politik faaliyetlerine aynı yıllarda başlamış, 1930'lardan sonraki halk söyleyişine uyarak 'Ethem' olan adını 'Etem' biçimiyle kullanmaya başlamıştır. Etem İzzet'in, 1933'te "Maarif Vekâleti" adına "devlet matbaası"nda basılan On Yılın Romanı kitabı, "Cumhuriyet'in Onuncu Yıl Kutlamaları" için yazılan üç romandan biridir. O yıllarda hiç olmazsa altmış yıllık roman deneyimi olan bir toplumda, bu kitabın 'roman' olarak 'bakanlık adına' basılmasına onay verenlerin, 'edebiyat suçu' işlemekle ifadelerinin alınmasını gerektirecek ölçüde niteliksiz On Yılın Romanı, yüzüncü yılına gelmiş rejimin bugünkü varlığıyla ilgilenenlerin bilmesi gereken bir metindir.

1933, Türkiye'nin 'cumhuriyet' tarihinde önemli bir yıldır. Rejiminin kuruluşunun ardından siyasi otorite gücünü topluma onaylatmış ve "on yılda on beş milyon genç" yaratılarak 'homojen bir ulus' oluşturma çabasında önemli bir aşamaya gelinmiştir. 1933, yapılıp edilenlerin halk kitleleriyle paylaşılacağı -halka duyurulacağı- görkemli bir 'kutlama yılı' olacaktır. Bu amaçla, 11 Haziran 1933'te "Cumhuriyet İlanının Onuncu Yıl Dönümü Kutlama Kanunu" çıkarılmış ve bu kanun gereği kutlamalar için özel bütçe ayırılmıştır.

Gazetelerin çok sayfalı çıkacağı bu kutlama için yapılacak pek çok etkinlik arasında 'edebiyat' özel bir yerdedir. İnkılapların destanlarının yazdırılarak halka ulaştırılacağı bu süreçte öncelikli iş, yazarlardan rejimin yeniliklerini halkın anlayacağı heyecanlı bir dille anlatacak metinler yazmalarını istemektir. Rejimin bu isteğine olumlu karşılık verenlerin şiir, tiyatro ve romanlarıyla edebiyat dışı kitaplar da çok sayıda bastırılarak halka ulaştırılmıştır. 'Onuncu Yıl Kutlamaları' etkinliği için yaz(dır)ılmış üç romandan biri olup sonraki yıllarda bir daha basılmamış ve böylece unutuluşa terk edilmiş On Yılın Romanı, rejimin 'reddimiras' yoluyla 'ulus' inşasında önemsediği "makbul vatandaş" projesine hizmet amaçlı; Atatürk, Meclis, Cumhuriyet övgülü, yüz yetmiş sayfalık edebi yönü olmayan, propaganda broşürüdür.

Edebiyatta iddiası olmadığını ancak döneminde "meşhur olma"nın roman yazarlığından geçtiğini görüp erken yaşta roman yazmaya başlamış Benice, yirmi yaşında tanık olduğu cumhuriyet rejiminin fırkası içinde aktif görevler üstlenerek politik yaşama girmiştir. Kars (1942-1944) ve Siirt (1946-1950) milletvekilliği yapmış Benice, 1950 seçiminde Siirt milletvekili seçilememiştir. Yenilgi sonrasında partideki çekişmelerle istifa aşamasına gelmiş Benice'nin, eşi öldüğünde yakın dostu İsmet İnönü'nün ilgisizliğine karşılık Adnan Menderes'in kendisini araması, partisiyle ipleri koparmasında etkilidir. CHP'ye "midemizle ve menfaatlerimizle bağlanmamıştık" diyen Benice, ucu bugünlere uzanan sert gerekçesiyle 1952'de CHP'den istifa eder. "Bu hayal sükûtu nerden geliyor? CHP'nin umumi politika tutumundan, muhalefet tâbiyesinden ve çalışma metodlarından; memleketimizin ve demokrasimizin hayatında bir dönüm merhalesi sayılmak gereken 1954 genel seçimi karşındaki taktiğinden ve umumî efkâr karşısındaki durumundan muhakkak ki CHP muhalefet sınıfına geçtiği günden bu güne kadar bütün ikazlarımıza rağmen meclis içi ve meclis dışı faaliyetlerini müsbet ve verimli bir faaliyet organı olarak tertipleyememiştir. Günün içinde de takip ettiği metod ve vasıtaları, zihniyet ve tutum ve bilhassa aday seçimi tarzı CHP'nin seçim şansını zayıflatır bir haldedir ve realitenin emirleri dışındadır."

