14 Haziran 2025
Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluk yıllarından cephelerdeki cesaretine, diplomasi başarılarından Cumhuriyet’i kuran vizyona uzanan Sarı Paşa ve Türk Mucizesi, Kaya Boztepe’nin ifadesiyle, “Bir liderin değil, bir milletin yeniden doğuşunun hikâyesi.”
Boztepe, kitabında bugün Atatürk’ün “adı bile korkularla anıldığını”, okullarda eksik anlatıldığını, bazı kitaplardan sayfa sayfa silindiğini söylüyor. Bu unutturma çabası, onun sadece bir ideolojiyi değil; adaleti, liyakati, vicdanı temsil etmesinden mi kaynaklanıyor, diye soruyor.
Harbiye yıllarındaki dostluklardan Sofya’daki diplomatik gecelere, Çanakkale’deki ‘kınalı kuzular’dan sanata ve hukuka duyduğu inanca kadar uzanan anlatıda, Atatürk’ün çok katmanlı karakteri adım adım açılıyor. Kaya Boztepe’nin yıllara yayılan arşiv taraması ve anlatıcı dili sayesinde, okur yalnızca Atatürk’ü değil, düşünce sistemini de yeniden tanıyor.
Boztepe ile online görüştük ve Sarı Paşa’nın insan yanını, askeri stratejisini, kültürel vizyonunu ve unutulmak istenen mirasını konuştuk.
- Kitabınız çıktı, tebrikler. İlk olarak sormak istiyorum: “Gazi Paşa’nın adı bile korkularla anılıyor… Okullarda öğretilmiyor, kitaplarda sayfaları eksik” diyorsunuz. Bugünün Türkiye’sinde Atatürk’ü sistematik olarak görünmez kılmaya çalışan asıl neden sizce nedir?
Ümmet’ten millete geçmek, kulluktan vatandaşlığa geçmek kolay olmadı. ‘’Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’’ derken de, ‘’adalet mülkün temelidir’’ yazarken de, Atatürk neden hep adalet sisteminin en kutsal değerimiz olduğu vurgusunu yaptı? Çünkü kanun karşısında herkesin eşit olduğunu, üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğü öne çıkaran bu lider, kadın, çocuk, hayvan haklarından, doğa ve ülkenin öz kaynaklarına kadar her zaman halkını korudu ve kolladı. Daha savaş meydanlarında ülke bağımsızlığına kavuşmadan önce, neden yurt dışına burslu öğrenciler gönderdi, yurtdışından ilim adamları, konularının uzmanı eğitimciler getirtti? Çünkü cahil bilmez, kadercidir, ‘’kandırıldık’’ der çıkar işin içinden, sorgulamaz, kabullenir oysa bilgi sahibi insan sorgular, hakkını arar ve ancak böyle bir ülkenin halkı refaha erebilir, ilerleyebilir. Şimdi soruya bir de bu açıdan bakalım, bir ülkeyi içeriden veya dışarıdan ele geçirmek isteyen kuvvet adalet ister mi? Orta çağ Avrupası’nda olduğu gibi feodal bir yapı içinde halkın yaşadığı toprağı da, halkı da kendi malı gibi gören, onları kullanan, kanını emen kuvvet karşısında hesap soran, adil bir sistem ister mi? 6 yaşında bir çocukla evlenmeyi normal gören, cariyelik sistemini ya da birden fazla kadın ile evlenmeyi uygun bulan, kadını bir mal gibi gören zihniyet, halkın bilgili, görgülü, eğitim sahibi olmasını ister mi? Bu örnekleri çoğaltabiliriz ancak özellikle Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Avrupa, Amerika’da bile olmayan olağanüstü hak ve imkanları bize altın tepsi içinde sunan Atatürk’e karşı, hainlerin bu tepkileri çok da normal değil mi?
