19 Şubat 2024

Ötekinin ötesinde ötekileşmelerimizle ‘Poor Things’

Postmodern Frankeştayn Bella’nın doğurmadığı bebeğinin beyniyle hayata dönerken arzuladığı şekilde yaşayan bir kadına dönüşmesinin yarattığı ötekiliğin etrafında, nazik toplum ikiyüzlülüğü ve politik doğruculuğun herkesi nasıl ötekileştirecek bir yön bulduğunu masalsı bir hicivle izliyoruz

Poor Things filmi

Poor Things filmi, uyarlandığı politik alegorinin üstüne çıkarak kurduğu baş döndürücü evrende toplumsal cinsiyet rollerini sorgularken, psikolojinin temel taşlarını izleyiciye fırlatıyor.

Yönetmen Yorgo Lanthimos, ilk okuduğunda etkilendiği hikâyeyi canlandırmak için şüphesiz 12 yıl boşa beklememiş. Her şeyin kendi zamanıyla aktığı, kurgunun içindeki muğlak ve deneyimsel zamanla daha net anlaşılıyor.

Postmodern Frankeştayn Bella’nın doğurmadığı bebeğinin beyniyle hayata dönerken arzuladığı şekilde yaşayan bir kadına dönüşmesinin yarattığı ötekiliğin etrafında, nazik toplum ikiyüzlülüğü ve politik doğruculuğun herkesi nasıl ötekileştirecek bir yön bulduğunu masalsı bir hicivle izliyoruz.

Orijinali Viktorya döneminde geçen hikâyenin Lanthimos uyarlamasında görüyoruz ki kadından beklenen ve kadına yüklenenler kadar, baskıcı ve kısıtlayıcı olmasa da erkekliğe biçilen roller de hiç kolay değil. Filmin, kadın ve cinsiyet çalışmaları başta olmak üzere disiplinlerarası okumalar için katmanlı bir kaynak oluşturduğu çok açık.

Kahramanımız hem kadın bir Frankeştayn, hem gotik bir Alice, hem biraz Siddaharta.  Üstelik onu hayata döndüren doktoru/yaratıcısı Godwin (Willem Dafoe) de babası tarafından hadım edilmiş; duyguları babalık, erkeklik, fiziksel yetersizlik, bilimsellik arasında çarpışan bir diğer Frankeştayn. Öteki olmanın ne olduğunu, hayata getirmeden de getirdikten sonra da en derin haliyle kavramış biri.

Bella ise bir yetişkinin bünyesindeki bebeğinin beyniyle canlandığında, güdüleriyle hareket eden Plutchik’in duygu çarkındaki temel duygulara sahip. İnsanları ve dünyayı tanıdıkça, seyahat edip okudukça, hem duyguları hem dili değişiyor. Başta anlayamadığı karmaşık duyguları hissetmeye ve ifadelerine yansıtmaya başlıyor.  Soyut düşünce, felsefe, anlam ve dil ilişkisinin güzelliği diyaloglara yansıyor.

Kahramanımız, yolculuğu sırasında güdüden deneyime erişirken id, ego ve superego gelişimine şahit oluyor ve hazdan anlam arayışına uzanan yolunda her defasında “Ben kimim?” sorusuyla karşılaşıyoruz. Bella, yolculukları ve yol arkadaşlıkları boyunca gaddar, kaba, canavar, zayıf, korkak, eşsiz, özel, kaltak, güzel gibi daha pek çok sıfata mazhar olurken kim olduğuyla ilgilenmeye başladığı anla birlikte, cevabı sokak, kitaplar, insanlar, cinsellik, eğitim, ideoloji ve geçmişinde arıyor. Onunla beraber biz de sorunun cevabını kendimizden önce hep ötekinde aradığımızın ayırımına varıyoruz.

Yapım sinematografik unsurlarla zarafetle dokunmuş ama kostümler kahraman ve hikâyeyle öyle acayip bir etkileşim yaratıyor ki akılda kalmaması mümkün değil. Mürekkep siyahı upuzun düz saçlarıyla Bella Baxter (Emma Stone) herkesten farklı, ayrıksı.

