29 Haziran 2025

Siyasette şahsiyet(sizlik) ve şeref(sizlik) sorunu

Eski Türk filmlerinde kötüleri ve iyileri görür görmez anlardık. Meğer gerçek hayat ne kadar zormuş…

Eski Türk filmleri bizi çok yanılttı, hayatı olduğundan daha basit gösterdi.

O filmlerdeki kötü insanları hemen tanırdık.

Çatık kaşları, ürkütücü bakışları ve hain gülüşleri vardı. Hep sinsilik ve kalleşlik yapacak gibi dururlardı. Tecavüzcülerin gözleri hep kısık olurdu ve kadınlara bakarken ağızlarından salyalar akardı. Kötü kadınlar sigara ve içki içerken evli erkeklerle ilgili planlar yapardı. Zengin ve amaçsız gençler karanlık gece kulüplerinde çılgınca dans ederdi.

İyi insanlar ise hep düzgün davranır, dürüst bakar, kibar konuşurlardı. Her zaman yardımseverlerdi. Ahlaki açıdan her biri örnekti. Kadınlar namuslu ve sadık, erkekler cesur ve sıkı dövüşçüydü.

Eski Türk filmlerinde kötüleri ve iyileri görür görmez anlardık. Böylece film boyunca iyileri destekler kötülerin amaçlarına ulaşamamasını dilerdik. Senaryolar ve yönetmenler, bizim seçimlerimizi en başından çok kolaylaştırırdı.

* * *

Büyüdük ve gördük ki hayat o kadar basit değilmiş.

Düzgün ve kibar tavırlı birçok insan fırsatını bulduğu anda alçaklaşabiliyormuş. Kaşları çatık ve çirkin olanların arasından da güzel yürekli çok kişi çıkarmış. Zaafları olan insanlar aynı anda pek çok yararlı iş de yapabilirmiş. İdeal görünümlü eşlerin ve patronların gerçek yüzü çok karanlık olabiliyormuş. Yurtdışında okumuş, 2-3 üniversite bitirmiş profesörler eşlerini dövebiliyormuş. Bazı yankesiciler topladıkları parayla sokak hayvanlarına mama alabiliyormuş. En güvenilir kabul edilen din adamları arasından sapıklar çıkabiliyormuş. Şefkat ve sevgi dolu görünen bazı babalar ve dedeler, hiç utanıp sıkılmadan çocuklarına ve torunlarına tacizde bulunabiliyormuş.

Çok zormuş bu hayat çoook…

Büyüdük ve gördük ki, hayatı, hayatta karşımıza çıkan insanları anlayabilmek, tanıyabilmek olağanüstü çetin bir işmiş.

Ne kadar çaba gösterirsek gösterelim, hatalarımızdan ne kadar ders çıkarırsak çıkaralım, yaşımız kaç olursa olsun, bir türlü akla karayı seçemeyebilirmişiz.

* * *

Sonuçta hep yanlışlarımızın içinde azap çekip durduk. Yanlış işler, yanlış eşler, yanlış arkadaşlar, yanlış çevreler, yanlış alışkanlıklar…

Siyasette de az yanlış yapmadık. İyi, çok iyi, hatta olağanüstü gördüğümüz liderlere ve partilere bağlandık. Onların peşinden koştuk. Yıllarca onların haklı ve dürüst olduğuna inandık. Bariz hatalarına ve olmadık başarısızlıklarına bile inanılmaz bahanelerle hoşgörü gösterdik.

Hırsızları destekledik. Bildiğiniz anlamdaki hırsızları da, umut hırsızlarını da. Yalancıları, çakma devrimci, solcu, milliyetçi, dindar tipleri de.

Onların peşinden giderken karşı tarafı ölümüne düşmanlaştırdık. Türk filmindeki “kötü adamlar” gibiydi karşı taraftakiler. Onun için peşinden gittiğimiz liderlerin kusurlarını görmezden gelmemiz gerekiyordu. Ne olursa olsun filmin sonu iyi bitecekti, biliyorduk. Türk sinemasından bu eğitimi almıştık biz.

Sonunda sadece yıllarımızı ve umutlarımızı değil, bazen şahsiyetimizi ve şerefimizi de kaybettiğimizi görmekte zorlandık. İyi sandığımız kötü insanlara saygıda kusur etmezken bazen sınırı aştık, onların önünde iki büklüm olduk, gün geldi onlara aşırı iltifatlar ettik, iltifat nerede biter yağcılık nerede başlar şaşırdık.

Küçüldük. Vicdanımızı ve yürek temizliğimizi koruyamadık.

Olur olmaz yerlerde birbirine “başkanım” diyen, durmadan birilerinin önünde ceket ilikleme gösterisi yapan riyakâr insanlar olduk.

