29 Haziran 2025

Ekin Anıl: Ya patronsuzlaştırdığımız alanlar yaratacağız ya da patronlarımızı kendimiz seçeceğiz

“Tamamen patronsuzluk anarşist bir hedef, bir ütopya, güzel bir hayal gibi görülebilir. Gerçekçi bakacak olursak bugünkü konjonktürde ya patronsuzlaştırdığımız alanlar yaratacağız ya da patronlarımızı kendimiz seçeceğiz. Asıl mesele patronun (patron olmayanlar tarafından bakıldığında) biçim değiştiren anlamını yeniden tanımlamak. Patron, bir sistem. Onu biz yarattık ve şimdi işler çığırından çıktı”

Büyükşehirlerin dört bir yanına kırk yılda bir yayılan, büyük markaların sponsorluğunda gerçekleşen bazı festivallerde sıkça rastladığımız bir slogan vardır: “Sanat her yerde!” Aslında sanat öyle her yerde falan değil. Sinema, özellikle de müzik dijital dünyada bir şekilde bağımsız olarak “her yerde” (ki o yerler günümüzde sanal âlem oluyor) var olabiliyor ama resim, heykel gibi sanatın diğer dalları için durum bu kadar o kolay değil. Çünkü galeriler, galerilerin patronları vb. kimseler, sanatın, sanatçının seyrine direkt müdahale edebildiği için eserlerini sergilemek isteyen sanatçılarla patronların aralarında “işçi-işveren” gibi “kurumsal” bir durum oluşabiliyor. Bu da hâliyle özgür olması gereken bir alanı, kısıtlamak başta olmak üzere birçok sorunla karşı karşıya bırakıyor. Ancak bu karmaşık konuya kendi çözümünü bulanlar da var: Ressam Ekin Anıl gibi.

Bağımsız bir sanatçı olan Ekin Anıl, eserlerini Kadıköy Bağdat Caddesi’nde bir çiçekçi tezgâhında açtığı “Patron” adlı sergisinde sergilerken hem patronunu kendi seçiyor hem de sanatı olması gereken yerde, hayatın içinde bir noktada konumlandırıyor. Aynı zamanda “Patron kim?”, “Mekân kimin?”, “Sanatın gerçek patronu kim?” gibi soruları da tartışmaya açan Ekin Anıl’la “Patron” sergisini ve sorguladığı mevzuları konuştuk…

- BirGün’den Deniz Burak Bayrak’a verdiğin röportajda, “‘Patron’ alışılmışın dışında bir konseptte sanat dünyasındaki yerini alacak? Neden bir çiçekçi tezgâhı?” sorusunu, “Seçme hakkı olan herkes patronunu kendi seçebilmeli, ben de bu sergi için patronumu Fatoş abla ve Erhan ağabey olarak belirledim,” diye cevaplıyorsun. Kötü niyetle sormuyorum ama mutlaka bir “patron”umuz var değil mi hayatımızda? Zira senin de vurguladığın gibi “patron” bir otoriteyi temsil ediyor. Sence “patronsuzluk” mümkün mü?

Elbette, hepimizin hep bir patronu var. Ömür boyu. Kendini patron ilan edenlerin, patron doğanların, patron olanların, patronluk bahşedilenlerin de patronu var. Tamamen patronsuzluk anarşist bir hedef, bir ütopya, güzel bir hayal gibi görülebilir. Gerçekçi bakacak olursak bugünkü konjonktürde ya patronsuzlaştırdığımız alanlar yaratacağız ya da patronlarımızı kendimiz seçeceğiz. Asıl mesele patronun (patron olmayanlar tarafından bakıldığında) biçim değiştiren anlamını yeniden tanımlamak. Patron, bir sistem. Onu biz yarattık ve şimdi işler çığırından çıktı.

- Aslında sokak başlı başına (her ne kadar insanlara birçok sebepten ötürü dar ediliyor olsa da) bir sanat merkezi, galerisi, müzesi vs… Bu açıdan baktığında sanata, kendi sanatınla katkı yaptığını düşünüyor musun?

