Ergenekon’un kasası ilan edilen ve beş kuruş parası olmadan cezaevinde ölen, aklanma olanağı bile bulamayanların kimsesiz cenazelerine…
İtibarsızlığa dayanamayacağını düşünerek yaşamına son verenlerden, evinde otururken başından vurulanlara…
Dört Ayaklı Minare’nin gölgesinde barış isterken öldürülen baro başkanından, oyun oynarken başından vurularak öldürülen çocuklara kadar…
* * *
Şimdi de başka biçimde cezalandırmalara tanık oluyoruz.
Tutuklanan Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık, ağır sağlık tablosuna, atlattığı ve nüksetmesi yüksek ihtimal olan hastalığına rağmen kent kent, hastane hastane gezdiriliyor.
Cezaevinde tutulması neyi sağlıyor, savcılar, farklı biçimde elde edemedikleri hangi kanıtı tutuklu yargılamayla elde edebiliyor, yanıtı yok.
Eşinin riskli doğumunda yanında bulunmak için mazeret izni isteyen İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Ramazan Gülten’e yanıt verilmedi. Birkaç saatlik iznin ne mahsuru olacağı günlerdir açıklanmış değil.
Garip bir sürecin sonunda tutuklanan menajer Ayşe Barım, cezaevinde defalarca baygın halde bulunmasına ve sağlık raporlarına rağmen aylardır tahliye edilmedi.
AİHM kararlarına ve anayasanın açık hükmüne rağmen Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay, diğer Kobani ile Gezi davası sanıkları ve hükümlüleri cezaevinde…
Her birinin ama her birinin anlamını biliyoruz. Hakikati herkes biliyor.
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin bir kararı var.
Tam olarak neyi yaşadığımızı, nasıl yaşadığımızı gösteren, nafile bir karar. Sonuçları nedeniyle, telafisi olanaksız zararların giderilemeyeceğini, yaraların kapatılamayacağını göstermesi nedeniyle önemli.
Ebru Timtik, adaletsiz uygulamaları deşifre etmek, değiştirebilmek için başladığı ölüm orucu eylemi sonunda hayatını kaybetti.
Yaşamı boyunca adalet için mücadele eden avukatlardan biriydi.
Kardeşi Barkın Timtik, Ebru Timtik’in cenazesine katılabilmek için mazeret izni talebinde bulundu.
Çok ağır suçluların, hükümlülerin bile yararlanabildiği, yasa koyucunun tam da bütün koşulları gözeterek tanıdığı temel bir hak.
Ebru Timtik
28 Ağustos 2020’de verdiği dilekçede, cemevinde yapılacak törene ve cenazeye katılmak istediğini bildirdi.
Bakırköy Başsavcılığı, güvenlik soruşturmasının olumlu sonuçlanması ve kolluk birimlerince gerekli COVID-19 tedbirlerinin alınması şartıyla beş saat süreyle cenazeye katılımını uygun buldu.
Covid-19 tedbirleri aslında mesele değildi, zira aynı günlerde yapılan birçok cenaze için tutuklu ve hükümlülere mazeret izni verilmişti. Onlarca örneği vardı.
* * *
Silivri Cezaevi Jandarma Tabur Komutanlığı, aynı gün sorumlu kolluk birimlerinden ilgili adreslerde cenaze töreni sırasında güvenlik riskinin olup olmadığını sordu.
Kolluk biriminden gelen yazıda, başvurucunun kaçma şüphesi bulunduğu, COVID-19 döneminde olunması sebebiyle cenazeye katılımın daha fazla tehlike içerdiği, yeteri kadar emniyet tedbiri alınamayacağı ve infaz kurumunda bulunan diğer hükümlülere, tutuklulara ve personele bulaş riski taşıdığı belirtildi.
Benzer yüzlerce izin verilirken, çok daha ağır suçları işledikleri kesin hükme bağlananlara izin verilirken, Barkın Timtik için hangi risklerin bulunduğu ise anlatılmadı.
İtiraz üzerine İnfaz Hakimliği de kararın güvenlik kuvvetlerine ait olduğunu belirtmekle yetindi.
* * *
Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm, Barkın Timtik’in bu nedenle yaptığı başvuruyu karara bağladı. Karar, basit ve anlamlı.
