09 Mayıs 2025

Eleştirilen, ama bence hayli kişisel bir komedi

Belki komedinin biraz aşırısı, belki mizahta hayli abartılı... Ama böylesi bizi hiç güldürmeyen komedilerden daha iyi değil mi?

MAFYA ANASI

X  X  X

(Mafia Mamma)

Yönetmen: Catherine Haddwick
Senaryo: Michael J. Feldman, Debbie Jhoon
Görüntü: Patrick Murguia
Müzik: Alex Heffes/Oyuncular: Toni Collette, Monica Bellucci, Giulio Maria Corso, Eduardo Scarpetta, Sophia Nomvete,  Alesandro Bressanello, Tommy Roger, Tim Daish, Joy Natelle

Amerikan filmi, 2023

Son günlerde filmler için basın gösterimleri birden durdu. Gerçek bir ‘sinema salonları bunalımı’ mı var? Yoksa ülkenin hali mi bunun temel nedeni? Bilmek zor...

Ben de Digiturk’te izlediğim bir filmi yazdım. İki yıldır ne sinemalarda oynamıştı ne de herhangi başka bir yerde... Üstelik yabancı basında büyük ölçüde eleştirilmiş, açıkçası sevilmemiş bir filmdi. Ama ben genelde ilginç, giderek tümüyle sempatik olduğunu düşünüyorum. Ve sizlere eleştirimi sunuyorum.

Film bize ABD- Los Angeles’te yaşayan, orta yaşlı kadın yazar Kristin’i tanıtıyor. Kocasını bir kızla sevişirken yakalayan Kristin, gözyaşlarına boğulur. Çok sevdiği oğlu bir kolejde okumak için uzaklara gidecektir. Kristin boks yaparak teselli ararken, bir kız kendisine “Sen nasıl mastürbasyon yaparsın?” diye sorar! Filmin kendine özgü, cüretten edepsizliğe uzanan atmosferinin tipik bir örneği…

Bu arada Kristin’in dedesi ona bir vasiyette bulunmuştur; öldüğünde İtalya’ya giderek orada kılınacak cenazesine katılmasını... Böylece hikâyenin geri kalan kısmı İtalya’ya taşınır. Ve Kristin İtalya’ya ayak bastığı andan itibaren de o İtalyan usulü zamparaların saldırısına uğrar. Hele en yakışıklısı olan Lorenzo gerçek bir çapkındır. Araya özel şoförleri Aldo ve Dante, Roma’da Vatikan’ı ziyaret (tam şu günlerde yaşanan olay!) gibi şeyler girer.

Ve de elbette İtalya denince hemen akla gelen mafya... O mafya bir kolu olan Romano’lar aracılığıyla, en iyi türden şarap imaliyle tanınan dedenin canına okumuş, onu öbür dünyaya göndermiştir. O dede ki mafyaya ‘görünmez aile’ demiş, geride bir TV sohbetinin kaydını bırakmıştır. Aynı biçimde cenazenin de canına okurlar ve açtıkları ateşle birçok cana kıyarlar. Ayrıca ünlü mafya filmi The Godfather-Baba da hep konuşulur. Yine TV’de iki apayrı olayın karşılaşması (görmeden anlatılamaz bir sahne), Kristin’e ‘grrrr’ dedirtme çabası gibi tuhaf şeyler yaşanır.

Ama sonra beklenmedik şeyler olur. Tam üç yıldır seks yapmamış olan Kristin (!), İtalyan olan her şeye tutulur. Don Romano ile baş başa yemek yer, İtalyan usulü ‘şuhça’ giyinir, bol ‘gnocchi’ yer, spagetti çeşitleri tadar, ‘limoncella’ içer. Kendisine göre ‘yerli’ sayılan Bianca (esmer güzeli Monica Bellucci) ile hayli çekişirler.        

Ve Kristin arada bavullarını alıp gitmeye kalkışsa da sonunda bu ateşli Latin ülkesinde kalmaya karar verir. Onu geri almaya gelen hain kocayı geri çevirir. Merhum dede Balbano’nun kurduğu şarap sanayinin başına geçer. Artık herhalde bu ülkede mutlu-mesut yaşayacaktır.

İşte böyle bir film... Belki komedinin biraz aşırısı, belki mizahta hayli abartılı... Ama böylesi bizi hiç güldürmeyen komedilerden daha iyi değil mi? Ben her şeye gülmem ama bu filmde hayli güldüm. İki baş kadın oyuncu, Kristin’deki Toni Collette ve Bianca’daki Monica Bellucci birbirlerinden ne kadar farklı... Yalnız ilki sarışın, ikincisiyse esmer olduğu için değil. 2000’lerden beri Altıncı His, Saatler, Bir Erkek Hakkında, Ayin, Küçük Gün Işığım gibi filmlerde oynamış, 1972 doğumlu Avustralyalı oyuncu Collette de biraz abartılı oynuyor; üstelik koca dişleri de fazla göze batıyor! Ama sonunda görevini yapıyor.

Bellucci ise ondan daha yaşlı, 1964 doğumlu. İtalyan oyuncusunun öyle pek harika filmleri yok. En son Beterböcek filminde görmüştük. Ki bu filmden bir yıl sonra çekmişti. Bunda genelde soğuk, mesafeli bir oyun vermiş. Ama bu kişiliğine uyuyor. Hele bir bacağının protez olduğunu gösterdiği sahnede...

Sonuç olarak, bence Digiturk’te yakalayıp görebileceğiniz bir film. Size iyi vakit geçirteceğine kalıbımı basarım!

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

İnanılmaz bir kadronun içinde kaybolduğu bir film

'Fenike Planı', olasılıkla şimdiye dek izlediğim en absürt film! Tüm o parlak oyuncular mekanik biçimde, sanki kurulmuş kuklalar gibi konuşuyorlar. Böylesine bir kadroyu neredeyse kuklalara dönüştürmek ne kadar başarıysa…

Bir zamanlar, karate ve kung fu moda iken…

Karate Kid efsaneleri hayli özgün bir film olarak karşımızda, çoktan unuttuğumuz bir sporu ve onun temsil ettiği farklı ve egzotik bir kültürü bize hatırlatıyor. Ayrıca bir kültürler arası bir aşk öyküsü ve bir savaş gösterisi…

Bir müzikal yoluyla Yunan kültürüne uzatılan köprü

'Stelios', değişik bir müzikal belgesel: Hem o bitmeyen Akdeniz manzaraları hem de o birbirinden güzel şarkılar. Ve de bizi belki yeniden komşu ülke ile yaklaştırabilecek olan…

"
"