12 Kasım 2023

80 yıl sonra Sadri Ertem: "İnkılap Edebiyatı" ekibinin "derine in(e)memiş" yazarı

Köprülü'nün, "Türk İnkılabı, edebiyat ve sanat sahasında böyle bir hareket bekliyor ve ancak böyle bir hareket, inkılabı itmam edecektir." çağrısına uyanların seslendirdiği "İnkılap Edebiyatı" korosu, Atatürk'ün ölümüyle dağılmış, sanatçılarının adları ise hemen sonraki yıllarda anılmaz olmuştur

Sadri Ertem (1898-12 Kasım 1943), adı "toplumcu gerçekçi" edebiyatçılar arasında anılan öykü ve roman yazarı, daha çok gazeteciliğiyle bilinen bir edebiyatçıdır. Henüz yirmili yaşlarına varmadan edebiyat dergilerinde adı geçmeye başlayan Ertem, ardından rejimin kuruluş aşamasında "Yeni Gün" ve "Hâkimiyet-i Milliye" gazetelerinde yöneticilik yapmış, Cumhuriyet'in ilanından sonra "Son Telgraf" gazetesinin başyazarlığı yaparken (1924-25) muhalifliği gerekçesiyle "takrir-i sükûn kanunu" gereğince Şark İstiklal mahkemesince yargılanmışsa da aklanmıştır. Onun birkaç aylığına tutuklu kaldığı da yazılmaktadır. Mahkeme sonrasında söz yerindeyse "hizaya gelmiş" Ertem, kalemiyle rejimin emrine girerek yazı yaşamını sürdürürken öğretmenlikler yapmış, ders kitapları hazırlamış, yöneticilik yapmış, iki dönem Kütahya milletvekili seçilmiş, milletvekiliyken de kalp krizinden ölmüştür.

Beş öykü kitabıyla dört de romanı yayımlanmış Ertem, edebiyat çevrelerinden geçer not alamamıştır. Vedat Günyol, "sanat kaygısının yokluğu" (Dile Gelseler, 1966) nedeniyle onu anılan topluluk yazarlarından ayırır. Tahir Alangu'ya göre onun öyküleri, "gerçekten alınmış, gerçeğin bütünü içinden gözlem yolu ile çıkarılmış meselelere değil; yazar tarafından doğru olarak kabul edilmiş, bilim kitaplarından çıkarılmış birtakım doğruları ispatlamak için kurulmuş planlarla, gerçeğe yönelen eserler" (Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman, 1968) sayılmalıdır. Hocam Olcay Önertoy (1934-2019), "toplumsal gerçekçilikte yüzeyde kalan gözlemlerle yetinmiş, derine inmemiş" (Cumhuriyet Dönemi Türk Roman ve Öyküsü, 1984) dediği Ertem'in, romanlarına "kuruluş bakımından zayıftırlar" derken Cevdet Kudret de "topluma hizmet kaygısının yanı sıra sanata özen gösterme kaygısı taşımadığı, bulduğu her konuyu yazıvermekle yetindiği için, söz konusu hikâyelerin bir döneme tanıklık eden belge niteliğinden öte bir değer taşıdığı öne sürülemez." (Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman III, 1990) yargısıyla öykülerini eleştirir. Amacım Ertem'in sanatçılığı değil, listeyi uzatmayayım.

Alangu'nun, "Bugün için eserlerinin çoğunun artık bir değeri kalmamıştır, denilebilir." dediği bir yazarı benim bugünlerde yazmam garip karşılanabilir, olsun. "Sadri Ertem'in Öykülerinde Sanat ve Edebiyat" (Üç Duraklı Yolculuk, 2021) başlıklı yazımı yazarken onun beş kitaplık öykü külliyatını okudum. Çıkrıklar Durunca romanını da okumuştum vaktiyle. Diğer üç romanı (Bir Varmış Bir Yokmuş, Düşkünler, Yol Arkadaşları) edinip okuyamadım nedense. Kurmaca metinlerinden okuduklarımla Ertem hakkındaki alıntıladığım görüşleri ben de paylaştım diyebilirim; başkaları da okusa netice değişmez.

