13 Temmuz 2025

Bilimler Köyü’nde Latin Amerika sineması

“Bölgesel çalışmalar” yabancı dil öğrenmeyi ve yurt dışında araştırma yapmayı mecbur kılan bir alan. Ancak buna imkânınız yoksa ve yine de Latin Amerika’ya daha yakından bakmak istiyorsanız o zaman iki önemli kılavuz sizi bekliyor: edebiyat ve sinema

Bilimler Köyü, eleştirel düşünmeyi artırmak, bilimsel eğitimi desteklemek ve bilim insanı olmaya özendirmek amacıyla kurulmuş bir açık eğitim merkezi.

Eğitim kalitesinin hızla düştüğü ve bilimsellikten giderek uzaklaşıldığı şu günlerde, merak eden, sorgulayan ve başka bir dünyanın koşullarını arayan gençler için açılmış yeni bir kapı.

Gönüllü akademisyen ve uzmanlarla genç zihinleri, kampüsün dışında ve müfredatın ötesinde interaktif bir ortamda buluşturan idealist bir proje.

2019’da bir fikir olarak ortaya çıkan ve 2022’den beri Foça’da etkinlikler düzenleyen Bilimler Köyü, bu yıl da kapılarını açtı ve öğrencilerini bekliyor.

Bu kapsamda biz de ODTÜ’den çok değerli hocam Prof. Dr. Aylin Topal ile birlikte önümüzdeki hafta (21-27 Temmuz) “Latin Amerika’da Sinema ve Toplumsal Tarih” adlı bir etkinlik düzenleyeceğiz.

Bu etkinlikte bir hafta boyunca Latin Amerika’da sömürgecilikten günümüze kadar gelişen önemli tarihsel süreçleri filmler aracılığıyla inceleyeceğiz.

“Latin Amerika” olarak adlandırılan siyasi coğrafya, aslında göründüğü kadar uzak değil. Darbeler, otoriter rejimler, emperyalizm, demokratikleşme süreçleri, neoliberalizm, yoksulluk, eşitsizlik, adaletsizlik, popülizm, devrim ve toplumsal hareketler gibi bu bölgede öne çıkan birçok olgu, kendi coğrafyamızla kıyaslamalar yapmaya da imkân tanıyor.

Bir bölgeyi, o bölgenin kendine özgü tarihsel ve toplumsal koşullarını, kültürel değerlerini ve politik mücadelelerini anlayabilmek elbette kolay değil. Bunun için olabildiğince “içeriden” bakabilmek lazım.

“Bölgesel çalışmalar” işte bu yüzden yabancı dil öğrenmeyi ve yurt dışında araştırma yapmayı mecbur kılan bir alan. Ancak buna imkânınız yoksa ve yine de Latin Amerika’ya daha yakından bakmak istiyorsanız o zaman iki önemli kılavuz sizi bekliyor: edebiyat ve sinema.

Bir direniş biçimi olarak sinema

Yazmak, tarih boyunca her zaman karşımıza başlı başına bir direniş biçimi olarak çıkmıştır. Fakat özellikle Latin Amerika gibi üç yüzyıllık bir sömürgecilik geçmişi olan bir bölgede yazmadan, anlatmadan, bilgi üretmeden direnmek düşünülemez.

Belirli bir grubun varlığını ortadan kaldırmaya yönelik soykırımlar, o grupların içselleştirdiği, yaşamın bütününe dağılmış olan, nesilden nesile aktarılan bilgiyi de yok etmeyi amaçlar. Tıpkı bundan beş yüzyıl önce İspanyol sömürgecilerin yerlilere ve yerli kültürüne yapmaya çalıştığı gibi.

İspanyolların 1533’te yıktığı İnka İmparatorluğu’nun tarihini bugün İspanyol vakanüvislerden okumamız bile bunun bir göstergesi değil mi? İnkaların tarihini, onları “barbar” ve “cahil” olarak tanımlayan sömürgecilerden dinlememiz adil olabilir mi?

İşte bu yüzden sömürgecilik dönemi bitmiş olsa da yerlilerin, ezilen halkların ve marjinalleştirilen grupların kendi tarihlerine, dillerine ve kültürlerine sahip çıkma çabası devam ediyor.  

Hegemonik söylemlerle oluşturulan “resmi” anlatıların dışında, alternatif bakış açılarının geliştirilmesi, toplumsal adalet mücadelesinin önemli bir parçasını oluşturuyor.

“Epistemolojik mücadele”, yani bilgiye ulaşma yöntemlerini ve bilginin kaynağını araştıran mücadele, Latin Amerika’da direnişin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş durumda. 

Bu bölgede siyasal mücadelenin nüvelerinin çoğu zaman edebiyatta ve sinemada ortaya çıkmış olması, elbette tesadüf değil.

Aylin hoca ile sinema-siyaset ilişkisini ele alacağımız etkinlikte bu nüveleri takip edeceğiz. Bizimle beraber düşünmek, tartışmak ve katkı sunmak isteyen herkesi Bilimler Köyü’ne bekleriz.

Etkinlikte birlikte izleyeceğimiz dört film ile bitirelim:

- También la Lluvia (Yağmuru Bile), Yönetmen: Icíar Bollaín (2010)

Sömürgecilik, uzak bir geçmişin puslu bir anısı mıdır yoksa günümüzü şekillendirmeye devam eden bir zihniyet mi? Bugünün sömürgecileri, hangi biçimlerde nasıl hükmederler?