On Yılın Romanı kitabını yazmış, Atatürk ve rejimine tutkuyla bağlı Benice'nin CHP'den istifası şaşırtıcı gelebilir ancak o, bu kopuşta yalnız değildir. Adı, rejim ve onun partisiyle bilinen Yakup Kadri de "Atatürk ilkelerinden, birçok noktalarda ödünler vererek uzaklaşmış bulunma"sı gerekçesiyle CHP'den istifa edermiştir. Soyadını Atatürk'ün verdiği, hizmetiyle 'marş' içinde yer almış Mehmet Nuri Demirağ (1886-1957), 1945'te muhalif Millî Kalkınma Partisi'ni kurmuş, 1954'te ise DP'den Sivas milletvekili seçilmiştir.

Cumhuriyet rejiminin inkılaplarını edebiyat aracılığıyla geniş halk kitlelerine yaymayı gazete yazılarıyla üstlenmiş yazarın On Yılın Romanı kitabı, üç yıl öncesindeki Aşk Güneşi'ni yazmış Benice'nin, rejim savunusundaki edebi çabasının yeni olmadığını gösteriyor.

1912 ile 1933 yılları arasındaki dönemi konu edinen On Yılın Romanı için dört bölümlük komedi denilse bu kez de 'komedi' türü haksızlığa uğramış olur ya neyse. Birinci Bölümde, Anadolu'nun 1912 ile1918 arasındaki sefil durumu anlatılır. İkinci Bölüm, Cumhuriyet'in yolunu açacak 1919 ile açılıp 1923 ile sonlanır ki 'kurtuluş' ve 'kuruluş' aşamalarını ayrıntılarıyla görebiliriz. Asıl mesajın verildiği "Romanın Kendisi" başlıklı Üçüncü Bölümde, sefil Anadolu halkına Cumhuriyet rejiminin verdikleri vardır. "Romanın Sonu" başlıklı Dördüncü Bölümde Etem İzzet'in masal diyarına giderek "Bingöl'ün göğe eren doruklarında" hep bir ağızdan, "Yaşasın Cümhuriyet" diyen köylüleri görürüz.

Etem İzzet'in, destanları anımsatan bir üslupla açtığı romanında çoban ile kız sevişirken Dede Korkut Hikâyelerindeki Tepegöz düşer belleğimize. "Türke yüksek yakışır!" ilkesiyle Bingöl, Anadolu coğrafyasının merkezi seçilir. "Bingöl'ün eteklerinde" bulunan "Özbeöz Türk köyü" İki Pınar, olayların mekânıdır. Yıl 1912, olayların kahramanları kız Torun "beş yaşında" iken oğlan Erhan da "altıyı geçmemiş" yaştadır ve "köyün en sevilen iki çocuğu" onlardır. Bu iki çocuğa, köydeki "tek okur yazar, okuduğunu anlar adam" muhtar Demir Çavuş da eklenince adı yok 'kötüler' ile çarpışacak 'iyiler' kadrosu tamamlanır.

