15 Haziran 2025
İçimdeki Çocuk filminden bir kare
Hayat iyice tatsızlaştı. Hem ülkede hem de dünyada yaşananlar, giderek bizleri daha tedirgin ve güvensiz kılıyor.
“Bu şartlarda ben ne yapabilirim ki?”
Sorunun cevabını bulmak zorlaştı.
Ayrıca şu kısacık ömürde nasıl daha anlamlı ve mutlu yaşanabilir sorusunun karşılığı da karanlık bulutlar arasında gizleniyor gibi.
Ama teslimiyet ve tembellik, bilekleri daimi huzursuzluk kelepçesine uzatmaktan başka bir şey değil.
Polyannacılık oynamadan da insan iyimserlik ve özgüven kaynakları bulabilir. Hem hayatın hem de kendisinin içinde.
Bugüne kadar neleri, nasıl başardığınızı hatırlayın. Üstün yönleriniz gökten yağmadı.
Tıpkı başarısızlıklarınız, kompleksleriniz, korkularınız gibi.
Ne var ki üzerimize durmadan yağan sorunlar ve koşturarak ayakta kalma çabamız, hafızamızı iyice köreltiyor.
Geçmişi hatırlamamız ve önemsememiz çoğu kez mümkün olmuyor.
Anılarımız ve eski dostluklar giderek bizden uzaklaşıyor.
* * *
Çoğunlukla aksiyon filmleriyle tanınan Bruce Willis’in bence en iyi filmlerinden biri, 25 yıl önce baş rolünde oynadığı İçimdeki Çocuk’tur (The Kid).
Aşırı derece prensipli ve katı davrandığı iş hayatında başarılı (imaj danışmanıdır), özel hayatı gelgitlerle dolu olan kahramanımız, 40 yaşını doldurmanın arifesinde bir çocuğa rastlar.
O çocuk kendisidir aslında.
Ama tanıyamaz ilkin. Kabullenmek istemez.
Ardından merak eder. Önce çocuğu... Sonra kendini... Geçmişini...
Çocukla konuşurken bugünkü kararsızlıklarının, korkularının, komplekslerinin gerisinde yatan nedenleri anlamaya başlar.
Kendisiyle tanışır.
O çocukta nefret ettiği bazı özellikleri görür: Tembellik, oburluk, sulu gözlülük gibi. Vaktiyle bu özelliklerini çöpe atarak kendisine başarının yolunu açmıştır.
Onunla birlikte geçmişe döner ve okulda yaşadığı sorunları, babasıyla hâlâ süren anlaşmazlıklarının kökenini, annesinin ölümcül hastalığa yakalanmış olmasından dolayı kendisini suçlu hissettiğini hatırlar.
Bu çocukla tanışmasının ve zorlu iç hesaplaşmalarının, ona bir evlilik (“özgürlüğünden vazgeçme”), eve bir köpek (“sorumluluk alma”) ve çoktandır hayal ettiği pilotluk ehliyeti (“hayallerin için mücadele”) kazandırdığını görürüz filmin ileriki bölümlerinde (orada da “gelecekle karşılaşma” sahnesi vardır).
* * *
Çok uzun zamandır görmediğim bir eski arkadaşım “geçmişe aşırı düşkünlüğüm” nedeniyle benimle dalga geçerdi.
Yıllar ve on yıllar öncesinin kentlerini ve mekânlarını yeniden görmenin ne anlamı vardı ki… Okul ve üniversite arkadaşlarıyla buluşmalar neden bu kadar önemliydi benim için… Ya da eski sevgilileri merak etmek… Hatta geçmişi hatırlatan bir kokunun, bir tadın, bir müziğin peşine takılmak… Hayallerle günümüz gerçeklerinden uzaklaşmak…
O zaman da ona karşı çıkardım, şimdi de aynı şekilde düşünüyorum (belki yukarıda saydıklarım arasında sadece eski sevgilileri görme çabamdan vazgeçtiğimi söyleyebilirim, eğer aradaki ilişkiye bir dostluk boyutu katamamışsanız bırakın eski sevgiliniz geçmişte kalsın).
Petersburg’a her yolum düştüğünde 80’li yıllarda aynı sıralarda okuduğum Leningrad Üniversitesi mezunlarını arayarak bir yemek düzenlemeye çalışırım.