Bir insanın yaşamının belki de en acı gününde cenazeye bile götürülmemesinin nasıl keyfe keder kararlarla verildiğini, insanların nasıl cezalandırıldığını basit biçimde gösteriyor.
“Anayasanın 19. maddesi gereği hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına birtakım sınırlamaların getirilmiş olması, hukuka uygun olarak ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz ve doğal bir sonucudur. Bu bağlamda idarenin tutuklu ve hükümlülerin özel ve aile hayatına müdahale konusunda takdir yetkisinin daha geniş olduğu gözetilmelidir. Burada mühim olan ceza infaz kurumunun güvenliğinin sağlanması amacı ile hükümlünün özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı arasında adil bir dengenin sağlanmış olmasıdır. Ölüm, insan hayatında karşılaşılan acı olaylardan biridir. Birçok kültürde ölen kimsenin tanıdıkları bir araya gelerek ölüm nedeniyle duyulan acı ve üzüntüyü paylaşır… Şüphesiz bu acıyı ölüm anından itibaren en yoğun derecede yaşayan ve desteğe en çok ihtiyaç duyanlar aile bireyleridir. Bu nedenle ölenin aile bireylerine taziye ziyaretinde bulunulması, aile bireylerinin de taziyeleri kabulü kültürümüzde önemli bir yer tutmaktadır. Kanun koyucu bu insani düşünceden ve kültürel olgulardan hareketle 5275 sayılı Kanun'da yakınlarının ölümü hâlinde hükümlüye mazeret izni verilmesini düzenlemiştir. Kanun'daki izin süreleri gözetildiğinde kanun koyucunun iznin kapsamını sadece defin işlemi ile sınırlı tutmadığı, definden sonra yapılan taziye ziyaretlerini kabul etmeye ve aile bireylerinin bir arada kalarak birbirlerine destek olmalarına imkân tanımayı da amaçladığı kabul edilmelidir.
* * *
Cenazeye veya taziyeye katılımın sağlanması imkân dâhilinde görülmezse bu duruma ilişkin zorunluluk hâllerinin somut olgu ve olaylara dayalı olarak açıklanması gerekir. Bu itibarla somut olayın koşullarında COVID-19 salgınının sebep olduğu bulaş riskiyle ilgili olarak genel açıklamayla yetinilmiş, sosyal mesafe ve maske kullanımı gibi tedbirler çerçevesinde başvurucunun talebinin karşılanmasına ilişkin bir değerlendirme yapılmamıştır. Bunun yanında başvurucunun kaçma şüphesinin bulunduğuna ve emniyet birimlerince yeterli tedbir alınamayacağına yönelik olarak da somut bir duruma ya da tehlikeye işaret edilmediği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari ve yargısal makamlar tarafından gösterilen gerekçeler, başvurucunun çıkarları ile toplumun çıkarları arasında adil denge kurulmasına yönelik olarak ikna edici, ilgili ve yeterli unsurlara sahip değildir. Dolayısıyla başvurucunun cenaze ve taziyeye katılarak ailesine destek olma imkânından yoksun kalmasında kamusal makamların talebin reddedilmesi şeklindeki müdahalesinin özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.”
* * *
Basit değil mi? Her insanın aklına gelir. Hukuk da böyle aslında. Adalet de…
Kardeşi ölmüş bir insana, beş saat cenaze izni verilmesinden söz ediyoruz. Hiçbir gerekçe sunmadan reddedilmesinin temel haklara aykırı olduğundan…
Tıpkı ağır sağlık sorunları yaşayanların cezaevinde tutulmaması gerektiği gibi…
Tıpkı tutuksuz yargılamanın esas olması gibi…
Tıpkı peşin cezalandırmaların toplumda artık adaletsiz duygusunu pekiştirmekten başka bir işe yaramaması gibi…
* * *
Cenazeden tam beş yıl sonra verildi karar. 34 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmedildi.
Bir kardeşi uğurlayamamamın bedeli…
Günler geçer, her şey ama her şey geçer elbette…
Ama kalpte açılan yaralar, izler kalıyor. Unutulmuş gibi görünen ne varsa kalıyor. Bizi bir gün önceki insan olmaktan uzaklaştıran kararlar, tuhaflıklar, hepsi kalıyor.
Bütün bunların önüne geçmek de basit…
Basit olmasına basit ama önce zulmün ne demek olduğunun eksiksiz herkes tarafından net bir biçimde anlaşılması gerekiyor.
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|