06 Temmuz 2025
Dr. M. Asım Karaömerlioğlu[i], Çağlar Sayın[ii]
Bugün insanlık, ufukta yükselen dev bir tsunamiyi görmezden gelip sahilde güneşlenmeye devam edenlere benziyor! Adeta “Don’t Look Up” (Yukarı Bakma) filmindeki gibiyiz: büyük bir kuyruklu yıldız dünyaya yaklaşmakta ama bilim insanlarının uyarılarına çok da fazla insanın aldırdığı yok! Oysa yapay zekâ (YZ), ne sıradan bir rüzgar esintisi, ne de gelip geçici bir teknolojik dalgalanma. YZ insanlık tarihinin seyrini kökten değiştirecek, Sanayi Devrimi'nin dumanlarını bile gölgede bırakacak, matbaanın mürekkebini, internetin dijital ağlarını bile aşacak kudrette bir tektonik küresel değişim! İnsan medeniyetinin kodlarını yeniden yazacak, tepeden tırnağa bildiğimiz her şeyi yeniden tanımlayacak bir dönüm noktasındayız!
Önümüzdeki süreçte insanlık tarihinde görülen pek çok sorunun çözümü YZ eliyle şekillenecek. Tıptan mühendisliğe, eğitimden sanata kadar her alanda eşi görülmemiş bir verimlilik patlaması yaşanacak; kıt kaynaklar bollaşacak, pahalı olan ucuzlayacak, uzun zamana yayılan her türlü süreç hızla kısalacak. Bu büyük devrim, sadece üretim tarzını değil, "insan olmanın anlamı nedir?", "insan zihni gerçekte nasıl işler?" gibi felsefi ve bilimsel temel soruları da yeniden tanımlayacak.
Ne var ki bu büyük atılım, aynı zamanda insanlığı benzeri görülmemiş tehlikelerle de yüzleşmeye zorluyor. Tıpkı matbaanın bilgiyi yayar ve demokratikleştirirken toplumsal çalkantılara yol açması gibi, tıpkı internetin sebep olduğu birçok büyük toplumsal sorun gibi yapay zeka da bilginin yayılımını katbekat hızlandırır, insan zihninin kapasitesini artırırken kitlesel işsizliği, derin etik ikilemleri, gerçekliğin kolayca çarpıtılmasını ve insan kontrolünün ötesine geçen bir gücün ortaya çıkması gibi devasa riskleri gündeme getirecek. İnsanlık ise tarihinin hiçbir döneminde karşılaşmadığı kadar büyük fırsatlar ve tehditlerle dolu bu eşikte adeta gafil avlanmış durumda. Çünkü YZ ve onun açacağı yeni çağın yeni meselelerinin yeterince kavrandığını söyleyebilmek maalesef çok zor. Oysa YZ teknolojisindeki değişim sessizce ama neredeyse akıl almaz bir hızla artarak üstümüze gelmekte!
Geçmişteki büyük teknolojik dönüşümler ya hayatın her alanını radikal biçimde değiştiremediler ya da bu derinlikte ve hızda toplumları etkileme potansiyeline sahip olmadılar. Aslında sonradan adına Sanayi Devrimi denilen büyük dönüşüm bile zamana yayılarak ve tedrici olarak gelişti. Bu noktada en radikal gelişmelerden biri olan internet bile çok büyük dönüşümlere yol açtıysa da daha çok mevcut faaliyetleri tamamlayıcı, hızlandırıcı ve dönüştürücü bir işleve sahip oldu. En önemli etkisi bilginin yayılımını hızlandırmasıydı. Ancak internet ve nükleer gibi diğer tüm teknolojiler her şeyden önce insanların kontrol edebildikleri teknolojilerdi. Yapay zekanın etkileri ise bütün sektörleri yeniden biçimlendirecek, üretim ve tüketimi, kamusal ve özel alanları, hepsini radikal bir şekilde yeniden tanımlayacak ve bu süreç çok hızlı gelişecek. Özellikle robotlar üzerinden otomasyonla birleştiğinde üretkenlikte müthiş sıçramalara yol açacak. Sanayi Devrimi kas gücünün yerini almıştı, bu ise insan zekasının ve yaratıcılığının yerini almaya aday! Dünya tarihinde ilk defa “insan gibi” düşünebilen, kendi kendine öğrenebilen, kendi kendine kararlar alabilme yetisi olan bir teknoloji ile karşı karşıyayız! İlk kez!
