26 Mayıs 2025
Geçen hafta Kazan’da uluslararası “Kazan Forumu” vardı ve davetli konuşmacı olarak ben de orada idim. Bir soru şudur; Türkiye’deki ve dünyadaki bazı olaylar ve gelişmeler Kazan’da (Rusya’da) nasıl algılanıyor?
Bu soruya yanıtı, çoğunluğu Rusya Bilimler Akademisi üyesi olan akademisyenlerle yaptığım sohbetlere dayanarak vereceğim. Bu sohbetlerde örneğin Putin’in İstanbul toplantısına gelip gelmeyeceği sorusu da var(dı).
Sohbetlerde elbette ekonomi, ticaret, büyüme/kalkınma konuları da vardı. Kazan Forumu, “Rusya ve İslam Ülkeleri” alt başlığını da taşıyor ve haliyle ekonomi ve ticaret konularının ağırlıklı olduğu bir forumdur.
Kazan 2025 Forumu’na dünyanın birçok ülkesinden yaklaşık 8 bin 500 kişinin katıldığı bildiriliyor. Afrika’dan, Orta Doğu’dan, Orta ve Doğu Asya’dan katılımcıların olduğunu ben de gözledim.
Kazan, Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti. Ancak Tatarların giderek nüfus çoğunluğunu yitirmekte olduğu anlaşılıyor. Kazan Tatarları, Kırım Tatarları ile aynı soydan, ama arada dil ve kültür farkları da oluşmuş.
İlginç bir konu da şudur: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk aşamalarında Kazan Tatarlarının/Türklerinin önemli ilişkileri, katkıları vardır. Bunlar Mustafa Kemal Atatürk tarafından nasıl örülmüştü? Benzer ilişkiler şimdi ne durumdadır acaba?
Kazan’dan bakınca, çok kutuplu dünyada oyunlar nasıl oynanıyor? Türkiye’nin Suriye ve diğer bölgelerde dış politika başarısı/başarısızlığı nedir? Bu gibi konuları sonraki yazıya bırakıyorum.
Önce Kazan’ın kendisini kısaca anlatayım. Uçakla Kazan havalimanına alçalırken aşağıda büyük bir göl görüntüsü var. Bu görüntüyü yaratan, Türklerin İdil, Rusların Volga dediği, Avrupa’nın en büyük, en uzun ırmağıdır.
Kazan, devasa İdil ırmağının yarattığı verimli ovaların ortasındadır. Bu ırmak Rusyanın önemli enerji kaynağıdır, üzerinde çok büyük dört baraj vardır ve ulaşıma büyük katkı sağlıyor. İdil ırmağı, elbette tarımsal üretime de çok önemli katkı yapıyor.
Kazan ayrıca 19’uncu yüzyıldan başlayarak, Rusya’nın Çin ile ticaretinin merkezi olmuştur. Bu ticarette Ruslar yanında Türkler/Müslümanlar ve küçük Yahudi toplumu önemli sermaye biriktirmiştir. Böylece Kazan, önemli bir ticaret, siyaset ve kültür merkezi oluyor.
Sonuçta Kazan’da, siyaset ve din kitapları dahil, çok kitap basımı yapılır olmuştur. Bu süreçte, örneğin Kırım Tatarlarından/Türklerinden İsmail Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi ve kitapları da basılır ve satılır olmuştur.
Gaspıralı, yayınları ve gazetesi ile Türklerin ve Türkçenin birliği ve Rusya Müslümanlarının korunması için çaba içindedir. Gaspıralı, Osmanlı Devleti’nin kötü gidişini durdurma tartışmaları ve çalışmaları içinde de olmuştur.
Kazan’da bugün ünlü yazar Leo Tolstoy’un bir müze-evi var. Tolstoy burada 1841-1845 döneminde halasının bir araya topladığı kardeşleri ve kuzenleri ile dört yıl yaşıyor. Tüm kardeşler Kazan Üniversitesi’nde öğrenci oluyorlar.
Tolstoy, bir giriş sınavı ile, 1844’te önce üniversitenin Doğu (Şark, Oriental) Dilleri bölümüne kaydoluyor. Belirteyim, giriş sınavı konuları arasında Tatar Türkçesi de var. Tolstoy bu sınavda da başarılı oluyor.
