25 Mayıs 2025

Fatma Aydoğan: Dünya müzikleri bizim kulağımızda gezerken, neden bizim müziğimiz dünyada duyulmasın?

“Kendi kendime uğraştığım dönem içerisinde bu sesleri de sevdiğimi fark ettim. Şimdilik etnik enstrümanlar daha az duyuluyor olabilir; bu henüz ilk yayınladığım bestem. Ancak zamanla ufak tefek eklemeler de olacak elbet. Dünya müzikleri bizim kulağımızda gezerken, neden bizim müziğimiz dünyada duyulmasın, dinlenmesin diye sorularım oldu kendime. Belki böyle olması durumu daha da farklılaştırır diye umut ettim"

Uzun yıllar Türk Halk Müziği eğitimi alan ve kulağını da bu türde yetiştirerek bu toprakların seslerini kendine özgü bir şekilde yorumlayan Fatma Aydoğan, bu kez bambaşka bir şarkıyla karşımızda. Söz ve müziği Aydoğan’a ait olan “Gitme Gitme”, Türk Halk Müziği’yle elektronik müziği bir araya getirerek halk müziğinde çok fazla aşina olmadığımız “sentez”lemeyi farklı bir boyuta taşıyor. Her iki tarzı paralel bir dengede tutturarak, kulak tırmalamayan ve dinleyiciyi yormayan bir parça olan “Gitme Gitme”yi ve Fatma Aydoğan’ın müzik kariyerini konuştuk.

- Müziğe erken yaşta piyano çalarak başlamışsın. Neler dinliyordun o zamanlar? Halk müziğiyle tanışman nasıl oldu? Seni halk müziğine çeken neydi? 

Müziğe yeteneğim ilkokul çağlarımda başladı ve öğretmenlerim tarafından da fark edildi. İlk müzik öğretmenim kaval çalıyordu. Küçük bir ilçede yaşıyorduk ve o zamanlar türküler daha çok seviliyordu. Ben de daha ikinci sınıftayken sahneye çıktım; ilk türküm “Su Sızıyor”du. Böyle devam etti; ilgim arttı ve büyüdü. İstanbul Kadıköy’e babamın tayini çıkınca, orada da farkındalık devam etti ve hocalarımın desteğiyle okulda birçok etkinlikte görev almaya başladım. Sonrası zaten belliydi; güzel sanatlar ve konservatuar yolunda devam ettim. Eğitimimi Safranbolu Güzel Sanatlar Lisesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı THM ses eğitimi üzerine tamamladım. Hocalarımın üzerinde çok emekleri var; Safranbolu'da piyano çalmaya başladım ve bunu bırakmadım; terapi gibi geliyordu. Orada da sesimle ön plandaydım. Yarışmalara katıldım ve dereceler aldım; bölge birinciliğim ve Türkiye ikinciliğim var. Bu tutku bu günlere kadar devam etti. Sesimin koloratur soprano oluşu, beni hep tiz seslerde dolaşmaya hevesli kıldı. Bozlaklar ve türküler lise dönemimle canlandı; “bozlak” çığlık ve feryat anlamı taşıyor. Büyümeye ve varoluşsal kaygılar yaşamaya başlayınca kendimi bozlak söylerken buldum. Bir de baktım ki sesim birçok insanın duygularına temas ediyor. Konservatuar eğitimi, halk müziği ses eğitimi olduğu için bu alanda daha fazla bilgi edinmeye başladım. Bakış açım derinleşti, Türk müziğindeki kültürel farklılıkları keşfettim ve bundan beslendim. Hocalarıma da ayrı ayrı teşekkür ederim. Neşet Ertaş ve diğer ustalar (Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali) ve birçok halk müziğinde kültürümüze yön vermiş ustalar başımın tacı oldu. Yaşanmışlık duygusu, tarih, ağıtlar; her şey o kadar gerçekti ki ben kendimi burada muhafaza ettim. Sesimin birçok tarza yatkınlığı var, ancak gene de burada uzun bir süre kaldım. Halk müziği ozan ve aşıklarının yanı sıra Selda Bağcan, Gülden Karaböcek, Neşe Karaböcek, Cengiz Özkan, Erdal Erzincan, Sabahat Akkiraz ve Erol Parlak (ki zaten konservatuarda repertuar hocamdı) bu isimlere de büyük saygı duyuyorum; en çok zamanımı ve birikimimi neredeyse Can Etili'ye, şan hocam Güleram Balteya ve kendisine borçluyum. Sayabileceğim çok isim var. Bunların yanı sıra, Şebnem Ferah, Sertab Erener, Candan Erçetin ve Sezen Aksu gibi sanatçılarımızı da severek dinliyordum. Dinlediğimiz müzik, bizim tarzımızı belirleyen bir faktör.