Birkaç örnekle meseleyi açalım: 1997’de IBM’in Deep Blue adlı ünlü bilgisayarı satrancın en büyük ustalarından Kasparov’u yendiği zaman yer yerinden oynamıştı. Yapımı uzun yıllar alan bu bilgisayarın içinde büyük bir veri bankası vardı, uzmanlar tarafından eğitilerek oluşturulmuştu ve sadece tek bir spesifik işi yapmaya programlanmıştı: Satranç. Bugün YZ çok farklı, kolay ve hızlı seçenekler sunuyor bize: Google’ın DeepMind şirketinin AlphaZero adlı yapay zekası satrancın sadece temel kuralları öğretildikten sonra kendi kendisini eğiterek sadece bir günde Deep Blue’nun kapasitesine gelebildi ve hatta onu geçti. Gelişigüzel basit hamlelerle başlayıp kendi kendisiyle milyarlarca kez oynayarak hem öğrendi, hem kendisini adapte etti, hem de uzmanlaştı! Benzer bir şey 2016’da oldu: Go gibi karmaşık ve satranca göre daha zor bir oyunda bile YZ dünyanın en usta oyuncularından Lee Sedol’u yenmeyi başardı.[iii] Üstelik en önemli karşılaşmada AlphaGo 37. hamlede insanların geleneksel stratejilerine tamamen aykırı, beklenmedik bir hamle yaptı: Bu hamle, ilk başta hatalı veya zayıf gibi göründü, ancak ilerleyen hamlelerde AlphaGo'nun ne kadar derin bir strateji kurduğu anlaşıldı. Move 37 diye tarihe geçen bu olay yapay zekanın sadece öğretilenleri kopyalamadığını, sezgisel ve yaratıcı düşünebildiğini, insanların anlamakta zorlandığı bir üstünlüğe sahip olduğunu gösterdi! Büyük usta Sedol bu hamle karşısında şaşkınlığını gizleyemedi ve maçı kaybetti.[iv]
Bir başka yapay zeka şirketi AlphaFold çok daha da büyük bir şeye imza attı: iki yüz milyon proteinin üç boyutlu yapısını çok hızlı ve çok büyük bir isabetle ortaya çıkardı. Oysa bugüne kadar sadece yüz bin tanesi yapılabilmişti. Üstelik bu kritik veriler kamuya açık veritabanlarında da paylaşıldı. Nitekim Nobel Kimya Ödülü 2024 yılında bu keşfin yaratıcılarından Demis Hassabis ve arkadaşlarına verildi. Eskiden bir doktora öğrencisinin üç dört yılda sadece bir proteinin yapısını çözebildiğini düşünürseniz neredeyse bir milyar yılda yapılabilecek bir şeyi çok çok kısa bir sürede başardılar! Bilindiği üzere proteinler hayatın yapı taşları ve bu buluş sayesinde yeni ilaçların yapılabilmesi, hastalıkların daha iyi anlaşılabilmesi ve kişisel tedavi yöntemlerinin bulunması gibi pek çok çığır açıcı gelişmenin de önü açılmış oldu. Tıpta, ilaç sektöründe 50 ila 100 yılda yapılabilecek araştırmalar YZ sayesinde yakında 5 ila 10 yıla neredeyse şimdiden inmiş durumda.[v] Pandemi döneminde eskiden uzun yıllarda üretilen aşıların görülmemiş bir hızda mümkün olmasında da YZ teknolojisi önemli olmuştu. Tüm bunlar çok büyük bir sıçrama!
Her ne kadar YZ’daki bu radikal sıçrama son yıllarda ivmelenmiş olsa da aslında YZ teknolojisi de tarihteki diğer atılımlar gibi yılların birikimi üzerine bina edildi. Son yüzyılın kuşkusuz en parlak zihinlerinden Alan Turing 1950 yılında kendi adıyla anılan ünlü testi gündeme getirmişti. Ona göre bir gün gelecek gelişigüzel bir soruya verilen cevabın insandan mı, makineden mi geldiği ayırt edilemeyecekti. Daha sonra 1956 yılında bir grup uzman YZ çalışmalarına ivme kattılarsa da yakın zamana kadar pek de ciddi bir yol kat edemediler. YZ alanındaki son yıllarda gördüğümüz sıçrama iki nedenden kaynaklandı: Bunlardan birincisi internet sayesinde çok büyük verilerin makinelerin kullanımına sunulabilmesiydi. İnternet bilginin depolanması ve yayılmasında büyük bir çığır açtı. Sadece 2010 ile 2020 yılları arasında yaratılan, kopya edilen verilerin büyüklüğü neredeyse 30 katına çıktı.
Öte yandan bilgisayarların işlem kapasitesinin akıl almaz ölçülerde, neredeyse geometrik artışı, bu devasa verilerin analiz edilebilmesini mümkün hale getirdi. Bu artışı daha 1960’lı yıllarda ilk gözlemleyenlerden biri Intel’in CEO’su Gordon Moore idi. Moore Kanunu olarak bilinen saptaması şuydu: mikroçipler üzerindeki transistör sayısı her iki yılda bir iki katına çıkmaktaydı! 1980’lerde tipik bir bilgisayar diski 10 MB civarında bir datayı depolayabilirken bugün 18 terabayt bir diski piyasadan satın almak mümkün. Bu neredeyse 2 milyon katı bir artış demek! Kaldı ki işlemci hızı açısından bakıldığında da günümüz bilgisayarları 1981’de piyasaya sürülen Intel 8088’in yüz binlerce katı işlemci hızına ve bellek kapasitesine sahip. Ray Kurzweil’a göre 1939’dan günümüze sabit “dolar başına bilgisayar performansı 75 katrilyon (75.000 trilyon) kat arttı.”[vi] İşte bir yandan veri bolluğu, diğer yandan bilgisayarların geldiği düzey 21. yüzyılda bugünkü yapay zeka teknolojisini mümkün kıldı.