Çok hareketli sosyal yaşantısı nedeniyle Tolstoy birinci sınıfı geçemiyor. Hukuk fakültesine geçiş yapmak için başvuruda bulunuyor. Başvurusu kabul ediliyor, ama iyi bir başlangıçtan sonra ikinci dönemde yine bazı derslerden kalıyor. Tolstoy, 1847 başlarında üniversiteden, bir veda mektubu da yazarak, ayrılıyor.
Kazan Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesine, tam 40 yıl sonra 1887’de, bu kez Bolşevik devriminin lideri ve Sovyetler Birliği’nin kurucusu Vladimir İ. Lenin kaydoluyor. Lenin, dul annesi ve küçük kardeşi Dmitry ile bugün müze-ev olan konutu kiralıyorlar.
Lenin Hukuk fakültesine ancak üç ay devam edebiliyor, çünkü çarlık karşıtı radikal öğrenci gösterilerinde polise yakalanıyor ve okuldan uzaklaştırılıyor. Belirteyim, Lenin’in üç ay boyunca derslere girdiği derslik ve sırası Kazan Üniversitesi’nde hâlâ muhafaza ediliyor.
Bu uzaklaştırma sonrasında Lenin, annesi ve kardeşi Kazan’da zor koşullarda 9 ay daha kalıyorlar. Bu süre boyunca Lenin sürekli okuyor, değerlendirmeler yazıyor ve kendinden daha deneyimli radikal siyasi gruplarla toplantılar yapıyor. Dikkat edelim, Lenin 1887’de henüz 17 yaşındadır.
Bugüne dönelim, günün çok erken saatinde havalimanından alındım ve Kazan’da bir otele bırakıldım. Otelin resepsiyonundaki görevlilerden birinin adı Asena. Dikkatimi çekiyor, ama Tatar adıdır düşüncesiyle doğaldır diyorum.
Asena İstanbul Türkçesiyle “Kazan’a hoş geldiniz” diyor. Sonra da açıklıyor; babam Türk, annem Tatar Türk’ü, “adımı bilerek, seçerek Asena koymuşlar.” Bir yıl önceye kadar Türkiye’de yaşamışlar, ama artık Kazan’a yerleşmişler.
Neden? “Çünkü bildiğiniz gibi Türkiye’de koşullar çok zorlaştı.” Gençlerimiz, yetişmiş insanlarımız yalnızca Avrupa’ya göçmüyorlar. Kazan’a da gelenler var demek ki.
Sonra “Kazan Forum”un yapıldığı kongre merkezine gidiyoruz. Merkez’in girişinde yerel kıyafetleri ile gençler yol gösteriyor. Ruslar, Tatarlar var; sonradan öğrendim Türkmenler, Başkurtlar da var.
Tatar olduğunu varsaydığım bir genç, yaka kartıma bakarak sesleniyor; “Men Tatar Türküyrem.” Sonra elini uzatıyor, yakasında Gülnar yazıyor. Gözleri dolu dolu bir şeyler söyledi, ama anlamadım. Bir sıkıntısını anlatmak istedi sanırım. Ertesi günlerde kendisini aradım ama göremedim.
Bu iki karşılaşmadan aklıma geldi; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamalarında Kazan Tatarlarının/Türklerinin önemli ilişkileri, katkıları oldu. Mustafa Kemal Atatürk’e yardımları oldu. Kimlerdi bunlar? Bazılarını kısaca hatırlatayım.
Bunların başında Yusuf Akçura geliyor. Akçura Rusya’da doğdu, eğitim için İstanbul’a getirildi. Jön Türk hareketine katıldı. Paris Siyasal Bilgiler Okulunu bitirdi, sonra Kazan’a döndü. Ünlü “Üç Tarz-ı Siyaset” (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) makalesini yazdı. Kemaloğlu (2017).
Akçura, 1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a geri geldi, siyasî tarih dersleri verdi. 1931’de Atatürk’ün Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin (daha sonra Türk Tarih Kurumu) kuruluş çalışmalarında görevlendirildi, 1932’de de cemiyetin başkanlığına seçildi.
Atatürk’ün sık görüştüğü bir diğer Tatar aydını da Sadri Maksudi Arsal’dır. 1880’de Kazan’ın Taşsu Köyü’nde doğdu, Rusya’daki eğitiminden sonra 1902’de Paris’te Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. 1906’da Rusya’ya döndü ve II. Rus Duma’sına üye seçildi.
