23 Temmuz 2023

115. yılında II. Meşrutiyet: Politik hareketin edebiyata yansıması ve İsmail Habib Sevük

Türkiye'nin siyasal yaşamındaki yeriyle dikkat çekmiş İttihat ve Terakki Cemiyeti, edebiyat metinlerine, özellikle de roman türündeki yansımalarıyla 'siyasi roman' türünün başat konusudur

Osmanlı İmparatorluğu'nda 1908'deki Jön Türk devrimini ve anayasal düzenin yeniden ilân edilmesini kutlayan bir Yunan taş baskısı. Melek "hürriyet, müsavat, uhuvvet" yazılı olduğu bir kumaşı tutar.

İki 'meşrutiyet' vardır bizde: 23 Aralık 1876 tarihli I. Meşrutiyet ve 23 Temmuz 1908 tarihli II. Meşrutiyet. Kanûn-ı Esâsî'nin 23 Aralık 1876'da ilân edilişiyle başlayan I. Meşrutiyet, Meclis-i Mebûsan'ın savaş gerekçesiyle geçici bir süre için tatil edildiği 13 Şubat 1878 tarihine kadarki zamandır. 23 Temmuz 1908'deki II. Meşrutiyet dönemiyse 11 Nisan 1920'de padişahın Meclis-i Mebûsan'ı feshetmesiyle sonlanmıştır. Her iki 'meşrutiyet' döneminin de başlangıçları nesnel bilgiyle belirlenebilirken uygulama ve sonlanışları aynı sabitlikte değildir. 23 Aralık 1876'da "ferd-i vâhidin veya efrâd-ı kalîlenin tahakküm-i müstebiddânesi" ile doğabilecek sorunların çözülebilmesi için ilan edilen I. Meşrutiyet, ayetlerin güçlüğünü hadislerin kolaylaştırıcı esnekliğiyle gideren 'fetva' ile yürürlüğe girebilmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 23 Temmuz 1908'de Makedonya bölgesinin Manastır şehrinde 21 pare top atışıyla duyurduğu II. Meşrutiyet, padişaha dayatılan fermanın 24 Temmuz günü gazetelerde yayımlanmasıyla kamuya mâl edilmiştir. Veliaht Abdülhamit ile görüşerek ondan 'meşrutî idareye geçileceği' sözünü alan Kanûn-ı Esâsî komisyonu başkanı Mithat Paşa, sonrasında Taif sürgünündeyken padişah II. Abdülhamit tarafından cezaevinde boğdurularak öldürülmüştür. (6/7 Mayıs 1884). İşleyişi Avrupalı devletlerin gözetimindeyken Osmanlının, "umumi müfettişlik" ile yönettiği Makedonya (Selanik, Manastır, Kosova) bölgesine Cemiyet'in palazlanmasını önlemek için gönderdiği güvenilir adamı Hüseyin Hilmi Paşa, kendisini "ömrü daha pek az devam edecek olan bu idare-i müstebide ve zâlimeye bir alet-i şerr ü menfaat olmamanızı ve tarihin hançer-i tenkidinden korkmanızı Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti hâlisâne beyan eyler" uyarısıyla tehdit eden Cemiyet'e üye olmasa da yakın durduğu Cemiyet'ten 'birlikte çalışma' teklifi bile almıştır.

İmparatorluktan Cumhuriyet rejimine geçişte ve yeni rejimin sonraki uzun yıllarında önemini koruyan II. Meşrutiyet, dolasıyla da İttihat ve Terakki, yüzüncü yılına gelmiş Türkiye'nin toplumsal tarihine damgasını vurmuştur. Tanzimat dönemi ile Cumhuriyet rejimi arasında bir tür geçiş olan II. Meşrutiyet, askeri ve politik bir hareket olmak yanında fikir tartışmalarının da önem kazandığı, düşüncelerin bir ölçüde sistemleştiği dönemdir. Edebiyat açısından da ayrı bir öneme sahip bu dönemde övgü ile yerginin yakın bir zaman aralığında yan yana oluşları bu dönemdeki kadar belirgin olmamıştır denilebilir.