Paris’te randevu evinde çalıştığı sahneler dışında makyajsız. Bu sahnelerde makyajlı olmasının muhtemel sebebi erkekler tarafından seçildiği bir ortamda olması, bir nevi erkek bakışına (male gaze) gönderme. Öte yandan erkek aşıklarından Duncan Wedderburn’ün (Mark Ruffalo) bile korse taktığı bir dönemde korsesiz ve sutyensiz. 

Tasarımcı Holly Waddington, Bella’nın kostümlerindeki omuz detaylarının abartılı olmasına Lanthimos’la birlikte karar verdiklerini söylerken, beyaz hacimli kuyruklu elbise tasarımında Moncler şişme montundan ilhamla, omuzların cüsseli hafifliği Bella’nın nefes alan ciğerleri gibi şekilleniyor. Bununla birlikte vajina bluz, plastik kondom yağmurluk ve Emma Stone’un güzelliğiyle gözlerini yaşartmış duvağı, Bella’nın hep kaçtığı o “kafes”i temsil eden gelinlik de ilk görüşte hafızaya kazınıyor.

Poor Things her öğesiyle görkemli ve düşündürücü. Bella dünyadaki serüveninde bir şekilde yolunu bulurken; intihar, yaşam hakkı, kürtaj, psikoloji, cinsiyet, biyolojik bağlar ve anlam arayışımıza dair sorularla bizi baş başa bırakıyor.

Bengi Başaran kimdir?

Bengi Başaran 1982’de Adana’da doğdu. Tarsus Amerikan Koleji’nden 2000 yılında mezun oldu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü bitirdi.

Yüksek Lisans eğitimlerini Marmara İletişim Bilişim, İstanbul Teknik Üniversitesi Bilim, Teknoloji ve Toplum ve Maastricht Üniversitesi’nde ’yirminci yüzyıl sanatında teknoloji algısını’ inceleyen teziyle tamamladı. İTÜ Sanat Tarihi’nden doktora derecesiyle mezun oldu.

Stüdyo İmge/ Era yayıncılık bünyesinde yayıncılığa başladı. Yeditepe Üniversitesi GSF Sanat Yönetimi bölümünde araştırma görevlisi olarak çalıştı. Çağdaş sanatın küratoryel süreçleri, yerli ve uluslararası kültürel ağları, çağdaş sanat yazını alanlarında yer aldı.

Kadın ve cinsiyet çalışmaları eksenli yazıları ve akademik makaleleri, çeşitli mecralarda yayınlandı. Kadın İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği, Toplum Gönüllüleri Vakfı, BAYETAV, İstanbul Kent Konseyi, Kadın Meclisleri gibi sivil toplum kuruluşlarıyla ortak çalışmalarını sürdürmektedir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kod adı: Anne | Annelik üzerinden kadına yüklenenler

Eşitlikçi toplumsal cinsiyet politikalarının yetersiz kaldığı, anneyi ayaklarının altını öperek kutsarken anneliğe sığınarak kadının hayatını her alanda güçleştiren hatta hayatını alan ve soyu babaya temelleyen patriyarkal bir toplumda, anne olmayı tercih etmiş ve etmemiş her kadın her gün cesaretinden ötürü kutlanmayı hak ediyordur mutlaka. Anneler günü kutlu olsun!

Kadınlarla, kadınlar için, kadınlara dair

Mor Dayanışma'nın kuruluşunun onuncu yılında ilkini gerçekleştirdiği Enternasyonal Feminist Mücadele Deneyimleri Sempozyumu, bağımsız feminist kadın örgütlenmelerinin sesini dünyanın farklı yerlerinden yaklaşımlarla duyurabilen kadının toplum, aile, iş yaşamındaki haklarının kazanımı ve korunması, sosyal ve siyasal alandaki yeri ve temsilinin geleceğine dair ortak bir yol haritası belirlenmesi açısından önemli oldu

25 Kasım yolları kapanırken kadına karşı şiddetin neresindeyiz?

Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’nde her gün, her çeşit şiddete maruz kalan, bedelini canlarıyla ödeyen kadınlar için kadın yürüyüşünü engellemek neye sebep oldu?