Ölümünden sonra yayımlanmış "kurmaca biçiminde seyahat kitabı" Yol Arkadaşları (1945) kenarda tutulursa roman ve öykülerini sekiz yıllık bir zaman aralığında (1930-1938) yazmış Ertem'in bir de kurmaca dışı yazıları var ki bu yazımla onlara değinmek istiyorum. Türk İnkılabının Karakterleri adlı "Maarif Vekâleti" yayını ve 1933'te basılmış önemli bir kitapçığı var Ertem'in. Kitabı, sanal ortama aktarılan ilk baskısından okudum ancak yakın zamanlarda kitabın yeni baskıları da yapılmış, umarım bu aşamada dili bozulmamıştır. İlk kez 1938'de yayımlanan Fikir ve Sanat (2012), gazete ve dergi yazılarından oluşmuş bir kitap görüntüsünde ancak yazılarının tarihi belirtilmemiş. Değişik seçkilerde, Ertem'in zamanın gazeteleriyle dergilerinde yayımlanmış bazı yazılarını okumuşluğum da varken bu günlerde -doktora biçimini PDF dosyasıyla okuduğum- İnkılap Edebiyatı (Şerif Eskin /Ağustos 2023) adlı bir kitap edindim ki kitapta Ertem'i yazımın başlığında geçen ekibin içinde buldum.

Ertem, 1936'daki bir görüşmeye verdiği, "Ferdiyetin kalesine çekilen ve halktan ayrı yaşayan bir sanatı anlamıyorum." (Gençlerle Baş Başa: Edebiyatımızda Eski-Yeni Tartışması, 2016; ed. Deniz Depe) cümlesiyle sanat anlayışını özetlemiştir: o, estetik kaygıyı dışlamış, edebiyatta toplumsal yararı öncelemiştir. Öncesi ve sonrasındaki başka pek çok yazısında da bu görüşünü ısrarla savunmuştur. Fikir ve Sanat kitabı, edebiyat odaklı genel yazıları yanında Ertem'in, bireyin dünyası yerine sanatta sosyal faydayı öncelediği yazılarının kitabıdır denilebilir. Kitabın, "Sanat ve Sosyal Mesele" ile "Muharrir=Ruh Mühendisi" başlıklı yazıları bu yönüyle dikkat çekicidir. Edebiyat-ı Cedide, "sun'i aristokrasinin edebiyatını yap[mış]" iken "Ahmet Mithat Efendi, bizdeki roman sahasında yaptığınız izah edeme[miştir]" ("Bizde Roman Tipleri"). Ona göre "Sanatkâr her şeyden önce kendini anlatmak, kendini dinletmek, kendisi etrafında bir efkâr-ı umumiye vücuda getirmek misyonu ile hareket eden hakikattir, bir mahlûktur." ve "Herkes için malum olan bir şeyi öylece söylemeyerek onu ipham perdesi altında saklamak, adeta okuyucuya bilmece hallettirmeye çalışmak, sanat hesabına hokkabazlık yapmaktan başka bir şey olamaz." ("Vuzuha ve İphama Dair")

Sadri Ertem'in de eklendiği "İnkılap Edebiyatı" sözü, "cumhuriyet dönemi edebiyatı" olmadığı gibi "Atatürk devri edebiyatı" da değildir ancak her ikisinin içinde yeri olan bir edebiyattır. Şerif Eskin'in belirlemesiyle "1920'lerin ikinci yarısından itibaren tezahür etmeye başlayan İnkılap Edebiyatı", kuruluşunu tamamlayarak kendisini topluma onaylatmış Cumhuriyet rejiminin "ulus devlet" inşasındaki "yeni insan" için ideolojik aygıt saydığı güdümlü bir edebiyattır. (İlgilileri bilir ya millî/milliyetçi devlet varken "ulus devlet" ayırımının ayırdına düşenler, Benedict Anderson'un Hayali Cemaatler kitabına bakabilirler. Kavramın bizdeki edebiyat ilişkisinde, Eskin'in andığım kitabıyla Kadir Dede'nin Edebiyatın Ulusu Ulusun Edebiyatı kitabına bakmalıdırlar.)