24 Temmuz günü, 'meşrutiyet' rejiminin yeniden duyurulduğu İstanbul şehrinde, şaşkınlık ve sarhoşluk bir arada yaşanır. Öncesinde; söz, yazı, eylem, seyahat benzeri hakları elinden alınmış olanlar, çoklukla da edebiyatçılar, içinde tıkılıp kaldıkları dönemi eleştirirken umutlarını gelecek yeni rejime bağlamışlardır. Ne yazık ki Meşrutiyet'in ilanından bir süre sonra yönetimi ele geçiren İttihatçılar, beklentileri gerçekleştirmemiş, tam aksine umutları söndürmüştür. Bir ölçüde halkın ama özellikle de aydınların çağrılarına karşılık gelmiş gibi görünen II. Meşrutiyet, devrime hazırlıksız önderlerinin basiretsizliği nedeniyle karanlık ufukları aydınlatamamış, hevesleri kursaklarda bırakmıştır. Komitacılık geleneğinden gelmiş İttihat ve Terakki, önceki dönemde yakınılanları, bu kez kendisi uygulamaya başlamıştır. Haksız kazanç ve rüşvet, adam kayırma, politikayı ekonomik kazanç aracına dönüştürme, muhalifleri susturma ve yıldırma, söz sahibi tek güç olmak için şiddete başvurma, yönetimde niteliği bir yana itip 'ahbap çavuş ilişkisi' yöntemini benimseme vb. olumsuzlukların yarattığı hayal kırıklığı, önceki övgüyü kısa bir sürede yergiye dönüştürmüştür.    

Meşrutiyet sonrasının andığım ortamında pek çok yazar ve eser adından söz etmek mümkündür. Tanık olduklarını yazanlar ile sonrasında öğrendiklerini yazanların toplamıyla hayli kabarık bir liste oluşur ki bu, ayrı bir çalışmanın konusu olmalıdır. Türkiye'nin siyasal yaşamındaki yeriyle dikkat çekmiş İttihat ve Terakki Cemiyeti, edebiyat metinlerine, özellikle de roman türündeki yansımalarıyla 'siyasi roman' türünün başat konusudur. İlgilileri biliyor ya yine de anımsatayım. Murat Koç, Türk Romanında İttihat Terakki 1908-2004 (İst. 2005) adlı kitabında çok sayıda romanı değerlendirmiştir. Benim yazım, bir anımsatma değinisi, o kadar.

Esendal'ın Miras romanıyla Tanpınar'ın Sahnenin Dışındakiler romanının genç erkek karakterleri bazı yönleriyle benzerdirler. Asım ile Cemal'in taşradan İstanbul'a gelmiş olmalarının acemiliklerine, sevdikleri güzel kızları kendilerinden büyük varlıklı/seçkin kişilere kaptırmalarını da ekleyebiliriz. Her iki genç de kendi iradeleri dışında muhalif politik mücadelenin içine çekilirler. Her iki romanın genç kahramanlarının içine çekildiği bu politik eylemlerin biçimi, Saray karşıtı muhaliflerin örgütsel dağınıklığını gösterir.

Refik Halit Karay, İstanbul'un İç Yüzü romanında, övgüleri yergiye dönenlerin yakınmalarını, 'besleme' Kani'nin, Meşrutiyet sonrasındaki baş döndüren yükselişiyle somutlaştırır. Gücü elinde tutan Cemiyet adına çalışan Kani ve çevresindeki başkaları; haksız kazanç, vurgun, karaborsa, politik mücadeleyi kişisel çıkar amaçlı kullanma benzeri olumsuzluklara bulaşmış olmaktan çekinmezler. "Hırkaya alışanlar birdenbire frak giyerlerse gülünç olurlar." cümlesiyle dönemin had bilmezliğini özetleyen Refik Halit, Cemiyet çevresindeki fırsatçıların geçmişlerini ve halkı unutarak yabancılaşmalarını anlatır.