- Atatürk’ün Harbiye yıllarındaki Fransızca sohbetleri, bireysel duruşu ve seçilmiş dostlukları dikkat çekiyor. Bu kişisel tercihler, ileride Cumhuriyet’in düşünsel ve toplumsal altyapısını şekillendiren kadroya nasıl dönüştü? Mustafa Kemal çevresini neye göre kuruyordu?
Atatürk’ün duruşu daha çocukluk yıllarında, mahalle mektebinde bile çok farklı. Bir kere çok zeki. Muhteşem bir analiz ve matematik kafası var. Meraklı, pratik ve sonuç odaklı. O yıllarda bile iki kuruşu olsa kitaplara yatırıyor. Manastır Askeri Lisesi’nin yatakhanesinde herkes uyurken o battaniyesinin altında fenerle kitap okuyor. Duruşu, görüşü, bilgisi, zekası ve nezaketiyle herkesi kolayca etkisi altına alabilen bir lider. Yani hiç bir şey durup dururken birden bire olmuyor. Bilgiye, yeniliğe aç, her konuda daha iyi olmak için kendisini yetiştiren, kendisi ile yarışan bir lider. Fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olan böyle bir liderin kendisine örnek aldığı insanlar sadece çevresindekiler ya da tanıdıkları değil ki! Tarih okuyor, tarihten insanların anılarını, biyografilerini okuyor. Edebiyat, felsefe okuyor. Böyle birinin kuracağı dostluklarda aradığı ve önem verdiği değerlerin olması son derece doğal tabii.
- Sofya’daki Carmen operası gecesinden, Ankara’da Beethoven’in 9. Senfonisi’nin çalındığı konsere kadar uzanan bir kültürel hat çiziyorsunuz. Sizce Atatürk için sanat; sadece estetik bir beğeni mi, yoksa toplumu dönüştürmenin planlı bir aracı mıydı?
Sanat insanların, toplumun izdüşümüdür. İnsanlar değiştikçe, sanat da değişir ancak burada yine konu gelip bilgi ve görgüye dayanıyor. Bunu iyi anlayıp hazmedebilmek için Atatürk’ün sanata bakışını irdelemek lazım. Arıburnu cephesi komutanı Mustafa Kemal, siperlerin en uç noktalarına kadar gidip askere moral verirdi. Yine böyle bir günde, cephede duvara sigara külleriyele yazılmış olağanüstü bir yazı gördü. Yazı askere moral için yazılmıştı. Çok yetenekli, usta bir hattatın elinden çıktığını tahmin ettiği yazıda ‘’Gayret bizden tevfik Allah’tandır’’ yazıyordu. Yarbay Mustafa Kemal hayranlıkla bunu inceledikten sonra emir verdi. ‘’Derhal bunu yazanı bulup bana getirin.’’ Biraz zaman geçtikten sonra genç bir asker gelip selam durdu ve ‘’İstanbullu Macit, emredin komutanım’’ dedi. Yarbay Mustafa Kemal’in emri son derece netti. ‘’Derhal siperden çık ve İstanbul’a dön. Biz gerekirse çarpışır ve ölürüz ancak bu millet bu kadar güzel yazan bir sanatçıyı zor bulur!’’ Atatürk bunu görüp bu emri vermemiş olsa dünyaca meşhur, Hattat Macit Ayral, bir çok eser bırakıp, öğrenci yetiştirmek yerine belki de Çanakkale’de şehit olmuş meçhul bir asker olacaktı. ‘’Sanatsız kalan milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir’’ diyen Atatürk için sanat, hayatın kendisi demekti.
- Çanakkale’de ‘kınalı kuzular’ın, süngüsünde mermi olmayan çocukların hikâyesi, yalnızca bir savaş anısı değil; büyük bir yitimin, kaybolan geleceğin de temsili gibi. Bu anlatıda Mustafa Kemal’i sadece bir asker olarak değil, bir felaketin tanığı olarak da görüyoruz. Savaşın insani bedeliyle kurduğu ilişki nasıldı sizce?
