08 Temmuz 2023

Türklerin öpüşme bağımlılığı

Şükür ki pandemi bitti ve yine bol miktarda öpüşme ve kafa tokuşturma sahnesi yaşıyoruz

Türkler öpüşmeye neden bu kadar meraklı? Benim aklım ermiyor. Bu alışkanlığın tarihi evrimi üzerine mutlaka uzman görüşleri vardır. 

Ben sadece bazı gözlemlerimle aklımda kalan birkaç şeyi aktarmakla yetinebilirim.

Şöyle bir bakın çevrenize. Her gün, her yerde şapur şupur öpüşmeler... 

Hem de bunların büyük bölümü istekle, aşkla, şevkle öpüşmeler değil. Neredeyse "zorunlu olarak", toplumun "yazısız samimiyet ve nezaket kuralları" gereği olan biten garip işler.

Bu devasa öpüşme bağımlılığı, bir ara ciddi bir darbe tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Pandemi dalgasından korkan insanlar, öpüşmekten soğur gibi olmuştu. 

Yine o sıralarda son derece sıkıcı "covid dönemi yaratıcılıkları" diyebileceğim "yumruk ve dirsek tokuşturma" gibi anormallikler türemişti.

Neyse, hayırlısıyla bu aşamayı atlattık. Şükür ki şimdi yine bol miktarda öpüşme ve kafa tokuşturma sahnesi yaşıyoruz.

Zaten bizim gibi sıcak iklimin sıcakkanlı çocuklarına hiç yakışmayan bir şeydi soğuk bir şekilde mesafeli olmak…

Biz içtenliğimizi ve dostluğumuzu olduğu gibi (hatta sık sık da olmadığı gibi) göstermeyi çok seven bir milletiz. Gülüşlerimiz, sarılmalarımız çok çeşitlidir...

Ve fiziksel bağlantı kurmak çok mühimdir bizim için. İllaki dokunmalıyız sıcak duygularımızı sergilemek için. Ellerimizle, dudaklarımızla, kafamızın üst bölgesiyle falan, mutlaka temas etmeliyiz karşımızdakine.

Öpüşme anı komiklikleri 

Bazen bakıyorum da, insanların çoğu sanki istemeden, bilmedikleri bir gücün emriyle öpüşüyor. 

Karşılaşıyorlar. Bazen birkaç saniyelik kararsızlık yaşanıyor. O kararsızlığı hissettiklerinde bunun utanılacak bir şey olduğunu düşünüp çabucak gizlemek için birkaç saniye öncesinden daha sıcak bir davranış tarzı benimseniyor.

Vücutlar birbirine yaklaştırılıp kafalar öne doğru uzatılıyor. İnsanlar birbirine yaklaşırken herkes kendi tahmini ve alışkanlığı doğrultusunda kafasını belirli bir açıyla yana yatırıyor. (Bu ön hazırlıkta boyunlar da az çaba sarf etmiyor hani!) 

Tam öpüşme anında genellikle daha bir seyirlik görüntüler ortaya çıkıyor. "Adet yerini bulsun" derken dudaklar çoğu kez havayı öpüyor. Bir öpüşle yetinilmemesi gerektiği için ikinci öpüşe hazırlanma ve kafaları, açıları sil baştan yeniden ayarlama süreci, insanlara yine sıkıntılı zorunlu mesai yaptırıyor. 

Bu arada öpüşme sırasında açısı daralarak eski özgüvenini kaybeden gözler bu işlemin tamamlanmasını bekleme aşamasında, yana ve uzaklara bir yere bakmaya gayret ediyor ve bu bazen çok gülünç oluyor. Biriyle öpüşürken başkasına dikkatle bakan cingözler ise doğrusu hiç güven vermiyor.