Dönemle ilgili olanlar arasındakilerden Yakup Kadri'nin Hüküm Gecesi romanını anmadan geçmek istemiyorum. Tefrika edildiği 1927'de kitaplaşan Hüküm Gecesi, çok kez gerçek kişiler ve olayların tanıklığıyla '31 Mart Olayı' sonrasında iktidardaki İttihat ve Terakki ile muhalefet arasındaki politik çekişmelerin romanıdır. İstanbul'un İç Yüzü romanındaki Kani'nin kişisel ölçüsüzlükleri bu romanda; Cemiyet'in politik oyunları, şiddete yönelik uygulamaları, savunduğuyla karşı olduğunun bilincinde olmayan seviyesizliği, kişisel çıkarları öne çıkarışıyla karşımızdadır. Otuz üç yıllık padişahlık döneminin ardından iktidar olan İttihat Terakki'nin, padişahlığı mumla aratan uygulamaları için roman okunmalıdır.

Dönemin tanığı ve taraflarından Ömer Seyfettin, insan-iktidar ilişkilerinde listeye eklenmesi gereken "Efruz Bey" adlı uzun öyküsünde, geçmişinden hemencecik vazgeçerek zamanının iktidarına yaslananları aramızda capcanlı dolaştırır. Öyküsünün önüne eklediği minik mektubunda Efruz'a seslenen öykücü, "Hakikati görüldüğü gibi, edebiyat yapmadan yazmak istedim" diyerek ekler: "Efruz'cuğum, bugün hiç kimse sana yabancı değildir çünkü sen 'hepimiz' değilsen bile 'hepimizden bir parça'sın…" Ömer Seyfettin, bu öyküsünde Meşrutiyet sonrasının ölçüsüzlüklerini iktidar aparatı Efruz karakteriyle anlatırken edebiyatta 'şarlatan' tipinin her yeni iktidar döneminde karşılaştığımız benzersiz örneğini de vermiştir.

Servet-i Fünun şairi Tevfik Fikret yönettiği derginin kapatılması, sansür ve dönemin baskıcı uygulamalarıyla II. Abdülhamit iktidarından şikâyetini her fırsatta söylemekten çekinmez. Öyle ki bu yakınmalar "Sis" şiiriyle manifestoya dönüşmüştür denilebilir. Meşrutiyet yönetimini, söz yerindeyse iple çeken Fikret, özlemle beklediği 'meşrutiyet' ilan edilince "Akıbet ufuk açıldı, sen doğdun" diyeceği "Doğan Güneşe" şiirini yazar. Umutları söndüren İttihat Terakki, yönetim beceriksizliklerine 1912'den sonra antidemokratik uygulamalarını da ekleyince Fikret bu kez, Melis-i Mebusan'ın 1878'deki kapanışının hicri 1295 yılını anımsayarak "Doksan Beşe Doğru" adlı eleştirel şiirini yazar. "Bir devr-i şeâmet; yine çiğnendi yeminler,/ Çiğnendi yazık milletin ümmîd-i bülendi!/ Kanun diye topraklara sürtüldü cebînler,/ Kanûn diye, kanûn diye kanûn tepelendi." Bunlar, andığım şiirin belleklere yerleşmiş başlangıç dizeleridir. "Sis" şiirinin karşı kutbunda yer almış, "Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştiha sizin,/ Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!" nakaratıyla eleştiri perdesini yükselten "Hân-ı Yağma" şiiri, yönetim sorumluluğunu kaybetmiş İttihat Terakki iktidarının Kani (İstanbul'un İç Yüzü) ile başlamış kanunsuzluklarını protesto şiiridir.