Erhan ile Turhan, köyün "biricik" camisinin avlusunda oynarken kendisi gelmeden "küfrü avluya gelen" İmam, "-Hay donguz dölleri. Yine mi buradasınız? Savulun bakayım. Allahın evinde bu yapılır mı?" diyerek kovalar çocukları. Sonra, "Ortada bir zaptiye... Yumruk altında bir adam." görünür. Zaptiye, ağanın öküzünü kendi tarlasından çıkarmış adamı "-Donguz oğlu sana böylesi yaraşır" diyerek kasaturayla öldüresiye döver. Sonra Tahsildar, kapı kapı dolaşıp köylülerden güçlerinin üstünde para ister. Yanındaki Zaptiyeyle Tosun Ağa'nın kapısını çalmadan geçen Tahsildar, Turnagilin Fadiğin "bir odalı evi önünde" durup kadından çok fazla para ister, parayı veremeyince "eşyası, davarı sığırları" alınsa da kadın, "Padişahımız çok yaşasın" der. Sonra iki zaptiye ile Hatun Bacının kapısına gelen Mültezim "âşara geldik" der, yoksa "Ne bulursak alacağız" diye de tehdit eder. Mevsim kış ortası, padişahın borcu ödenememiş ya Torun, "bu kış ekmek yerine hep böyle patates mi yiyeceğiz" der annesine. Anne, kızın 'padişah' sorusunu cevaplar: "Peygamberimiz efendimiz hazretlerinin yeryüzündeki vekili, bütün Müslümanların başı." olan "veli", "nebi", "sahibi keramet", "kuş misali", "âlemi gaybi bilir", "her şeyi görür", "nurdan tahtında oturur" kişi olan padişahı anlatır. İmam, sekizinci karısını almış Musa'nın yakınan karısına, "Bir erkeğin karısını besliyecek geliri olduktan sonra on tane, on iki tane ayali olmuş ne çıkar?" der ve kadını gönderirken de "Bizi de gönülden çıkarma hatun." der arkasından. Tekkedeki bir zikir gününde Şeyhe sokulan bir kadın, onun "kirli, çıplak, nasırlı" ayağını öper ve sonra komşu kadın için yardım ister. Sıkıntılı kadın için "halvet ister" çaresini bulan Şeyh, "kalsın halvet olalım" ister. Gecenin bir yarısı dört nala gelen Zaptiye, İstanbul Paşası gelecek diye herkesi yatağından kaldırır. Gece biter günün geç zamanında gelen Paşa, Şeyhe "Halkın maneviyatını yüksek tutmalı, allah, padişah korkusunu çoğaltmalı." derken okul isteyen muhtarı, "Köyde mektep olmaz. Buna aklın ermiyor mu? Bir daha böyle dangalaklık yapma." diye paylar. "1912 yılında Osmanlı İmparatorluğunun köyü hep budur."

1916 yılında "eli tüfek tutan" bütün erkekler askerde olduğundan köy bomboştur. Köyün çocukları farklı cephelerde ölürken şeyh, imam, ağa, tahsildar, zaptiye, mültezim ve şeriat, "yedi bela" olarak köyün başındadır. 1917'deki tifüs salgınında Hanım Bacı ölünce Torun kız kimsesiz kalır. 1918, "mütareke" nedeniyle bozgun yılıdır, müttefikleri yenilen Osmanlı da yenilmiş, toprak kaybetmiştir. Demir Çavuş, mutsuzluğa kapılan köy halkını "Korkmayın. Türk milleti büyük millettir. Ona bir şey olmaz!" sözleriyle teskin eder.

Mustafa Kemal ile silah arkadaşlarının adının öne çıktığı İkinci Bölüm, 1919 yılının Anadolu hazırlıklarıyla açılır ve 1923 tekerlemesiyle biter: "Tarih yazmıyoruz… diyelim. Tarihte bütün bunlar her biri beşer cilt, beşer milyon satırdır. Biz sadece romanı aydınlatıyoruz. Kahramanlarımızı tanıtıyoruz. Onları aydına çıkarıyoruz. Kahramanlarımız romanımızdır. Romanımız kahramanlarımızdır. Kahramanlarımız tarihin içindedir. Tarih kahramanlarımızın ülküsündedir." 23 Nisan 1920'ye kadarki kısım, Emin Oktay'ın lise tarih kitaplarından intihal gibidir. Aralarda italik dizilen bölümün, "-Türk milleti yeryüzünün en üstün milletidir. Kurtulmak, kurtulmuş yaşamak için onda, onun temiz ve asil bünyesinde her türlü cevher vardır." nakaratı, Emin Oktay kitabının kapağında çemberimsi yazılan "Bir Türk Dünyaya Bedeldir" sözünün açılımıdır. Mustafa Kemal ile Kazım Karabekir arasındaki çekişmeyle dönemin Milli Mücadele aleyhindeki yazarların adları da dikkat çekicidir.