Ortaokul ve lise yıllarını birlikte geçirdiğimiz Kültür Koleji’nden arkadaşlarımızla bağlarımız daha da sıkıdır. Yarım yüzyıl sonra neredeyse ayda bir buluşup sohbet etmek ve eğlenmek, hele şu zamanlarda ne kadar önemli, biliyor musunuz?
Ya da şehirler, semtler, geçmişin sırlarını bulmaya çalıştığım yolculuklar…
Rusya’da trenlerin camlarından bakarken içimden geçen, bazen kelimelere bile dökemediğim duygular (aslında her duyguyu kelimelere dökmek de şart değil) bana insan olduğumu düşündürür; özel anıları olan, bir yolculukla 20-30 yıl geriye gitmeyi deneyen maceracı ve hayalperest bir insan…
* * *
Uzun aralıklarla iki kez doğduğum yere, Kozan’a gitmiştim (becerebilirsem yakında tekrar gitmeye niyetliyim).
Yoldaki halimi hiç unutmuyorum. İçimdeki heyecanı, sevinç ve hüznü…
İşte bizim sokağımız!
Okulum… Duvarları bu kadar kısa mıydı gerçekten? Köşedeki kantin bu kadar küçük müydü?
Ve yolun hemen karşısındaki ev… Evimiz! Evim!..
Büyük bir nezaketle beni eve kabul eden ev sahiplerimiz, ya da onların yeni kuşakları…
Bahçe… Merdiven... Balkon... Salon... Odalar... Mutfak... Her yerde o kadar çok anım var ki...
Boş balkonu anında çiçek saksılarıyla dolduruyorum. Salona kanarya kafeslerini asıyorum. Annemin kabul gününde kadınların bacaklarının arasında oyun oynuyorum. Babam işten yorgun dönmüş, yatak odasında kestiriyor. Benim odada sobayı yakmışız, üstünde de kestaneler. Radyoda “Arkası Yarın” dinliyoruz: “Mezarından Kalkan Şehit”... Bütün aile birlikteyiz. Galiba herkes seviyor birbirini...
Benim odanın penceresi okuluma bakıyor. Okuldan kaçtığımda “camdan görünmemek” için yerlerde sürünüyorum.
Pencereye yapışıp kaldım yine sabah sabah. Evden çıkıp okula gitmeliyim artık. Yakında zil çalacak.
Nihayet yolun başından görünüyor o güzel kız.
Ben telaşla merdivenlerden inip bahçeyi koşarak geçiyorum. Ve “tesadüfen” tam onun önüne çıktığımda nefesimi sakinleştirmekte güçlük çekiyorum.
Yine alaycı bakıyor bana gözünün ucuyla.
Okulun girişindeyim. “Türküm, doğruyum, çalışkanım”... Ve Atatürk'ün yanından koridorun soluna dönüp ikinci kata çıkıyorum.
Sınıfımız... Nerede otururdum ben? Cam kenarında mı? Oradan evimizi, annemi görebilir miydim?
Dersimiz ne? Müzik olsun istiyorum. Ve bizden 20 yaş büyük ama kısacık boylu sarışın öğretmenimiz girsin sınıftan içeri. Fakat sırf onu daha sık görebilmek için katıldığım koroda bir an hayal alemine daldığım için beni azarlamasın herkesin içinde.
Ya da... Azarlasın. Azarlasın ki, ben o yaşta öğrenebileyim aşkla nefret arasındaki mesafenin ne kadar kısa olduğunu.
Yolcu yolunda gerek.
Son bir kez bakmak istiyorum okuluma, evime. Bir kez daha. Ve bir daha...
Ne arıyorum ben burada?
Bilmiyorum.
Tam olarak bilmediğimi bulmam mümkün mü?
Belki de benim için önemli olan bulmak değil, aramak…
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |
Türkiye, Rusya’nın hem Azerbaycan’la hem de Ermenistan’la arasının bozulduğu şartlarda Kafkasya'da yeni hamlelere hazırlanıyor
Eski Türk filmlerinde kötüleri ve iyileri görür görmez anlardık. Meğer gerçek hayat ne kadar zormuş…
"Lider olan ben değilim, eşim; 5 yıl tek başına hücrede kalan kimse lider olamaz"
© Tüm hakları saklıdır.