Mehmet Akif de tanık olduğu İttihat ve Terakki yönetimini, Fikret'in sert diliyle eleştirir. Fikret gibi o da II. Abdülhamit iktidarını vaktiyle eleştirmişken umut vermeyen yeni iktidarı eleştirmekten de çekinmez. Yeni dönemde olup biteni yakından gören Akif, "Semerci ve Eşekler" şiirinde bir bakıma yanıldığını anlatmaya çalışır. 1912'de yayımlanan "Süleymaniye Kürsüsünde" şiirinin vaizi, kürsüye çıkınca öncesi ve sonrasıyla İstanbul'u anlatıp Meşrutiyet'in ilanıyla yaşanan sarhoşluk ortamındaki başıbozukluğu yalın bir dille betimler: "Bir de İstanbul'a geldim ki: Bütün çarşı pazar/ Na'radan çalkanıyor! Öyle ya… Hürriyet var!/ Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… Doğru:/ Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru. (…) Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük./ Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük." Ayrıca, Safahat kitabının altıncı bölümünü oluşturan hayli uzun "Asım" şiirinin satır aralarında Meşrutiyet sonrasına yönelik eleştirileri görmek de mümkündür.

Meşrutiyet öncesi girdiği Cemiyet'te aktif görevler üstlenmiş Rıza Tevfik Bölükbaşı, meydanlarda övdüğü Meşrutiyet'in ilk yılında mebus seçilir. Sonraki yıllarda Cemiyet'ten ayrılan Rıza Tevfik, Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na geçer. Mütareke sonrasında önemli görevler üstlenmiş şair, Cumhuriyet yıllarında yazdığı ve elden ele dolaştığı anlaşılan "Sultan Hamid'in Ruhaniyetinden İstimdâd" şiirinde, Meşrutiyetçileri sert bir dille eleştirirken vaktiyle eleştirdiği II. Abdülhamit'ten de özür diler. "Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han?!/ Feryadım varır mı bârigâhına?/ Ölüm uykusundan bir lahza uyan,/ Şu nankör milletin bak günahına. (…) Divâne sen değil, meğer bizmişiz/ Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz,/ Sade deli değil, edepsizmişiz,/ Tükürdük atalar kıblegâhına!// Sonra cinsi bozuk, ahlakı fena/ Bir sürü türedi girdi meydana,/ Nerden çıktı bunca veled-i zina!/ Yuh olsun bunların ham ervâhına!"

Adını yazımın başlığına eklediğim İsmail Habib Sevük (1892-1954), Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi (1925) kitabıyla bilinen eğitimci, politikacı bir edebiyat araştırmacısıdır. Tuna'dan Batı'ya ve Yurttan Yazılar adlı gezi kitapları da bilinen İsmail Habip, edebiyat öğretmeni olarak çalıştığı Kastamonu'da yayımlanan "Açıksöz" gazetesinde köşe yazıları yazmış, "İttihat Terakki Cemiyeti'nin kulüp müdürlüğü" görevini de üstlenmiştir. Adı geçen gazetede yayımlanan yüzü aşkın "başmakale" yazısında (İsmail Habib Sevük'ün Açıksöz'deki Yazıları 1921-1922, Ank. 1998; haz. Mustafa Eski) daha çok Millî Mücadele konusuna yer veren Sevük, önceki dönemlere de değinerek karşılaştırmalar yapmıştır.