İki Pınar köyündeki üç iyi kişi; Demir Çavuş, Erhan ve Turhan, bir aylık kağnı yolculuğundan sonra Ankara'ya gelebilirler. Geceyi kağnıda geçirir, sabahleyin Meclis kapsında Mustafa Kemal Paşa işe görüşürler. Görüşme anında "Torunun gözlerinden zekâ fışkırıyor" ve "Erhanın bakışlarında yanan bir alev" varken Paşa, "Bu iki çocuğa dikkat edin." talimatı verir. Bu konuşma sırasında çocuk Erhan, "Biz zulüm istemiyoruz. Biz mektepsizlik istemiyoruz. Biz tekke istemiyoruz. Biz şeyh istemiyoruz." der Paşa'ya. Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle Turhan ile Erhan mektebe kaydedilir ve iki çocuk 1921'de "az zamanda çok iş" ilkesiyle "sınıflarını ikişer ikişer geçiyor"dur. Demir Çavuş da cephede, "siperden sipere koşuyordu"r. Nihayet, "1922 bir zafer seli gibi 1923 e aktı"ğı günlerle bölüm biter.

Etem İzzet, "Romanın Kendisi" üçüncü bölümü on yıl arayla 1933 ile açar, burada rejimin on yıllık bilançosunu çıkaracaktır. On yılın bir özelliği de Erhan ile Turhan'ın üniversiteyi bitirip yurt dışına gidip döndükten sonra göreve başlamalarıdır. Erhan, Ankara'da 'hukuk' bitirip Londra'da 'doktora yaptıktan sonra Hariciyede göreve başlamış, Gazi Enstitüsü mezunu Torun da Paris dönüşünde Anadolu'da eğitim müfettişidir. On yıllık bilanço için kurgu hazırdır. Amerika'nın "en büyük şarkiyat âlimlerinden Pr. Dr. Vilyam Hamilton" ülkemizle ilgili çalışmalar yapmak ve sonunda "Mustafa Kemal Türkiyesi" adlı bir kitap yazmak için Türkiye'ye gelecektir bu nedenle "büyük değişiklikleri iyiden iyiye anlatabilecek İngilizceyi de iyi konuşan kemalist" Erhan, bu yabancı hocaya kılavuzluk edecektir. Beklendiği gibi "inkılabın çocuğu" Erhan, profesörü gaflet uykusundan uyandırır, Türkiye hakkındaki yanlış kanaatlerini düzeltir. Profesör, Arap harflerinin kaldırılmış olduğundan ve bizde "harem", "tekke" kalmadığından haberdar olmadığı gibi Şapka, Medrese, Aşar, Kanunu Medeni, Adliye, Dil, İdare, İmar, Köy ve Üniversite inkılaplarından da haberdar değildir. Türkiye'deki okulları, müzeleri, bankaları, camileri, üniversiteyi, adliyeyi, Halkevini ve başka mekânları dolaşıp rejimin yenilikleriyle başı dönünce sonunda Mustafa Kemal ile de görüşen profesör, "Yaşasın MUSTAFA KEMAL TÜRKİYESİ" diyerek Türkiye'den ayrılır. Ayrılmadan önce getirdiği kılavuz kitabı denize atmayı da ihmal etmez.

On Yılın Romanı, adını üçüncü bölümünden almıştır denilse yeridir çünkü rejimin yenilikleriyle kalkınma hamleleri ve bunların sonucunda sefil Anadolu köylüsüne verilenler çetele tutarcasına sıralanır. Dönemin dış politika konularını takip ettiği anlaşılan Benice, Mustafa Kemal'i başka liderlerle karşılaştırırken yaptıklarını öne çıkarır. Milletvekillerinin, gazetecilerin ve yabacı diplomatlarla akşam yemeğine katılan profesör, Falih Fıfkı'ya "Lenin, Mussolini, Hitler, Mustafa Kemal harp sonu dünyasının dört büyük başıdır. Hangisine daha üstün diyebilirsiniz? diye sorunca cevabı Erhan verir: "Mustafa Kemal hepsinden üstündür." Erhan, romanın yazarı adına devam eder: "Yeni Türkiyeyi yaratan odur. On beş asırda yapılabilecek inkılapları on yılın içine sığdıran odur." Amerikalı profesöre, "Kimsenin aklından sultanı getirmek, şapkayı çıkarıp fes giymek, Türk harfin bırakıp Arap harfile yazmak, tekke açmak geçmez." garantisini veren Erhan, rejimin tartışılacak yönetim biçimini anlatır: "Milliyetperver, lâyık, devletçi, cumhuriyet prensiplerine uymayan geri, liberal, Kemalist tutum dışında ve uzağında kalan demokrasi şekilleri ancak bizim için irtica sayılabilir. Komünizm bize ne kadar aykırı ise tabanca tabancaya, boğaz boğaza, fırka kavgaları içinde bunalan; parlementarizm, vicdan, matbuat, münakaşa, rey hürriyeti maskeleri altında saklanan partizan Cumhuriyetçilikler de o kadar düşman ve geridir."