Çanakkale Savaşı sonrası 3-4 sene boyunca mezun veremeyen okullarımız vardı. Gencecik kınalı kuzuların yanı sıra, ülke genç kuşak ve en iyi yetişmiş subay kadrolarını da kaybetti. ‘’Eğer vatan savunması için şart değilse her savaş bir cinayettir’’ diyen tek komutan olan Mustafa Kemal Atatürk, 4 gün 4 gece süren çarpışmalardan sonra ölü ve yaralılarını toplamak üzere yapılan ateşkes sırasında kopan eller, kollar, bacaklar, yanık et ve çürümüş ceset kokusu ile insanın burnuna, kulaklarına giren sinek bulutlarını, acı içinde inleyen yaralıları anlatır anılarında. Savaşta tek kazanan emperyal güçler ve silah tüccarlarıdır. Bugün Gazze’de yaşanan soykırımda olduğu gibi. Olağanüstü bir mucize ile bağımsızlık savaşını kazanmış ülkenin Başkomutanı işte bu yüzden savaş sonrası herkesle barış odaklı ilişkiler kurmuş ve o günden sonra bir daha asla Mareşal üniformasını giymemiştir. Bir kere hariç, onun da ibretlik hikayesi Sarı Paşa ve Türk Mucizesi kitabımda.
- Trablusgarp’ta sivil kılıkta, gazeteci gibi cepheye inen Mustafa Kemal’i anlatıyorsunuz. Sahadaki gözlemlerini doğrudan yapması, aynı anda hem askeri strateji hem de iletişim yönetimini üstlenmesi açısından nasıl bir liderlik vizyonu gösteriyor?
Zaten başarı buradan geliyor. Hiçbir tecrübesi olmadığı halde sadece Saray damadı olduğundan, rüyasında görse hayra yormayacağı makamlara gelen Enver Paşa’nın Sarıkamış’ta bilinçsizce yok ettiği ordumuz, kimsenin haberi olmadan tek adam olarak verdiği kararla bizi aniden Birinci Dünya Savaşı’nın içine sokmasını düşünelim. Sonra da her türlü zorluğa rağmen, ordunun her kesim ve her kademesinde çalışıp tecrübe edinen, bir kurmay olarak kendisini son derece iyi yetiştiren Mustafa Kemal’e bakalım. Sadece teori değil, bizzat yaşanan tecrübelerin, kendisiyle barışık, öğrenmeye açık olan bir zihniyetin vizyonudur bu. Bir çoğumuz Atatürk’ün ne zaman yarbay, albay olduğunu bilir ancak ne zaman paşa olduğunu bilmez. Çapakçur muharebeleri ismi verilen ve Türk ordusunun Mustafa Kemal’in komutasında Rusları püskürterek Bingöl bölgesi, Muş, Bitlis dahil olmak üzere topraklarımızı geri alıp Rusları kendi sınırlarına kadar kovalarken Alparslan ve Napolyon taktikleri uyguladığını pek bilen yoktur. İşte burada Paşa olmuştur Mustafa Kemal. Kurtuluş savaşımızda düşmana son darbeyi vurduğumuz ve ‘’Kurt Kapanı’’ olarak isimlendirilen plan için ‘’Paşam eşi benzeri görülmemiş, olağanüstü bir plan’’ dediklerinde o, ‘’yoo aslında Anabel’in Cannes manevrasına pek benzer’’ dediği de bilinmez. Çünkü o dahi beyin, bilgi ve tecrübe ile pekişmiştir.
- Kral Ferdinand’la opera izlerken kıyafet seçimine kadar titizlenen bir Mustafa Kemal portresi çiziyorsunuz. Bu tür simgesel detaylarda onun devlet adamı kimliği nasıl belirginleşiyor? İnce diplomatik jestler, onun dış politika anlayışında nasıl bir rol oynuyordu?