Saltanatı halktan uzaklaşmakla eleştiren Sevük, "Eski Devre Tahassür" yazısında Mütareke'nin gergin ortamında geçmişi özleyenleri uyarır. "Haydi o otuz üç senenin bütün fenalıklarını unutalım: O durgunluğun yosun kokan taaffününü, o devrin, babayı evladın jurnal edecek kadar genişleyen hafiyeciliğini, o zamanın en masum kelimelere kadar teşmil edilen sansürünü, beş kişinin bir araya gelmesine müsaade etmeyen tazyikini, hülasa otuz üç senenin bütün maâsî ve seyyiâtını şöylece kapayıverelim. Diyelim ki zaman âlâmın törpüsüdür." Sevük, "Meşrutiyet'in Hatası" yazısında ise "Nuh'un gemisinden karışık, Babil'in kulesinden gürültülü" bir ülkede, "Meşrutiyet'in elimizdeki imparatorluk bakiyesini niye muhafaza edemediğine değil, onun muhafaza edilemeyeceğini niye anlamadığına" şaşırdığını söyler. "İkilik" yazısında Meşrutiyet yönetiminden beklentileri sıralayan İsmail Habib, "Heyhat, çok geçmeden anladık, asırların kazdığı uçurumu seneler kolayca dolduramıyormuş. Milletin başındaki âmirler de, memurlar da hiç zihniyetlerini tebdil etmediler: Milleti ısındırmak değil, ürkütmek siyaseti takip ettiler. Her idare adamı kendini halkı korkutmaya memur bir umacı sandı." sözleriyle beklentilerin boşa çıktığı anlatır. İsmail Habib, katıldığı bir '10 Temmuz' şenliğinin hemen ardından yazdığı "Kabahat Meşrutiyette mi?" yazısında halkın yılgınlığı için "her çehrede sanki 'ah bu On Temmuz başımıza neler getirdi?' şekvâsı okunuyordu" gözlemiyle anlatır. Yazısında her iki dönemi karşılaştıran yazar, yönetim tercihini Meşrutiyet'ten yana kullanır: "Yok, artık her münevver geçinen, bu millete anlatsın ki eski devirdeki sükûnetin asıl sebebi bizim o zaman ölüme razı olmaklığımızdan, Meşrutiyet'ten sonraki gürültülerin ve harplerin asıl sebebi de bizim yaşamak isteyişimizden ve herkesin bizim yaşamamızdan korkmasındandır."

23 Temmuz 1908'den bu yana 115 yıl gibi uzun bir zaman geçmiş. Andığım ve sözünü edemediğim edebiyat metinlerini okuyunca geçen zamanın uzunluğu ile anlam zenginliğinin doğru orantılı olmadığı görülebiliyor. 23 Temmuz 1908 ile son yaşadığımız 28 Mayıs 2023 seçimi arasındaki iktidar değişiklilerine iyi bakınız: Türkiye cephesinde yeni bir şey yok gibi. Politik yaşamın aktörlerini edebiyat metni okumaya ikna edebilseydik keşke…

Hasan Öztürk kimdir?

Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı'da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978).

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, 'kitap' eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile 'Edebiyat Ufku' , 'K24' ve 'Gazete Duvar' adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı.

Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı 'kitap kültürü' dergisini yönetti ve dergide yazdı.

Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile 'T24 Haftalık' ve 'Aksi Sanat' sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır.

Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Kültürün iktidarı: Doğu/İslâm coğrafyasında "iktidar" ya da "muktedir" olmak

Kültürün İktidarı & Siyasal Teoloji ve Kültürel Egemenlik kitabını Doğu/İslâm dünyasına kültür tarihi gezisi saymıştım. Öylesine geniş tarihî coğrafyada onca devletin, kişinin ve kitabın adı geçen bir gezi…

Elvan Kaya Aksarı ile "Saatçi İbrahim Efendi Tarihi" romanı hakkında: Saatlere değil, zamana memur edilmiş bir çelebi...

"Türkiye'nin aradığı kişi Saatçi İbrahim Efendi demek, bir mehdilik iddiası gibi algılanabilir. Türkiye bir kişiden ziyade bir ruhu arıyor. İbrahim Efendilere de tercih ve yaşama hakkının tanındığı bir hürriyet ortamı. Zekeriya sofrası yahut çilingir sofrası olsun adı. Kendin pişirip kendin yediğin sürece bunun kıymeti yok. Sofraya insanı meze yapan değil, insanı kazandıran bir toplum…"

Ahmet Hamdi Tanpınar'ı altmış iki yıl sonra hatırlamak…

"Tanpınar'ın romancılığını, onun zengin dünyasından seçeceğim birkaç sözcük ile anlatacak olsaydım -bu olmaz ya- Tanpınar için kültürün, hüznün, zamanın ve insanın romancısı derdim herhalde"