- Müzik yolculuğunda keşif yaparak ilerlediğini söylüyorsun. Nelerle karşılıyorsun bu yolculukta? Neleri heybene atıyorsun, neleri pas geçiyorsun misal? 

Öncelikle her zaman dinlediğim halk müziği kulağımın bir köşesinde hep var. Zaman içerisinde teknoloji ve müziğin gidişatına bakınca elektronik sound’lar gözden kaçmıyor. Bir gün ben bu besteleri yaparken Rammstein’la alakalı bir paylaşıma denk geldim. Huma kuşunu elektronik sound içerisinde insanlara dinletiyordu. Çok da etkilendim. Aynı zamanda İbrahim Maalouf ve onun sentezlerini çok severim. Daha sayamayacağım birçok kişi var. Benim çizdiğim yol da belki böyle bir duruma vesile olur diye de hayal kurmaya başladım ne yalan söyleyeyim.

Şöyle ki; eşim halk müziği seven biridir ama aynı zamanda da elektronik müzik de dinlerdi. Ben de bir iki kulak verdim sonra biraz açıldım araştırmaya başladım. Dünya müzikleri, bu kültürlerin halk müzikleri, bu kültürel tınıları elektronik müziğe yansıtma şekilleri dikkatimi çekti ve hoşuma gitti. İlginç bir şekilde orada duyduğum bir melodi bana beste bile yaptırdı. İlk beste yapma hikâyem bu değil ama zamanla böyle olmaya başladı. Heybeme aldığım şey müziğimi daha güçlü icra edebileceğim bir şeyin olduğunu görmek oldu ve daha yenilikçi bir adım atmak istedim. Heybemde zaten dinlediğim türküler ve şarkılar vardı. Yaş aldıkça kendimi tanıma, dinlediğim müziklerde etkilenme sürecine girdim. Zaten güzel sanatlarda da batı müziği ve halk müziği aynı eşdeğer bir disiplinde gidiyordu. Ben her ikisine de severek çalıştım. Belki de ortaya çıkan bu sonuçlar onun göstergesi olabilir. Hâlâ kendime sorduğum düşündüğüm arayışlarım var. Sonuçta oldum dememek gerek. Zaman, yaş, bir şeyler yaparken bizi şekillendiriyor. Üstat demiş ya, “Zaman sana uymazsa sen zamana uymasını bil.” Neşet Ertaş’ın bu sözü kulağıma küpedir. Sonuç olarak dünya müzikleri, elektronik müzik ve kendimi hayal ettiğim bir yer var. Umarım pas geçtiğim bir şey yoktur çünkü hiçbir detayı pas geçmemeye çalışıyorum. Yorumumu bile olduğu gibi bıraktım. Halk müziğini nasıl söylüyorsam üretimlerimi o şekilde yapmaya gayret ediyorum. Evet, halk müziği enstrümanları biraz daha az duyuyoruz, aralara serpiştiriyoruz ancak ilerisi için düşündüğüm bir zaman için yeri gelecek tümüyle de duyabilecek dinleyiciler. O da sürpriz olsun. 

- Yeni şarkın “Gitme Gitme”de bu keşif yolculuğunda ilk defa bu kadar keskin bir şekilde makas değiştiriyorsun sanırım. Biraz “Gitme Gitme”nin çıkış hikâyesinden bahseder misin? 