Sokak, yani kamusal alan, belki de en kıymetli ortaklığımız. Bizi bir yapan, bir araya getiren ve bunu çabasız gerçekleştiren bir mekân. Bu nedenle sokakta, mekânı paylaştığım yurttaşların içinden geçeceği, tanıklık edeceği bir şey yaratma ve temas ihtimali yaratma fikri beni heyecanlandırıyor.

Katkı konusuna gelince, umarım bir katkıda bulunuyorumdur ama bunun cevabını ben veremem.

- Eserlerini sokağa taşıma fikri nasıl ortaya çıktı?

Çok uzun zamandır sokağı bir şekilde kullanıyorum. Yaşadığımız kabukların dışında kesişim kümeleri yaratma fikrini çok sevdiğimden ve kültür-sanatta erişilebilirliği, eşitlenmeyi gözettiğimden önceliklerimden biri bu. Bazen sokağa atılmış eşyaların, aynaların üstünü boyuyorum mesela. Geçen yıl @sana.sakladim isimli bir proje yürüttüm. Bir hafta boyunca her gün resimlerimi sokaklarda spontane noktalara sakladım, sosyal medyadan duyurdum. Resim ilk bulanın oldu. Ekonomik olarak daha güçlü olan değil, tesadüf eseri o noktaya yakın olan resimle evine gitti. Tasarımcı ve sanatçı arkadaşlarımın da desteği ile proje üç ay kadar sürdü. “Patron”un sokakta olması da tesadüf değil. Patronlara en güzel söz söylenecek yer sokaktı. Kendime seçtiğim patronlarım da sokakta çalışıyordu. Krem şanti üstüne kiraz oldu.

- “Patron”un ele aldığı konuları göz önünde bulundurduğumuzda serginin olması gerektiği yerde olduğunu düşünüyorum. Katılır mısın buna?

Kesinlikle! Ve en çok neyi sevdim biliyor musun, 2000’li yıllardaki sanat ortamını hatırladım. Beyoğlu’nda Kuledibi’nde ne zaman yürüsen bir sanat olayının içinden geçerdin. Yük taşıyan hamal ile İstanbul’a çalışmaya gelmiş bir beyaz yakalı Avrupalı da birlikte oradan geçer ve hatta birlikte o sanat olayını izlerdi. Bunu çok özlüyorum ve “Patron” ile bu hissi yıllar sonra yeniden tattım.

- Bu sergiyle birlikte “Patron kim?”, “Mekân kimin?”, “Kimin sözü geçiyor?” gibi soruları tartışmaya açıyorsun ve “Patron”la birlikte bu sorular yaşamın tamamına karşı yöneltilebilecek hâle geliyor. Bunun karşılık bulacağını düşünüyor musun?

Bunu düşünmekle kalmıyorum, bunu biliyorum. Hatta bence karşılık buldu bile diye düşünüyorum. İlk defa bu kadar anlaşıldığımı hissettim yaptığım bir işte. Sergi bittikten sonra ne kadar huzurlu bir uyku uyuduğumu anlatamam. Sergiye her gelen, gelemese de uzaktan takip eden, gazeteden okuyan, arkadaşından duyan o kadar çok insan duygularını iletti ki…

- “Patron” bir yandan izleyiciye de “rol” veriyor değil mi?

Tabii. Bu çift taraflı bir performans, bir diyalog hatta. İzleyici ilk günden beri işin içindeydi. Yapacağımız sergi için evlerinde artık kullanmadıkları çerçeveleri rica ettik. İstanbul’dan ve İstanbul dışından onlarca çerçeve geldi. Ben de kendi patronunu seçmek isteyen insanların resimlerini yaptım ve kendi seçtiğim patronumun, Fatoş Abla ve Erhan Abi’nin çiçekçi tezgâhında onlara sundum. Aslında gelip kendilerini izlediler.

- Bundan sonra bu şekilde çalışmaya devam edecek misin?

Sokakta var olmaya devam etmeyi çok istiyorum. Umarım kamusal alanda daha çok kalıcı iş üretebilirim.

Burak Soyer kimdir?