Öykü ve roman yazarı Ertem, adını verdiğim "Muharrir=Ruh Mühendisi" başlıklı yazısının iki paragrafıyla adını Fuat Köprülü'nün koyduğu "İnkılap Edebiyatı" sürecine eklenişini açık seçik anlatır: "Yeni insan yeni bir takım kıymet hükümlerinin mecmuu olacaktır. Eskiden güzel denen şeye yeni adamın estetiği mutlaka güzel demeyecektir. Hak düşüncesi başka türlü olacaktır. Ahlakı anlayış yeni prensiplere dayanacaktır… Hulasa yeni adamın bu köhne dünyaya bakan yepyeni bir görüş tarzı olacaktır." (…) "Ruhlarımız şekilsiz, kültürümüz yeni ile skinin hududu üstünde mahşer manzarası gösteriyorsa bunun sebebi ruhların malzemesini işleyecek mühendislerin henüz mevcut bulunmamasıdır." Çokça sözü edilip eleştirilen "toplum mühendisliği" için benzeri az bulunur örnektir bu alıntı.

Türk İnkılabının Karakterleri, rejimin onuncu yılında yayımlanmış, aynı yıl için yazdırılan pek çok kitaptan biri. O günlerin atmosferinde kitap önemlidir elbette ancak sonraları, belki yüz yıl sonrasında, "geçmişin yergisi" ve "yeninin övgüsü" olarak okunacak bir propaganda broşürüdür. Ne var ki Ertem'in bilindik "edebiyatçı" çizgisini aşan bir duruşu olduğunun kanıtıdır kitap. Yeni devletin, "maddede ve ruhta tasfiye yapmadan" gelişemeyeceğini söyleyen Ertem, bundan böyle "Türk Milleti" sözünün geçmiş zamanlardaki gibi "bir hülyanın ifadesi" ya da "bir şiirin kafiyesi" olmayacağını söyleyerek "mahalli vatanperverlik" kavramını öne çıkarır. Cumhuriyet öncesindeki yenilikleri ve anayasaları yetersiz ve güdümlü bulan Ertem, Cumhuriyet rejimine hayli katkı sağlamış Ziya Gökalp'i de "Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak" felsefesi nedeniyle "üç başlı nazariyesinin milli devlete munis gelmeyeceğine şüphe yoktur" sözüyle rejimden saf dışı eder. Radikal bir modernleşme projesi olarak Cumhuriyet'in özellikle 1930'lardan sonra yoğunlaştırdığı "İnkılap Edebiyatı" çabasına yakından bakıldığında Gökalp'in kenara çekilişinin ciddiyeti anlaşılabilir. Ertem, andığım kitabında Tanzimat sonrasının yeni edebiyatını "mücerret bir edebiyat" olarak eleştirirken Cumhuriyet öncesindeki yazarlarda "canlı hayattan alınmış bir mesele" olmadığını söyler. Türk İnkılabının Karakterleri ile aynı yılda yayımlanan Bir Varmış Bir Yokmuş romanın okuyamadım. Alangu'nun, "roman sırasında saymak bile doğru değil" dediği kitapla ilgili görüşleri, romanı okumayı da pek gerektirmiyor: "Rusya ve büyük Avrupa devletlerinin saldırışları arasında bir muvazene kurarak, istikrazlarla geçinen koca bir imparatorluk gövdesinin içinden çürüyüşü, devlet mekanizmasının en üst kademelerinden başlayarak ricalin kukla haline gelişleri, siyasî ve iktisadî davaların 1924 de Lozan'da çözülünceye kadar ne kılıklara girdikleri, Cumhuriyetin kuruluş yıllarının propaganda eserleri üslûbu ile anlatılmaktadır."