Cumhuriyetin onuncu yılını kutlama hazırlıklarının müjdesiyle kapanan bu bölümde Erhan'ın, çocukluk arkadaşı ve şimdilerde inkılap yoldaşı Turhan'ı sevdiğini de öğreniriz.

Etem İzzet, son bölümde başladığı yere, Bingöl'ün İki Pınar köyüne götürür okuru. Demir Çavuş ve Turhan ile kadınlar, erkekler, çocuklar hep birden ayaklanmış Erhan'ı bekliyorlardır. Köye gelecek olan köylüye hakaret yağdırmış İstanbul Paşası değil, "Gazinin çocuğu" Erhan Paşa'dır. Erhan'ı karşılayan köylüler hep bir ağızdan "Yaşasın Cümhuriyet!" diye bağırır, Erhan da yurt gezilerine çıkan Atatürk'ü andırır biçimde çocuklarla konuşur, onları dinler: "Hiç sıkıntımız yok. Yiyoruz. İçiyoruz. Çalışıyoruz. Sağız. Diriyiz." Erhan köye bakınca gördüğü, yirmi yıl önceki köy değildir: "Yol var. Mektep var. Para var. Uyanıklık var. Sağlık var. Düzen var. Çalışma var. Her yanda değişiklik var. Her şeyde değişiklik var."

Hariciyeci Erhan ile müfettiş Turhan, çocukluklarının geçtiği İki Pınar köyünde Demir Çavuş'un kılavuzluğunda evlenirler. Turhan, köy köy dolaşarak kadınları, "Çocuk bakımı. Aile kurumu. Karı kocalık. Sıhhi bilgiler. Kadının çalışması. Türk inkılâbında kadın. Kadının okuması. Ev kadını. İş kadını. Sokak kadını. Kadın ahlâkı. Türk kadınlığının seciyesi" konularında aydınlatır. Dolaştığı köylerin her birinde konferans veren Erhan da Fırka programını, Kemalist rejimi, Cumhuriyeti anlayış tarzımızı, İnkılabı ve on yılda neler yaptığımızı anlatır köylülere. Her bir köyde 'Yaşasın Cumhuriyet' nidaları yükselse de "inkılabımız" bitmemiştir: "Hız içindeyiz. Kaybettiğimiz bütün asırları geri alacağız."

Kitabı böylesine ayrıntılı anlatmayı isteyerek yaptım çünkü ikinci kez basılmamış kitabı okumak isteyenlerin işi pek de kolay değildir. Bakanlık adına yayımlanışına bakılırsa yazarının görüşü yerine rejimin kurucu kadrolarının görüşlerini yansıtan On Yılın Romanı, on yıllık rejimi temsil edemeyecek, felsefesiz bir kitaptır, öncelikle bunu söylemeliyim. Belirteyim, kitabın Atatürk miti vurgusu, 'yoksa rejim mi öyle idi' sorusunu unutturmaz.

Aşk romanlarının usta yazarı Etem İzzet'in, böylesine acemi kadın-erkek ilişkisi (aşk) anlatması, bu tür 'ileti' romanlarının özelliğidir. Etem İzzet, inkılabın dava çocuklarına duygusallık yakıştıramamış ya da bu aşksızlık/kadınsızlıkta Yeşil Gece (Reşat Nuri)'den etkilenmiş olabilir. Dönemin romanlarındaki karakter yokluğu dolayısıyla iyiler ve kötüler ayırımı ile din adamlarını aşağılama, geçmişi kötüleme de Yeşil Gece'nin mirası olmalıdır.