1986 yılında Kütahya'da doğdu. 1992 yılında Çanakkale'ye yerleşti. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Alman Dili Edebiyatı'nı kazandı. Aynı yıl okulu bıraktı. Bir süre garsonluk yaptı.

2005 yılında Radikal Gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Kitap Eki'nde gazeteciliğe başladı. Aynı yıl Rolling Stone Türkiye'nin açılmasıyla birlikte Rolling Stone'a müzik yazıları yazdı. 2006-2008 yılları arasında Akşam Gazetesi Ekler Servisi'nde muhabir olarak görev yaptı. Daha sonra "memleketi" Çanakkale'ye dönüp Çanakkale Olay Gazetesi'nde çalıştı.

İnternethaber.com, Sözcü.com.tr, Toplumsal Haber gibi internet haber sitelerinde Siyaset, Gündem, Spor, Yurt Haberler, Kültür Sanat, Yaşam, Lifestyle servislerinde editör olarak çalıştı. Trend Medya'nın YouTube kanalı için kültür sanat ve spor programı hazırlayıp sundu. Son olarak İstanbul Karaköy MONO dergisinin editörlüğünü yapıyordu.

Şimdiye kadar Milliyet, Hürriyet, Hürriyet Kitap Sanat, BirGün, BirGün Pazar, BirGün Kitap, Taraf, Cumhuriyet Pazar, T24, Gazete Duvar, sendika.org, solhaber.org'a, siyaset, edebiyat, müzik, sinema, tiyatro yazıları yazdı. Halen T24 Haftalık, Bianet ve OT dergisine kültür sanat, K24, Edebiyathaber.net, Oggito, Ne Okuyorum?, Ajandakolik, Mahal Dergi, Romanoku internet sitelerine de edebiyat yazıları yazıyor.

2017 yılında ilk kitabı Zıvana Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı. Zıvana'nın devamı olan Buji de 2019 yılında aynı yayınevinden çıktı. Son romanı Ring ise, geçtiğimiz Eylül ayında Karakarga Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Ayrıca bir de kısa film senaryosu bulunmaktadır.

2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sanat Tarihi bölümündeki eğitimine devam etmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

“Bizi” büyüten şarkılar

Hayko Cepkin’i anlamak için tam bir kaynak olan “Sizi Büyüten Şarkılar”, Cepkin’in stadyum konserlerindeki performanslarından, pandemi zamanındaki sadece ney ve klavye kullanarak çaldığı şarkılarına kadar özenle bir araya getirdiği parçalarından oluşuyor. 6 saatlik bir Hayko Cepkin performansı dinlemek gibi bir lüks hediye etmiş bizlere bu albümüyle. Son olarak, “Tanışma Bitti” albümüyle ilgili yaptığımız röportajın başlığı şöyleydi: “Polis, dışarıda beni sahnede gördüğü hâlimle görse içeri alır!” Şimdiyse kapıda kalanları sevabına konsere alıyordur muhtemelen. Eyvallah, Hayko Cepkin. Bizi “büyüttüğün” için…

Son Kalanlar: “Sonunda Uyandım”, aslında her gün içimizde yaşadığımız bir varoluş mücadelesi, tanıdık bir hikâye

“Sonunda Uyandım”ın hikâyesi kendini ve değişimi kabul etmeyle ilgili. Bu yolda çektiğin acıların seni karanlıktan kurtaracağına dair bir umut. Aslında her gün içimizde yaşadığımız bir varoluş mücadelesi, tanıdık bir hikâye…”

“Çeper Kolektifi, sistemin ötekileştirdiklerini bir araya getiren, geçimsizliğinden kolektif bir direnç yaratan bir alan”

“Çeper Kolektifi, dışarıda bırakılanların, merkez tarafından susturulanların, norma itaat etmeyi değil kendi varoluşunun koşullarını üretmeyi seçenlerin alanı olarak var. Kenara itilmiş bizler; süreç boyunca birlikte hareket etmeyi, paylaşmayı ve bu yazıda olduğu gibi birlikte üretmeyi deneyimledik”

"
"