Muzaffer Reşit, "On Yılda Güzel Sanatlarımız" (Varlık, 29 Teşrin-i evvel 1933) yazısında, iki kitabı Cumhuriyet'in onuncu yılında devlet matbaasında basılmış Sadri Ertem'i umut vadeden gençler arasına ekler: "On yılın memlekete kazandırdığı yeni edebiyatçıların sayısı kabarık olduğu kadar, bunlar gerek teknik ve gerekse olgunluk itibariyle kuvvetli ve gürbüz bir nesil teşkil etmektedir. Bu nesilden yalnız şimdi hatırımıza gelenleri sayalım! Cevdet Kudret, Yaşar Nabi, Nahit Sırrı, Behiç Enver, Vedat Nedim, Etem İzzet, Kenan Hulusi, Behçet Kemal, Sabri Esat, Vasıf Mahir, Ömer Bedrettin, Ziya Osman, Fikret Adil, Sadri Ertem, Reşat Enis, İlhami Bekir, Ahmet Muhip, Feridun Fazıl."

Muzaffer Reşit'in, yolun yarısındaki Ertem'i, "Cumhuriyet'in yetiştirdiği bu ateşli ve gürbüz nesil, şimdi ağabeylerinin elinden aldıkları sanat bayrağını birinci getirmek için yarışmaktadırlar." cümlesiyle övdüğü gruba eklemesinde, onun sayıları bir elin parmaklarına ulaşmış kurmaca metinleriyle kitaplaşmadan önce "Hayat" (1927) dergisinde yayımlanmış Türk İnkılabının Karakterleri kitabının payı yadsınamaz. Övgüde buna ek olarak "Varlık" dergisindeki adına övgü yazısından bir ay önceki Sadri Ertem imzalı "İnkılapçı Sanat, Geri Sanat" (1 Eylül 1933) başlıklı yazının payını da göz ardı etmemek gerekir. Anılan yazısına, "İnkılapçı sanat!... Biliyorum bu söze 'Yine sanatı propaganda vasıtası yapmak istiyorlar' diye cevap verenler bulunacaktır." açıklamasıyla başlayan Ertem, "Bizim için sanat, havada dolaşan, havada yaşayan bir mahlûk değildir. Onun rüşeymlerini hayatta ve Türk inkılabının seyrinde aramak lazımdır." sözleriyle sanattaki 'inkılapçı' tercihini açıklar. Yazısında Meşrutiyet ve edebiyatını, dolayısıyla da Refik Halit'i "geçmiş" ve "İstanbul" ile bağlarını kesememiş olmakla paylayan Ertem, "Muhteva itibariyle inkılapçı edebiyat, cemiyetin ileri temayüllerini ifade eden eserler olacaktır." cümlesiyle rejimin emrindeki edebiyatı tanımlar.

Ertem, Ankara Halkevi'ndeki bir toplantıdan çıkan "Edebiyatın kültür savaşında asker sınıfına geçmesi" (Vakit, 11 Nisan 1933) kararını açıklarken edebiyat konusunda bireysel davranılamayacağını söyler. "Edebi Hareketlerin Genişlemesi İçin" (Varlık, 15 Şubat 1935) yazısında edebiyatın sanat yönünü yok sayarak toplum yararını önceler: "Sanat adamı kolektif davanın mihrakı oldukça onun sözleri bir davanın bayrağı gibi başlarda dolaşır."

Bizdeki cumhuriyet rejiminin, ulus devlet inşasında projelerini topluma duyurma ve onaylatmada edebiyatı ideolojik aygıt görmesinde garipsenecek bir durum olmamalı. Bu, dünyanın başka rejimleri için de böyledir, hiç olmazsa Gorki'nin evindeki edebiyat toplantısını anımsayalım. Fuat Köprülü'nün 1926'daki "İnkılap Edebiyatı" yazısı uyarınca "inkılap" ile "edebiyat" sanatının "hem-ahenk" olmasıyla şekillenecek "İnkılap Edebiyatı" kadrosu için Atatürk'ün dönemin önde gelen şairi Mehmet Emin Yurdakul'a 1930'larda emir telakki edilecek uyarısı dikkate alınırsa dönemin yazarlarının kalemleriyle gönüllü oldukları açıkça görülür. Bu bir ülkü uğruna olacağı gibi maişet/istikbal için de olabilir.