Bugünlerin Erhanlarıyla Turhanları da doksan yıl öncesinin 'tek adam' ve 'tek parti' anlayışını onaylayıp muhalif görüşlüleri "düşman ve geri" olarak mı görüyorlar acaba? Erhan ve Turhanlar, konu iyi anlaşılamadı diyerek İki Pınar'ın doksan yıl önceki halk derslerine devam ederler mi dersiniz. 1933'te yayımlanan kitabın, "Milliyetperver, lâyık, devletçi, cumhuriyet prensiplerine uymayan geri, liberal, Kemalist tutum dışında ve uzağında kalan demokrasi şekilleri ancak bizim için irtica sayılabilir." cümlesi, muhtemelen 1930'daki 'Serbest Fırka' eleştirisidir. 1946'da kurulan DP'nin 1950'de yirmi yedi yıllık iktidarı devralmasına tanık olan Etem İzzet, acaba Menderes'in kendisini partiye katılma çağrısını utancından mı reddetmiştir?

Amerikalı cahil profesörü Türkiye'ye getirerek ona inkılapların gücünü onaylatan Etem İzzet, yıllar sonraki yurt dışı seyahatlerinden sonra vaktiyle yazdıklarına gülmüş olmalıdır. İlginçtir ki Tanpınar'ın Amerika'dan getirttiği profesör, "saatleri ayarlama enstitüsü"nü -yoksa cumhuriyet rejimini mi- işlevsizliği gerekçesiyle kapatır.

Yüzüncü yılda, 'kaybedilen bütün asırları geri alma' hayaliyle 'yüz yılın kayıpları' gerçeği, yaygın söyleyişle masaya yatırılıp sorgulanacaktır herhalde. Etem İzzet, 'kanonik edebiyat' ya da 'inkılap edebiyatı' kategorisindeki ve biraz da 'köycülük edebiyatı' kapsamında okunacak bu kitabı için devletten telif ücreti aldı mı, aldıysa ne kadar aldı bilemem. Lakin, Louis Althusser (1918-1990) Türkçe biliyor ve bizi okuyor olsaydı İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları kitabının sonundaki "Kültürel DİA (edebiyat, güzel sanatlar, spor vb.)" bölümüne On Yılın Romanı kitabını eklemeyi ihmal etmezdi gibi geliyor bana.

Hasan Öztürk kimdir?

Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı'da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978).

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, 'kitap' eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile 'Edebiyat Ufku' , 'K24' ve 'Gazete Duvar' adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı.

Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı 'kitap kültürü' dergisini yönetti ve dergide yazdı.

Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile 'T24 Haftalık' ve 'Aksi Sanat' sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır.

Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Kültürün iktidarı: Doğu/İslâm coğrafyasında "iktidar" ya da "muktedir" olmak

Kültürün İktidarı & Siyasal Teoloji ve Kültürel Egemenlik kitabını Doğu/İslâm dünyasına kültür tarihi gezisi saymıştım. Öylesine geniş tarihî coğrafyada onca devletin, kişinin ve kitabın adı geçen bir gezi…

Elvan Kaya Aksarı ile "Saatçi İbrahim Efendi Tarihi" romanı hakkında: Saatlere değil, zamana memur edilmiş bir çelebi...

"Türkiye'nin aradığı kişi Saatçi İbrahim Efendi demek, bir mehdilik iddiası gibi algılanabilir. Türkiye bir kişiden ziyade bir ruhu arıyor. İbrahim Efendilere de tercih ve yaşama hakkının tanındığı bir hürriyet ortamı. Zekeriya sofrası yahut çilingir sofrası olsun adı. Kendin pişirip kendin yediğin sürece bunun kıymeti yok. Sofraya insanı meze yapan değil, insanı kazandıran bir toplum…"

Ahmet Hamdi Tanpınar'ı altmış iki yıl sonra hatırlamak…

"Tanpınar'ın romancılığını, onun zengin dünyasından seçeceğim birkaç sözcük ile anlatacak olsaydım -bu olmaz ya- Tanpınar için kültürün, hüznün, zamanın ve insanın romancısı derdim herhalde"