Bolivya’da, yerlilerin yaşadığı Cochabamba’da, 2000 yılında suyun özelleştirilmesine karşı verilen toplumsal mücadeleyi anlatan film, Latin Amerika’nın beş yüzyıllık direniş tarihine giriş niteliğinde.

Bu filmin bir İspanyol yönetmen tarafından çekilmiş olması ve filmin içinde de bir İspanyol film ekibinin bakış açısının ortaya konması manidardır. 

- Soy Cuba (Ben Küba’yım), Yönetmen: Mihail Kalatozov (1964)

Bireysel acılar nasıl kolektif bir mücadeleye dönüşebilir?  Küba Devrimi’ni mümkün kılan tarihsel ve toplumsal koşullar nelerdir?  

Görsel bir başyapıt olarak övgüyle anılan ve 1990’larda yeniden keşfedilerek sinema tarihinin başyapıtları arasına giren bu film, Küba Devrimi öncesinde ve devrim sürecinde yaşanan sosyal eşitsizlikleri ve Amerikan emperyalizminin Küba’daki etkilerini farklı sınıflardan ve bölgelerden karakterlerin gözüyle, dört ayrı kısa hikâye aracılığıyla anlatır.

Sovyet-Küba ortak yapımı olan Soy Cuba, propaganda sinemasının zirvelerinden biri. Aynı zamanda devrimi ve devrimin bugüne mirasını tartışmak için fırsat sunan çok kıymetli bir tarihsel belge niteliğinde.

- No (Hayır), Yönetmen: Pablo Larraín (2012)

Diktatörler seçimle gider mi? Şili’de 1973’te iktidara el koyan ve faşist bir diktatörlük kuran General Augusto Pinochet 1988’deki referandumu nasıl kaybetti?

Toplumsal mücadelenin imkânları üzerine düşündüren bu film, oldukça tartışmalı bir politik kimliğe sahip olan Pablo Larraín’in “Pinochet Üçlemesi”nin son halkası.    

Bu filmi, yönetmenin 2023 tarihli filmi El Conde (Kont) ile birlikte tartışmak ve şu soruları da sormak günümüz Şili’sini anlayabilmek açısından önemli:  

Pinochet’den geriye ne kaldı? Diktatör ölse bile ondan kurtulmak başlı başına demokratikleşme sağlar mı? Hesaplaşma olmadan kurulacak yeni düzen, onun mirasını korumaktan başka ne işe yarar?

- La Teta Asustada (Acı Süt), Yönetmen: Claudia Llosa (2009)

Nesilden nesile aktarılan toplumsal travmalar bireyleri nasıl etkiler? Savaşın kişisel ve toplumsal hafızalarda bıraktığı derin yaralar nasıl kapanır? Kız çocukları annelerinden kalan şiddet dolu mirasla nasıl hayatta kalabilirler?

Oscar’a aday gösterilen ilk Peru filmi olan ve Berlin’de Altın Ayı kazanan La Teta Asustada, iç savaş döneminde hem askerler hem de gerilla üyeleri tarafından tecavüze uğrayan yerli kadınların gerçek hikâyelerine dayanır.

Peru’da 1980-1992 yılları arasında Maoist bir hareket olan Aydınlık Yol ile hükümet arasında süren iç savaşta, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi toplu tecavüz, bir “savaş stratejisi” olarak kullanılmıştır.

Quechua dilini konuşan yerli topluluklarının yaşadığı ve iç savaşın en şiddetli geçtiği bölge olan Ayacucho’da savaş sırasında tecavüze uğrayan hamile kadınlar, çektikleri acıların anne sütü aracılığıyla bebeklerine geçtiğine ve bundan dolayı doğurdukları çocukların “acı süt” denen bir hastalığa yakalandığına inanırlar.

Filmde de annesinin “acı sütüyle” aktardığı korku ve travmaya sımsıkı tutunmuş olan bir kız çocuğunu izleriz. Büyülü gerçekçi bir metafor aracılığıyla, kadınların içinde, en derinlerde kök salmış yumruları söküp atmaya çalışan film, en temelinde feminist bir mücadele hikâyesi anlatır.

Esra Akgemci kimdir?

Esra Akgemci, lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi İktisat (İngilizce) bölümünde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya'da lisansüstü araştırmalarda bulundu.

Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doçent olarak görev yapıyor. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

“Tropiklerde Kıyamet”: Brezilya’da laik devlet ve demokrasi tehdit altında

Siyaseti “iyiler” ile “kötüler” arasındaki bir meydan savaşına dönüştüren Trump ve Bolsonaro gibi otoriter popülist liderler, şeytanlaştırdıkları “öteki”lere karşı kendilerini “Tanrı tarafından seçilmiş kişi” ilan ediyorlar. Oscar adayı Petra Costa imzalı "Tropiklerde Kıyamet"  belgeseli, bu savaşın Brezilya’da süren muharebesini ve ülke siyasetine son dönemde damgasını vuran Evanjelikler'in perde arkasını gözler önüne seriyor

Bir diktatörlük hikâyesi

“Diktatörler ve diktatörlükler mi bir köle nüfusunu yaratır, yoksa kölelerden oluşan bir topluluk mu diktatörleri doğurur?”

Sebastião Salgado: Fotoğrafın içindeki fotoğrafçı  

Wim Wenders’ın Salgado’yu anlattığı Toprağın Tuzu adlı belgeselinde söylediği gibi, “foto” Yunancada ışık demektir, “fotoğrafçı” da ışıkla yazı yazan kişi. Gerçekten de Salgado için fotoğraf, “edebiyat gibi bir şeydi”, yazarların kalemle söylediklerini o makineyle söylüyordu

"
"