Kafa tokuşturmaya gelince. Bir ara "ülkücülerin hareketi" deniyordu ama son dönemde çok yaygınlaştı. Orada "erkek erkeği öpmemeli" türü bir yaklaşım gizli olabilir sanırım. (Aslında benim gibi hayatının önemli bölümünü yurt dışında geçirenler açısından, Türkiye'de karşı cinsler arasında yanak yanağa öpüşmelerden bile böylesine özenle kaçınılırken erkekler arasındaki öpüşmelerin bu kadar fazla olmasını yadırgamamak mümkün değil.) Gerçi kafa tokuşturan kadınlar da görüyoruz ki bu konuda hiçbir yorum yapmak istemiyorum, gerçekten istemiyorum.

Tokuşturmalarda da benzeri açı ayarları, boy ve kafa yaklaştırma hızı farklılıkları ve kafanın üst tarafında sanki olmayan boynuz bölgesini bulup onu karşındakinin aynı noktasıyla çakıştırma çabası izlemeğe değer. Ve tokuşturma, kafa atmaya dönüşmesin diye şiddetin ustaca ayarlanması da ayrı bir incelik olmalı.

Bazen de taraflardan biri öpüşmek diğeri kafa tokuşturmak istediğinde aralarındaki mücadele ve kararsızlık anlarını seyretmek pek keyifli oluyor doğrusu.

Öpüşmek yasaklanmalı mı?

Ne yapmalı? Herhalde hiçbir şey. 

Öpüşmenin, kafa tokuşturmanın, tokalaşmanın yasaklanmasını talep edecek değiliz ya! (Yazdıktan sonra bir soluk alıp düşündüm de... Acaba bir daha gözden geçirsem mi bu fikrimi?)

Uzak bir geçmişte, dönemin Adana Belediye Başkanı Aytaç Durak "öpüşme yasağı" ilan etmişti ("Öpüşme tokalaş!" kampanyası). Hatta bu yüzden birçok kişiyi ve bu arada dönemin Spor Bakanı Fikret Ünlü'yü küstürdüğü yazılmıştı. Bir de Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen'in kendisini "zorla öptüğü".

Küsenler ve şakacıktan taciz edenler neyi gösteriyor? Öpüşme ve sarılma gibi sözüm ona samimiyet şablonlarını hemen herkes ama en başta da siyasetçiler çok seviyor. Karşılaştığı bütün insanlarla öpüşme merakıyla tanınan Hasan Celal Güzel, hatıralarında "Her öptüğüm oy verse Başbakan olmuştum" diye hayıflanmıştı.

Bu konuda bir ara beni siyasetçilerden daha fazla etkileyen birisi vardı: Yurdalan Eroğlu. Kendisi çok ünlü sayılmazdı. Kırıkkale Lokantacılar ve Pastacılar Odası Başkanı'ydı. Herhalde o da benim gibi yerli yersiz fiziksel yakınlaşmalardan o kadar bıkmıştı ki, aleni önlemler almaya karar vermişti. Boynuna "Tokalaşmak, sarılmak, öpüşmek yasaktır" diye bir yazı takmış, öyle gezmeye başlamıştı.

Acaba ben de bu tür bir şeyler yazıp boynuma assam mı? Yoksa böyle yaparak insanları kırmış mı olurum?..

Ne de olsa ben de bir Türküm. Samimi ve sıcak olduğumu göstermek, bu uğurda şapur şupur öpüşmek, kafa tokuşturmacı arkadaşlarla karşılaştığımda onları kırmamak benim de bir nevi millî sorumluluğum…

Yurdalan Eroğlu

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Stalin metroyla mı dönecek yoksa uçakla mı?

Onun adı genellikle “ulusal güvenlik” amacı ile “iç ve dış düşmanlara karşı mücadelenin gerekleri” ile birlikte gündeme geliyor

Türkiye’den tesadüfen kaçmak, Rusya’da sevgiyle yakalanmak

Adı “sınır” olan görünmez çizgilere benzer bir şeyler varmış, yanında belge denilen kağıtlar yoksa hiçbir çizgiden diğerine geçilemezmiş

İstanbul zirvesi: Tarihî bir adım mı atıldı, dağ fare mi doğurdu?

Kremlin hem kuvvet kullanarak zafere ulaşmak, hem de uluslararası alanda meşruiyet kazanmak istiyor

"
"