* * *

Biz böyle olduk da dünya çok mu iyi diye sorabilirsiniz. Haklısınız.

Özellikle günümüz dünyası etik yoksunluğunun, kabalığın ve zorbalığın dibine vurmuş durumda.

Yeryüzünün dört bir yanında otoriter liderler, baskı, şiddet, tehdit ve yalanlarla kendilerine yol açıyor. Böyle yaparken bazen hiç utanıp sıkılmadan terbiye sınırlarını aşabiliyorlar.

Dünyanın en güçlü devletinin başında olduğu için kendini “yeryüzü sultanı” sanan Trump, bunlara çarpıcı bir örnek. Son aylarda kişiliğini sergilerken iyice ölçüsüz davranıyor. Küfrediyor, hakaret ediyor, kendisine konuk gelmiş devlet liderlerini azarlayıp kovuyor, komşu ülkeleri kendi topraklarına katmakla tehdit ediyor.

Şahsiyet ve şeref yoksunu siyaset dünyası, böyle bir adamın önünde iki büklüm oluyor. Bu günlerde yapılan NATO zirvesi buna mükemmel bir örnekti. Her şeyi tek bir kişiye göre ayarladılar: Toplantı gündemi, süresi, konuşmalar, yazılı açıklama, sahte şakalar ve iltifatlar…

NATO Genel Sekreteri Rutte yağcılıkta sınır tanımadı. Der Spiegel’in yazdığına göre, zirvenin kazasız belasız geçmesi ve Trump’ın hoşuna gitmesi için Amerikan liderin özelliklerini enine boyuna inceleyip bir yağdanlık stratejisi belirlemiş.

ABD Başkanı Donald Trump ve NATO Genel Sekreteri Mark Rutte

* * *

Önce Trump’a aşırı övgülerle dolu bir mesaj göndermiş. O da zaten “övülmeye muhtaç lider” havasında yememiş içmemiş hemen mesajı sosyal medyadan herkesle paylaşmış. Aman ne sözler, ne sözler!..

“Sayın Başkan, İran’daki kararlı adımlarınızdan dolayı tebrikler. Gerçekten de olağanüstüydü. Kimse buna cesaret edemezdi. Onlarca yıldır hiçbir Amerikan başkanın yapamadığı şeyleri yaparak bizi çok önemli bir noktaya taşıdınız.”

Rutte bunların arasına gündemdeki NATO toplantısını da sıkıştırıyor ve “Merak etmeyin, herkes sizin istediğiniz gibi millî gelirinin yüzde 5’ini silahlanmaya ayırmaya ikna oldu” mesajını veriyor.

Zirve de bu tonda gelişiyor. Trump’ın onca insanın ölümüyle sonuçlanan İsrail-İran bombalamalarını (daha önce Rusya-Ukrayna Savaşı’yla ilgili dediği gibi) “okul bahçesinde kavga eden çocuklara benziyorlar, biraz kavga etsinler sonra sakinleşirler” diyerek yorumlaması karşısında Rutte yine çenesini tutamıyor:

“O zaman da babacığımız sert bir dil kullanmak zorunda kalır” diyor. Ve bu “şaka” yanı başındaki “babacığı” Trump’ın pek hoşuna gidiyor. Tabii bu durumda Rutte de zevkten dört köşe oluyor.

Rutte… Koskoca ittifakın lideri… Ondan önce Hollanda’nın en uzun süreli (2010-2024) Başbakanı… Bir zamanlar işe korumasız ve bisikletle gitmesinden dolayı hepimizin hoşuna gitmiş biriydi...

Meğer kişiliği ve onuru bakımından ne kadar da “esnekmiş”

NATO zirvesinde “aile fotoğrafı” çekilirken tek tek liderlere baktım. Nedense hemen herkesin Trump’a diş bilediğine, pek çoğunun ondan nefret ettiğine eminim. Ama “dereyi geçerken” Amerikan Başkan’a saygıda kusur etmemeye, mümkünse onunla 3-5 dakika konuşup bir fotoğraf çektirmeye ne kadar da hevesliler.

Anlayacağınız, dünya siyaseti de şahsiyet ve şeref düzeyi bakımından “tarihin altın sayfaları”na geçmeye aday.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Zindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı

"Lider olan ben değilim, eşim; 5 yıl tek başına hücrede kalan kimse lider olamaz"

Rusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir

Rusya ile İran sözde "stratejik müttefik" ama iki devlet arasında tarihten gelen ciddi bir güven sorunu var

Lütfen divana uzanın ve çocukluğunuza dönmeye çalışın

Geçmişte kalan kentlerde bugün ne aradığımı bilmeden dolaşırken düşünüyorum da, belki de benim için önemli olan bulmak değil, aramak…

"
"