Atatürk çok iyi çalışan bir lider. Her ne yapılacaksa, yapılacak işle ilgili her türlü bilgi, detay ve ne tip sıkıntı ve engeller çıkabileceğini analiz edip, ona göre planlar kuran bir lider. Devletler, tarihleri, kültürleri, töreleri, artıları, eksileri ve o devleti yönetenlerin ilgi alanlarından zaaflarına kadar her ayrıntıyı hesaplayan biri. Sadece hitabeti değil, giyimi, kuşamı, oturup kalkması, beden dili, ses tonu, bakışını bile buna göre ayarlayan bir dahi. Bir kere bence hala tarihten günümüze, dünyanın en şık giyinen, en karizmatik, en yakışıklı devlet adamı. 1930 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin üniformalarını Coco Chanel’e tasarlatıyor, şaka gibi!
- Sofya’da bir yandan gece kulüplerinde dans ederken, diğer yandan askeri ataşelik gibi ciddi bir görev yürütüyor. Hem askeri hem entelektüel hem diplomatik biri olarak aynı anda var olabilmesi bize neyi anlatmalı?
Atatürk sadece zeybek oynarken diz çökmüş bir liderdir. Bunun dışında kimse ona diz çöktürememiştir. Gece kulüplerinde dans ise hiç duymadığım, muhtemelen yobaz tayfasının iftirasıdır. Müzik ve dansı çok severdi. Hem dizlerini vura vura zeybek oynar, hem de değme Avusturya elitlerini çatlatacak zarafette vals yapardı. Halkın içine karışır horona dururdu. Artvin barı, onun çok hoşuna gidip halk oyunları ekibinin arasına girip onlara katılmasından sonra ‘’Atabarı’’ olmuştu. Sofya’da askeri ateşemiliter olarak görev yaptığı dönemde resmi davetlere, balolara ve sosyal etkinliklere katılıyordu. Hatta Bulgaristan Hükümeti’nin davetlisi olarak icabet ettiği maskeli baloya halkın genelde ‘’yeniçeri kıyafeti’’ dediği ancak aslının ‘’Sancakbaşı Uçbeyi’’ olan kıyafetle katılması büyük sansasyon yaratmış, baloda yapılan dans yarışmasında kendisine sırılsıklam aşık olan Bulgaristan Başbakanı’nın kızı ile yaptıkları vals sonrası birinci olmuştu. Bunu yaparken de ulaşmak istediği hedef, aklında olan plan var. Kitabımda bu ve benzeri çok keyifli anılara yer verdim. Halkla iç içe olmayı seven, bulunduğu ortama rahatlıkla uyum sağlayan, herkesi etkisi altına alan biriydi. Bir bakarsınız yol çalışması yapan işçilerle soğan ekmek yiyor, bir bakarsınız oturmuş bir tabureye esnafla muhabbet ediyor ya da gençlerle yüzüyor, kürek çekiyor.
- Kitabın sonunda “Bu ülke bize miras bırakılmadı, ödünç verildi” diyorsunuz. Bu cümle bugünün gençliğine nasıl bir sorumluluk yüklüyor sizce? Genç kuşak bu emaneti taşıyabilecek bilinçte mi?
Bağımsızlık ve özgürlük bu ülkenin genlerinde, damarlarındaki kanda var. Beyinleri uyuşturmaya çalışanlar, ülkeyi bölmeye, halkı ayrıştırmaya ve bölücülük yaparak nefret körüklemeye çalışanlar, Atatürk’ün dediği gibi içerde ve dışarda ‘’hainler’’ her zaman olmuştur, olacaktır. Bizler de ortalığı boş bıraktık. İdealist ve iyi yetişen orta halli nesillerin çocukları olarak, neyin daha önemli olduğunu anlayamadan memuriyetten uzak iş dünyasına ve maddiyata yöneldik. Genç kuşaktan önce kendi adımıza öz eleştiri yapmamız gerekiyor. Para kazanacağız diye mülkiyeyi, emniyeti, askeriyeyi, eğitimi boş bıraktık. Boş bıraktığımız yerleri din tacirleri, yobazlar, tarikatlar, kifayetsiz emir erleri ve yalakalar ele geçirdi. Bilgiden, görgüden, bizi biz yapan değerlerden uzaklaştık. Bütün bu olumsuzluklara rağmen genç neslin hak, hukuk ve özgürlüklerine sahip çıkma çabaları, tüm iftira ve unutturulma uğraşlarına rağmen Mustafa Kemal Atatürk’e olan sevgi ve saygının tavan yapması, genç kuşağın aslında ne kadar bilinçli olduğunu gösteriyor.