Rus baskısından kaçan Arsal, önce Fransa’ya gitti, sonra davet üzerine Türkiye’ye geldi. Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşunda yer alan Arsal İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Türk Hukuk Tarihi dersleri verdi.
Atatürk, kendisini yanına çağırır ve onunla ülke sorunlarını tartışırdı. Arsal, 1930-1938 ve 1950-1954 döneminde milletvekilliği yaptı, Ankara Hukuk Fakültesi’nde dersler verdi. Arsal, Türkçenin Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılması tezini ortaya koydu.
Atatürk ile görüşen bir diğer Tatar bilim insanı arkeolog ve etnolog Hamit Zubeyr Koşay’dır. 1909’da Osmanlı’ya göç eden Koşay, Selanik’teki medresede, Macaristan ile Almanya’daki şarkiyat enstitülerinde eğitim aldı. Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun kuruluşunda önemli rol aldı, Etnografya Müzesi’nin kurucusudur.
Türkiye’de çok tanınan Tatar aydınlarından biri de Akdes Nimet Kurat’tır. 1903’te Tataristan’da Berkete köyünde dünyaya geldi, 1920’de liseyi bitirdi. 1924 yılında Türkiye’ye sığınarak İstanbul Darülfünunu bitirdi. Edebiyat Fakültesi’ne kaydolarak önce felsefe, sonra tarih bölümünde eğitimine devam etti.
Kendisi 1928 yılında Tarih Bölümü’nden mezun olduktan sonra Almanya’ya gönderildi. 1933’te doktorasını tamamladı. Bu tarihten sonra İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nde görev yaptı.
Kurat’ın Prut Seferi ve Barışı, Rusya Tarihi, Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlangıcı ve Gelişmesi (1553-1610), Türkiye ve İdil Boyu gibi önemli çalışmaları vardır. Kemaloğlu (2017).
Belirtmemiz ve anmamız gereken başka Tatar aydınlar da var elbette, ancak bunlar yeterli bilgi verdi sanırım.
Rus meslektaşlarla yaptığım sohbetlerin bir konusuna değinip yazıyı bitireyim. Bu meslektaşlarımız Putin’in 15-16 Mayıs 2025’te Ukrayna konusunu görüşmek üzere İstanbul’a gelmeyeceğini biliyorlardı.
Çünkü artık Putin’i tanıyorlardı. Ukrayna konusunda Trump’ın yolu açmasıyla, güçlü ve avantajlı konuma geçmişti, alabileceğinin en yükseğine çıkacağını biliyorlardı. Daha azına razı olmayacaktı.
Hani Trump iyi pazarlıkçıydı? Genel kanı şuydu: Trump bir otokrattı ve sınırlı bilgisiyle her şeye hükmettiğini sanıyordu. Bu konuyu, Türkiye değerlendirmeleri ile birlikte başka bir yazıya bırakıyorum.
Kaynaklar:
Kemaloğlu, İlyas (2017) “Atatürk ve Tatar Aydınları”
Savunma Haber, 2017.
İsrail’in çok yüksek maliyetli son teknoloji askeri ürünlerine karşı İran’ın daha düşük maliyetli dronlar ve etkili olduğu düşünülen uzun menzilli ve esnek bir patika izleyebilen füzeleri var. Eğer İran balistik füzelerini koruyabilirse, daha düşük maliyetli bir strateji izlediği için uzayan savaşa dayanabilir. Ancak ABD, İsrail’e zaten yapmakta olduğu yardımları daha da yükseltirse, İran’ın dayanma gücü hızlı düşecektir
İktidarın önce kendi yönettiği kamu kurumlarını ve tüm belediyeleri yolsuzluk bakımından araştırması gerekmez mi? Elbette gerekir. Başka türlü bu araştırmalara, soruşturmalar şüphe ile bakılmaz mı? Zaten bu nedenle bu araştırmalara şüphe ile bakılıyor
Otokraside vatandaşa, topluma genellikle yeterli bilgi verilmez. Toplum, verilen bilgiyle yetinmek zorundadır. Bu bakımdan, bilgi talep eden vatandaş da istenmez. İşte enflasyon verilerinin güvenilirliği burada devreye girer...
© Tüm hakları saklıdır.