01 Mayıs 2025

Aşkın çok değişik, frapan ve absürt bir çeşitlemesi

Film karşımıza konuşkan ve akıcı bir senaryoyla çıkıyor. Bu konuşmaların tadını çıkarmak bile başlı başına bir keyif... İki kahramanımızın aşkı, son derece sağlam bir kale gibi...

JUNE VE JOHN

X  X  X

(June&John)

Yönetim ve senaryo: Luc Besson
Görüntü: Tobias Demi
Müzik: Samir El Hammami, Julien Rey
Oyuncular: Matilda Price, Luke Stanton Eddy, Ryan Shoos, Dean Testerman, Sherry Matison

ABD-Fransa yapımı, 2025

Benim çok değerli bulduğum ve uluslararası bir kariyer yapmış oldan Fransız yönetmeni Luc Besson’un sinemaya dönüşü... Bence parlak bir sonuçla karşımıza geliyor. Ve ekrana yansıyan kara komedi, yüreklere olduğu kadar romantizm duygumuza da sesleniyor.

Los Angeles’te ve Hollywood yakınlarında bir büyük şirkette çalışan John hayli yakışıklı bir adamdır, sanki bir tür Fatih Sultan Mehmet profili taşıyan! Ama hayatının öylesine bir dönemine girmiştir ki... Her şey alabildiğine ters gider. Bir otopark tartışmasından dolayı arabası parçalanır, belediye başkanıyla birbirlerine girerler, acımasız şirketiyse tam 4 yıldır çalıştırdığı elemanını en inanılmaz biçimde harcamaktan çekinmez.

Sonra, bir gün, bir mucize olur. Yan yana giden iki metroda, karşı tarafta gördüğü bir kadın yüzü onu mesteder. Bu sahne tek başına, bir aşkın doğmasını veren en güzel sinema çekimlerinden biridir. İşte o June’dur: Tam anlamıyla çılgın bir kadın, ‘yaşamın her saniyesini değerlendirmeliyiz’ diyen, her erkeğin ancak rüyasında görebileceği bir Lady... Bir yandan erkeğine de kendi kendine sunduğu mutlulukları sunan ama öte yanda “72 saat sonra yok olup gideceğim” diyen bir karamsar...

Film karşımıza konuşkan ve akıcı bir senaryoyla çıkıyor. Bu konuşmaların tadını çıkarmak bile başlı başına bir keyif... İki kahramanımızın aşkı, son derece sağlam bir kale gibi... Oradan ev hayatına, sonrasında sevişmeye, açıkça sekse uzanmasıysa elbette kaçınılmaz! Neredeyse her sahnede saçının rengi değişen June, hikâyenin içerdiği gibi bol alegorinin kahramanı oluyor. Seksten resmen evlenmeye geçtiklerinde, o düğün ve zoraki şahitler bölümü de çok güzel.

Ya yine June’un tam 200 yıllık bir ağaçla konuşması... Ya da paraşütsüz kendini boşluğu atması ve bundan bile sağ çıkması! Bu gerçekten çılgın, kontrolsüz, limitsiz, rüya gibi bir macera... Hele finale doğru June’un “Sadece 12 saat kaldı” diyip, bunu içine kaçan ve orada çoğalan yengeç ailesine mal etmesi… Artık absürdün tam zirvesi değil mi?

O dağ başındaki dünya... O kimi sahnelerde konuşulan farklı diller... Ya da o Müren balığı (aklınıza sevgili Zeki Müren gelmez mi?) ve yunus balığı ilişkisi üzerine şakalar. İşte böyle bir şey!

Şimdi filmin yaratıcısına bir göz atalım. 1959 doğumlu Fransız sanatçı Luc Besson, 80’lerden itibaren yazar/yönetmen/yapımcı olarak hayli yoğun çalışmış. Aralarında Derinlik Sarhoşluğu, Nikita, Atlantis, Sevginin Gücü, Beşinci Güç, Jeanne dArc, Arthur serisi, Belalı Tanık, Lucy, Anna, Dogman gibi çoğu hatırlanan filmler var. Son filmiyle belli ölçüde tartışılsa da kendi adıma hayli sevdiğimi belirteyim. Bir kez daha...

Ve iki baş oyuncuyu da anmak gerekir. June ve John’da Matilda Price ve Luke Stanton Eddy, Hiç tanımadığımız bu iki oyuncu, gerçekten de filme damgalarını vurmuşlar. Onlara da hoş geldiniz demek şart! Zaten Matilda’nın yeni ve iddialı bir filmde oynadığını da bildirmiş olayım.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Adı Ballerina... Ama baleyi hiç aramayın!..

Kadın-erkek kavga ettiği herkesi haklayan, onca kavgadan bir çizik bile almadan çıkan, sanki tanrının bir dokunulmazlık zırhına büründürdüğü bir hanım… Öyle ya, ne olursa olsun; kadına hiçbir şey olmaz!... Böylece film tam anlamıyla cinsiyetçi bir nitelik alıyor...

İnanılmaz bir kadronun içinde kaybolduğu bir film

'Fenike Planı', olasılıkla şimdiye dek izlediğim en absürt film! Tüm o parlak oyuncular mekanik biçimde, sanki kurulmuş kuklalar gibi konuşuyorlar. Böylesine bir kadroyu neredeyse kuklalara dönüştürmek ne kadar başarıysa…

Bir zamanlar, karate ve kung fu moda iken…

Karate Kid efsaneleri hayli özgün bir film olarak karşımızda, çoktan unuttuğumuz bir sporu ve onun temsil ettiği farklı ve egzotik bir kültürü bize hatırlatıyor. Ayrıca bir kültürler arası bir aşk öyküsü ve bir savaş gösterisi…

"
"