En somut sahiplenme
Konuşmanın tarihi nitelikte olup olmadığını, bundan sonra yaşanacaklar belirleyecek aslında. Erdoğan’ın işaret ettiği başlıklarda yaşanacaklar, belki bu konuşmanın bir milat olarak anılmasını sağlayacak.
Ancak Erdoğan’ın uzun zamandır olmadığı kadar önemli bir konuşma yaptığının altını çizmek gerekiyor.
İlk olarak Erdoğan, çözüm sürecini ilk kez bu kadar somut sahiplendiği, sürecin nasıl ilerleyeceği konusunda net mesajlar verdiği bir konuşma yaptı. Önceki konuşmalarındaki tereddütlü ve mesafeli mesajların yerini somut olarak sahiplenme almıştı.
DEM Parti faktörü
İkinci olarak 2016’dan sonra HDP ve devamı niteliğindeki DEM Parti’den bahsederken sadece “terör-terörizm” ifadelerini kullanan Erdoğan, DEM Parti’ye birden fazla kere teşekkür etti ve bulunduğu yerin çok ötesine koyduğunu gösteren mesajlar verdi.
Paradigma değişikliği
Çözüm sürecinin nasıl başladığı, neden başlatıldığı, Türkiye’nin en sert dönemlerinden birinden geçilirken neden bu sürece ihtiyaç duyulduğu neredeyse bir yıldır tartışılıyor.
İktidarın bölgedeki gelişmeler nedeniyle bu süreci başlatmaya mecbur kaldığı yorumları çok da yanlış değil. Bölge öylesine gelişmelerden geçiyor ki Türkiye açısından, küresel ve bölgesel güçlerin etkisiyle ya da değil farklı adımlar atması zorunluluk haline gelmişti. Sorun, bu adımların atılıp atılamayacağı noktasında düğümleniyordu. Düğüm hâlâ çözülmüş değil.
Erdoğan, konuşmasında aslında bu konuyla ilgili de mesajlar verdi ve Türkiye açısından bir paradigma değişikliğine örtülü biçimde işaret etti. Konuşmasının büyük bölümünde Türk, Kürt ve Arap halklarının birlikte hareket ettiğinde başardıklarına işaret eden Erdoğan, Şam’dan Erbil’e, Diyarbakır’dan İstanbul’a kadar bölgedeki önemli tüm kentleri sayarak, bunların tamamının “biz” olarak nitelendirdiği, Türk, Kürt ve Araplar’a ait olduğunu söyledi. Bu Türkiye’nin Suriye ile de Kuzey Irak ile de neden yakından ilgilendiğini ve ilgileneceğini gösteriyordu. AKP çizgisi açısından bu bakış yeni değil ama devlet paradigması açısından farklı. Söyleme yansıyan bu durum, pratikte bugünden farklı biçimde kendini gösterecek mi, bu kısmı belirsiz.
Tarihte bir ilk
Erdoğan, konuşmasında, PKK’nın silah bırakma töreni ile tarihte yeni bir sayfa açıldığını söylerken, tarihte ilk kez AKP-MHP-DEM Parti’yi yan yana getirdi. Bu sürecin birlikte yürütüleceğini söyledi.
Sürecin bundan sonra nasıl devam edeceği konusunda Erdoğan, şunları anlattı:
“Kürt kardeşim; meselen mi var? Arada silah olmadan, şiddet olmadan, terör olmadan oturup konuşacağız. Alevi kardeşim; sorunun mu var? Diyalogla çözeceğiz… İşte ilk adım olarak TBMM'de bir komisyon kuracak, sürecin yasal ihtiyaçlarını Meclis çatısı altında konuşmaya başlayacağız. Altını çizerek söylüyorum, Cumhur ittifakı olarak, AK Parti, MHP ve DEM heyetiyle de birlikte bu süreci evelallah pişirerek, geleceğe taşıyacağız. DEM heyeti, Meclis Başkanımızla dün görüştüler. Gazi Meclisimizin sürece sunacağı güçlü katkının, yürütülen çalışmaların başarısı açısından kritik önemde olduğu kanaatindeyiz. İşte bu süreçte rahmetli Sırrı Süreyya kardeşimizle, ardından Pervin Buldan Hanımefendi ve Mithat Sancar ile yine bu hafta bir araya geldik. Oturduk, konuştuk. Beraber bu yürüyüş için neler yapabiliriz? Bunları konuştuk. Demek oluyormuş. Daha güzel şeyler olacak. İnşallah mümkün olan en geniş katılımla, yapıcı ve kolaylaştırıcı bir yaklaşımla Meclisimizin de bu hayırlı süreci desteklemesini temenni ediyorum.”