Kaya Boztepe kimdir? Kaya Boztepe 22 Ağustos 1964’de Chicago, Illinois’de doğdu. Ailesinin Türkiye’ye kesin dönüş yapmasıyla orta ve lise öğrenimini TED Ankara Koleji ve English High School’da tamamladı. Yüksek tahsili için tekrar Amerika’ya döndü. CUNY Queens College ve Baruch College’da Ekonomi ve İşletme okudu. Planet Green NY firmasının CEO’su olan Kaya Boztepe aynı zamanda TED İstanbul Vakfı temsilcisi, College Prep ve Atatürk Society of America yönetim kurulu üyesidir. Aralarında bir çok Fortune 500 şirketlerinin de bulunduğu iş dünyasında üst düzey yöneticilik yapan Boztepe başta Wal-Mart zinciri olmak üzere organik, dönüşümlü ürün, arıtma ve doğal enerji projelerini başlattı. Dünyanın bir çok şehrinde gerek bu konularda, gerek yöneticilik, iş idaresi, iletişim, insan kaynakları ve kişisel gelişim konularında eğitim ve seminerler veren Kaya Boztepe, Atatürk Society of America adına da dünyanın bir çok ülkesinde Atatürk seminerleri vermektedir. Burs imkanları, okul ve meslek seçimi, Kongre, Senato ve Beyaz Saray’da stajyerlik ve lobi faaliyetleri konularında da gençlere yol gösteren Boztepe Türk Amerikan Gençlik Derneği kurucusu ve ilk Başkanıdır. İlk Türk Günü Yürüyüşleri, toplum örgütlenmesi, Kongre, Senato ve Beyaz Saray ile ikili ilişkiler başta olmak üzere, Türkiye’yi ilgilendiren her konuda aktif olarak çalışmalar yapan Boztepe uzun yıllar Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu Kongre Başkanlığı ve yönetim kurulu üyeliği, 2 dönem üst üste Genel Başkanlık görevinde de bulunmuş, halen Türk Amerikan Dayanışma ve Dostluk Gurubu Başkanlığı görevini yürütmektedir. Kaya Boztepe yazar, motivasyonel konuşmacı ve eğitim danışmanıdır. |
Ebru D. Dedeoğlu kimdir? Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı. Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı. Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla bire bir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejileri üzerine çalıştı. Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu. Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı. |
"Fatih’in entelektüel ilgileri, kişisel bir merakın ötesindedir; kültürel bir yeniden inşa projesinin parçasıdır. Hem İslam dünyasına hem Batı’ya seslenir. Sadece bir halife değil, bir Roma imparatoru olarak da anılmak ister. Bu, onun zihinsel haritasının çift merkezli olduğunu gösterir"
"Bir şehir gezgini olmanın temelinde o şehre ait temel bir sosyal tarih bilgisi ve güçlü bir beş duyu şarttır, diye düşünüyorum. İstanbul gerçekten çok katmanlı bir şehir ve gerçekten tarihin izlerini her şeye rağmen barındırıyor"
"Korku sadece ruhu değil, bedeni de zehirliyor. Birbirimizden korkuyoruz. Kendi türünden korkan tek canlıyız. Devamlı kendini yine kendi türüne karşı koruyan, ona sistematik ve bilinçli bir şekilde zarar veren; hem bu kadar akıllı olup hem de aklını kendi türüne zarar vermek için kullanan başka bir canlı yok. Ve bütün bu güvensizlik için gereken ortamı sistem hazırlıyor"
© Tüm hakları saklıdır.