Varlığını adayanların edebiyattaki akıbeti, ortamı dalgalandıran rüzgâr kesilince ne olacaktır, asıl soru/n budur. Köprülü'nün, "Türk İnkılabı, edebiyat ve sanat sahasında böyle bir hareket bekliyor ve ancak böyle bir hareket, inkılabı itmam edecektir." çağrısına uyanların seslendirdiği "İnkılap Edebiyatı" korosu, Atatürk'ün ölümüyle dağılmış, sanatçılarının adları ise hemen sonraki yıllarda anılmaz olmuştur. Edebiyatta, "ne söylediğinizden çok nasıl söylediğiniz" itibar görüyor ise önemli olan toplum mühendisliği değil, estetik kaygıdır.

Bugünlerde adı unutulan, yazdıkları okunmayan yalnızca Sadri Ertem değil elbette. Rejimin vaizi Behçet Kemal Çağlar, yazarlar sözlüğünde bir isim, o kadar. "Ben bir Türk'üm, dinim cinsim uludur" diyen Mehmet Emin de unutulanlardan. "Biz kimleriz?... Biz 'Altay'dan gelen erleriz" diye haykıran, rejimin onuncu yılı için "Bir Hikâye" amentüsü yazan Enis Behiç Koryürek'i kimseler hatırlamıyor bile. Şair Ahmet Kutsi Tecer, "Orda bir köy var uzakta" dediği için değil, "Geceleyin bir ses böler uykumu" dizesiyle açılan "Nerdesin" şiiriyle okunuyor bugünlerde. Onuncu yıldaki üç romandan birinin yazarı Ethem İzzet Benice de başka pek çokları gibi unutulup gidenlerden… Tanzimatçı Ziya Paşa'nın sözüyle "Seyr etdi hava üzre denir taht-ı Süleyman/ Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde"

Hasan Öztürk kimdir?

Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı'da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978).

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, 'kitap' eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile 'Edebiyat Ufku' , 'K24' ve 'Gazete Duvar' adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı.

Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı 'kitap kültürü' dergisini yönetti ve dergide yazdı.

Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile 'T24 Haftalık' ve 'Aksi Sanat' sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır.

Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Kültürün iktidarı: Doğu/İslâm coğrafyasında "iktidar" ya da "muktedir" olmak

Kültürün İktidarı & Siyasal Teoloji ve Kültürel Egemenlik kitabını Doğu/İslâm dünyasına kültür tarihi gezisi saymıştım. Öylesine geniş tarihî coğrafyada onca devletin, kişinin ve kitabın adı geçen bir gezi…

Elvan Kaya Aksarı ile "Saatçi İbrahim Efendi Tarihi" romanı hakkında: Saatlere değil, zamana memur edilmiş bir çelebi...

"Türkiye'nin aradığı kişi Saatçi İbrahim Efendi demek, bir mehdilik iddiası gibi algılanabilir. Türkiye bir kişiden ziyade bir ruhu arıyor. İbrahim Efendilere de tercih ve yaşama hakkının tanındığı bir hürriyet ortamı. Zekeriya sofrası yahut çilingir sofrası olsun adı. Kendin pişirip kendin yediğin sürece bunun kıymeti yok. Sofraya insanı meze yapan değil, insanı kazandıran bir toplum…"

Ahmet Hamdi Tanpınar'ı altmış iki yıl sonra hatırlamak…

"Tanpınar'ın romancılığını, onun zengin dünyasından seçeceğim birkaç sözcük ile anlatacak olsaydım -bu olmaz ya- Tanpınar için kültürün, hüznün, zamanın ve insanın romancısı derdim herhalde"