Aslında çok keskin bir makas diyemeyiz. Bestenin alt duygusunda, türkü hissi veren bir durum var. Bir bağlama ile çalınsa, okunsa tamamen bir türkü alt yapısı var. Sadece daha yeni sound kullanmayı seçtim. Böylelikle kendimi daha iyi ifade edeceğimi düşünüyorum.  İlk yayınladığım şarkım “Uyan Uyan” ile başladım bu yolculuğa. O da “Esin Aydıngöz” düzenlemesi. Öncesinde de denemeler yaptım ufak ufak “Gayrı Dayanamam” gibi, “Şeker Oğlan” gibi. Devamı hemen gelemedi. O süreçte kızım dünyaya gelmişti ve onu büyütmekle meşguldüm. Yeni besteler de yapmaya başlamıştım ve birikti. Biz de artık kararımızı verdik. Lise çağlarımdan beri beste yapmaya merakım vardı. Yaptığım şarkılarım da var şarkı formunda. Zamanla türküye evrildi. “Gitme Gitme”de her insan gibi yaşanmışlık hikâyesi. Problemlere çözüm odaklı olmaya başladığım çağlarda kendimi ve karşımdakini anlamaya çalıştığım dönemlerde yazdım. Sezen Aksu “Git Git Gitme” diyor ya ben direk olarak “Gitme” demeyi tercih ettim. Aslında büyük olmayan sorunlar bile biz sanatçı ruhlar için dünya meselesi hâline gelebiliyor. O duygu içimize bir girdi mi böyle şarkılar dökülüyor. Ne mutlu ki aktarabilme becerimizin olması bize verilmiş bir hediye. En büyük destekçim eşim oldu bu konuda. Aranjörümüz Ahmet’le tanıştırdı. Birlikte hayal kurduk, birlikte yol aldık. Kararlarımızı birlikte verdik. Aynı zamanda prodüktörlüğümü de yürütüyor. Umarım güzel bir etki bırakırız. 

- Türk müziğini evrensel bir boyuta taşımaktan bahsediyorsun. Bir halk müziği parçasını elektronik tınılarla bir araya taşımakta bu esas amacın mıydı yoksa araç mıydı

Esas amacım bu olabilir. Bir araç olarak kullanmayı düşünerek yola çıkmadım ama vesile olursa ne mutlu. Güçlü sesleri severim ve kendimde de o gücü hissediyorum. Seslendirdiğim birçok eser, belli bir güç isteyen frekansta. Sanırım beni destekleyen enstrümanların da öyle olması beni iyi hissettiriyor. Kendi kendime uğraştığım dönem içerisinde bu sesleri de sevdiğimi fark ettim. Şimdilik etnik enstrümanlar daha az duyuluyor olabilir; bu henüz ilk yayınladığım bestem. Ancak zamanla ufak tefek eklemeler de olacak elbet. Dünya müzikleri bizim kulağımızda gezerken, neden bizim müziğimiz dünyada duyulmasın, dinlenmesin diye sorularım oldu kendime. Belki böyle olması durumu daha da farklılaştırır diye umut ettim. Bu sesleri kullanmak, hem çağ içerisinde müziğin ilerlediği akışta kalmak için hem de benim performansımda beni iyi hissettiriyor.

Yeni şeyler denemekten çok fazla korkmam. İçimden gelen müziği yapmaya çalışıyorum. Bu da bir müzisyenin gelişimi için iyi bir şey diye düşünüyorum. 

- Bizde özellikle 2000’lerin ortasından itibaren müziğin birçok türünde Doğu-Batı sentezi yapma hevesi vardı. Bunda Batı’nın oryantalist yaklaşımının had safhada olduğu bir döneme denk gelmesinin büyük bir rolü vardı. Orient Expressions örneğin, özellikle yeni yeni hareketlenen Asmalı Mescit tayfasında çok tutuluyordu. Ancak senin bu örneklerden farkın gerçekten “Türk müziği”ni Batılı bir tarzla harmanlayarak sunuyor olman. Kendi müziğinle bu örnekleri karşılaştırmanı istesem arada ne gibi farklar ortaya çıkar? 

Bu arada, Expressions'a denk geldiğimi, dinlediğimi hatırlıyorum; onlardan da etkilenmiş olabilirim, çünkü birçok müzik dinledim. Çok büyük farklar gözetmeksizin, yaptığımız müzikte sözler ve müzik (beste) zaman zaman bize ait olup, düzenlemenin; sözün ve müziğin etrafında aynı uyum içerisinde olması gerekiyor. Melodilerin ve ritimlerin tekrarlayan bir biçimde olmaması, sözün, müziğin ve icranın ön planda olması önemlidir. Aynı zamanda elektronik dans ritimleri değil, etnik ritim ölçülerinin de kullanılıyor olması, dinleyicilerimiz tarafından zamanla görülecek. Örneğin, 5/8 ölçüdeki bir türkü, yine o ölçüde kalacak; akorlar da o türküye uygun yazılacak ve yüzeysel kalmayacak. Müzik analizi yapabilecek kadar bir uzman değilim, ama görebildiğim farklar şimdilik bunlar.

- Yeni projelerinde de arayışın devam edecek gibi görünüyor. Aklında var mı bir şeyler?