DEM Parti İmralı heyeti üyeleri Mithat Sancar, Pervin Buldan,
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan,
AKP Genel Başkanvekili Efkan Âlâ, MİT Başkanı İbrahim Kalın
Bu cümleler, akla hemen 7 Haziran seçimi sonrasını getiriyor. MHP lideri Bahçeli, AKP’nin tek başına iktidar olabileceği orana ulaşamadığı seçimden hemen sonra HDP’li tüm koalisyon modellerine kapıyı kapatarak, ikinci bir seçim yapılmasını neredeyse zorunlu hale getirmişti.
7 Haziran seçiminden itibaren Erdoğan da önce HDP, sonra DEM Parti’ye bütün kapıları kapatmış, sonraki bütün seçimlerde de politikasını “terör söylemi” üzerine oturtmuştu. CHP, bu çizgiyle yan yana yürümekle eleştiriyordu.
Konuşmasında ise sadece bu süreci birlikte pişireceklerini söylemekle yetinmedi Erdoğan, devamında da “Şimdi, AK Parti, MHP, DEM; biz en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürümeye kararı verdik. Dertliyiz, derdimiz var” dedi.
Önce komisyon çalışmalarını, diğer partiler katılmasa da bu şekilde yürütüceklerini ilan ederken, sonrasında neredeyse DEM’den bir ittifak ortağı gibi söz etti. Elbette bir ittifak ortaklığı yok ancak anayasa masası dahil, bu partilerin masada oturacağını kayda geçirdi. Bu anlamda da tarihi bir kırılma söz konusuydu.
CHP’nin adı geçmedi
Bu noktada, konuşmanın hiçbir yerinde CHP’den söz edilmemesi de dikkat çekiciydi. CHP’ye, “komisyona katıl ya da katılma, biz böyle yürüteceğiz” mesajı verildi.
Ancak aslında böyle değil. Erdoğan, bir yandan yok sayarak mesaj verirken, bir yandan da aslında anayasa masasında olmasını istediği CHP’ye, “dengeler değişti” mesajını vermek istedi.
DEM Parti açısından işler tamamen böyle mi, tartışılır. AKP ve MHP’siz bir süreç yürütülemeyeceği ortada ama hem Öcalan’ın hem DEM Parti’nin toplumsal mutabakatın sağlanması açısından CHP’yi ne kadar önemsedikleri de biliniyor. Ancak Erdoğan, CHP’yi yok sayan bir konuşma yapmayı özellikle tercih etti.
“Açık kapı” tercihi
Erdoğan’ın konuşmasında, bir af düzenlemesinden söz edebileceği söyleniyordu. Erdoğan, bu konuda somut bir ifade kullanmadı.
Ancak TBMM’de kurulacak komisyona işaret etmesi önemliydi. AKP’liler, bu komisyonun yasa çalışması yapmayacağını söylüyordu ancak Erdoğan, komisyonun ihtiyaç duyulan yasaların konuşulacağını belirtti.
Konuşmasının DEM Parti’ye atıf yaptığı bölümünde kullandığı kelimeler de bu anlamda ilginçti. Cezaevi kapılarının da açılabileceği yorumlarına yol açacak kadar ilginç kelimelendirme şöyleydi:
“Biz bir adım atana her türlü kolaylığı sağlıyoruz. Çıkış yolu arayana kapıyı ardına kadar açarız. Sular tersine akmaz. Akarsa da gerekeni yaparız. Kimse tedirgin olmasın.”
Erdoğan, “Kucaklaşacağız, konuşacağız, birbirimize karşı adım atarak yürüyeceğiz” sözleriyle sürecin bundan sonra nasıl yürüyeceğine ilişkin bir işaret daha verdi.
Karşılıklı adımlar atılır mı, hangi kapılar açılır hangileri kapanır şimdilik belirsiz ancak Erdoğan, Kızılcahamam’da yeni dönemde uygulayacağı siyaseti net biçimde ortaya koydu. Bu siyasetin çıkacağı yollar da konuşmanın tarihe geçip geçmeyeceğini ortaya koyacak.
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|