Müzik, etkileşimle gelişen ve dönüşen bir şey. Şu anki yerim henüz taze; biraz burayı korumaya çalışacağım. Türküleri saf hâliyle okumayı bırakmayı düşünmüyorum. Belki bu tarzın dışında eserler de duyabilir dinleyiciler (arabesk gibi), ama önceliğim bozlaklar ve bu konuda bir hayalim var; o da sürpriz olsun. Zamanın ilerisinde düşünmek bazen zor olabiliyor. Biz de 2018'de böyle fikirler oluşmaya başlamıştı; erken olduğunu düşünmüştük. "Hey Douglas" yeni yeni büyümeye ve dinlenmeye başlamıştı. Şimdi insanlar, dijital çalışmaları daha iyi anlıyor ve seviyor. Umarım biz de halkın gönlünde bir yer ediniriz.

Burak Soyer kimdir?

1986 yılında Kütahya'da doğdu. 1992 yılında Çanakkale'ye yerleşti. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Alman Dili Edebiyatı'nı kazandı. Aynı yıl okulu bıraktı. Bir süre garsonluk yaptı.

2005 yılında Radikal Gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Kitap Eki'nde gazeteciliğe başladı. Aynı yıl Rolling Stone Türkiye'nin açılmasıyla birlikte Rolling Stone'a müzik yazıları yazdı. 2006-2008 yılları arasında Akşam Gazetesi Ekler Servisi'nde muhabir olarak görev yaptı. Daha sonra "memleketi" Çanakkale'ye dönüp Çanakkale Olay Gazetesi'nde çalıştı.

İnternethaber.com, Sözcü.com.tr, Toplumsal Haber gibi internet haber sitelerinde Siyaset, Gündem, Spor, Yurt Haberler, Kültür Sanat, Yaşam, Lifestyle servislerinde editör olarak çalıştı. Trend Medya'nın YouTube kanalı için kültür sanat ve spor programı hazırlayıp sundu. Son olarak İstanbul Karaköy MONO dergisinin editörlüğünü yapıyordu.

Şimdiye kadar Milliyet, Hürriyet, Hürriyet Kitap Sanat, BirGün, BirGün Pazar, BirGün Kitap, Taraf, Cumhuriyet Pazar, T24, Gazete Duvar, sendika.org, solhaber.org'a, siyaset, edebiyat, müzik, sinema, tiyatro yazıları yazdı. Halen T24 Haftalık, Bianet ve OT dergisine kültür sanat, K24, Edebiyathaber.net, Oggito, Ne Okuyorum?, Ajandakolik, Mahal Dergi, Romanoku internet sitelerine de edebiyat yazıları yazıyor.

2017 yılında ilk kitabı Zıvana Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı. Zıvana'nın devamı olan Buji de 2019 yılında aynı yayınevinden çıktı. Son romanı Ring ise, geçtiğimiz Eylül ayında Karakarga Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Ayrıca bir de kısa film senaryosu bulunmaktadır.

2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sanat Tarihi bölümündeki eğitimine devam etmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

“Çeper Kolektifi, sistemin ötekileştirdiklerini bir araya getiren, geçimsizliğinden kolektif bir direnç yaratan bir alan”

“Çeper Kolektifi, dışarıda bırakılanların, merkez tarafından susturulanların, norma itaat etmeyi değil kendi varoluşunun koşullarını üretmeyi seçenlerin alanı olarak var. Kenara itilmiş bizler; süreç boyunca birlikte hareket etmeyi, paylaşmayı ve bu yazıda olduğu gibi birlikte üretmeyi deneyimledik”

Gripin: Hızlandıkça unutuyor, unuttukça alışıyor, alıştıkça döngünün parçası oluyoruz

“İnanılmaz bir ivme ile hızlanıyoruz. Bazen sifondan gelen akıntıya benzetiyoruz durumu, hızlanan, hızlanan ve sonunda suyu da pislikleri de yok eden akıntıya. Hızlanıyoruz, hızlandırılıyoruz sanki bir şeylere yetiştiriliyormuş gibi. Hızlandıkça unutuyor, unuttukça alışıyor, alıştıkça döngünün parçası oluyoruz”

Sattas: Tam da böyle bir dönemde “Çıplak Kral” şarkısına ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz

“Bu kadar kaygının, krizin, umutsuzluğun olduğu bir ortamda çıkış noktası bulamayan insanlara bir mesaj iletmek istedik. Şarkının sözlerinde de belirttiğimiz gibi yanındakine güvenip birlik olup gülümseyerek sevgiyle, bir şekilde her şeye çözüm bulabiliriz”

"
"