Onu mümkün kılan bu iki maddi, yani niceliksel, sıçrama kadar bilim insanlarının meseleye farklı bir paradigmatik bakışla bakmaları da çok önemliydi. Eskiden Newton'un mekanik ve kesin kurallara dayalı yaklaşımı hakimken, artık Darwin’in evrim teorisinden esinlenen, esnek ve uyum sağlayabilen sistemler ön plana çıktı. Bu yeni bakış açısı, yapay zekanın katı kurallar yerine “deneme-yanılma” yöntemiyle öğrenmesine, değişen koşullara adapte olmasına ve “mükemmel” olmasa da “optimum” çözümler üretmesine olanak tanıdı. 1958'de Frank Rosenblatt'ın geliştirdiği perceptron modeli, tam da bu anlayışın ilk somut örneklerinden biriydi: tıpkı biyolojik sistemler gibi “yaparak öğrenen” ve kendini geliştiren bir yapı ortaya koydu. YZ’nin kurucularından kabul edilen Marvin Minsky gibi bilim insanlarının görüşleri ise Newton’un mekanik ve indirgemeci evren düşüncesini yansıtan, uzmanlar tarafından tanımlanan, aksiyomlarla yönetilen, yukarıdan aşağıya, kural tabanlı sistemler üzerinden şekillenmemişti. Oysa Darwinist seçilimci bakış açısında sistemler rastgele varyasyonlar ve çevresel etkileşimlerle evrilen dinamiklere odaklanır; burada sonuçlar kesin değil, uyarlanabilir ve bağlama bağlıdır. Yapay zekanın temelindeki bu paradigmatik niteliksel değişimin önemini göz ardı etmemek gerekir.
Bütün bu teknolojik gelişmeler son üç dört yılda YZ alanında radikal sıçramaların önünü açtı. Bilim ve teknoloji Turing testini neredeyse geçmek üzere. Artık makinelerin hem yazı yazabileceğini ve bunu yaparken bağlamı dikkate alabileceğini görüyoruz. Sadece metin değil, metinlerin resimlere ve videolara çevrilebileceğini gördük. Son aylarda yapay zekanın kapasitesi üstel bir şekilde arttı ve artık onlarla konuşmak da mümkün oldu. Tüm bunlar nedeniyle yüz milyarlarca dolarlık yatırım bu sektöre akmaya başladı ve az sayıdaki şirket bu alanda kıyasıya rekabete girdi. Aslında tarihsel olarak YZ alanında pek çok ilke imza atan Google önce var olan elindeki avantajları sonuna kadar kullanayım derken OpenAI karşısında geride kaldı ve kısa süre sonra toparlanmaya çalışarak Gemini’yi çıkarttı. Bugün Llama, Grok, Perplexity, Claude gibi şirketlerin de YZ alanına yatırım yapması bu pazardaki rekabeti iyice alevlendirdi. Çin’in DeepSeek’i ise bu işin çok ucuz bir maliyetle de yapılabileceğini göstermesi açısından ironik bir dönüm noktası oldu. Bugün artık ABD ve Çin arasındaki hegemonya yarışında YZ’nin çok merkezi bir yerde durduğunu biliyoruz. Yapay zeka dünyasındaki rekabetten kim önde çıkarsa muhtemelen önümüzdeki yılları o devlet ya da devletler belirleyecek.
İnsanlık tarihindeki her büyük teknolojik devrim gibi yapay zeka da getirdiği fayda ve yeniliğin yanında çok olumsuz gelişmelere yol açma potansiyeline sahip. Her şeyden önce YZ teknolojisi bugün var olan mesleklerin büyük bir kısmını, çok kısa bir zamanda ortadan kaldıracak. Bazı meslekler ise çok daha az insan çalıştırarak ayakta kalabilecekler. Sanayi Devrimi asıl olarak “mavi yakalı” işçileri işlerinden etmişti. Bugün gördüğümüz ise pek çok “beyaz yakalı” mesleği ya tamamen ortadan kaldırabileceği ya da ciddi biçimde değiştireceği. Her mesleğin “ortalama” olanlarının büyük risk altında olacağını tahmin edebiliriz. Mimarlık, avukatlık, doktorluk, çevirmenlik, editörlük, kod yazıcılığı, senaryo/metin yazarlığı, dijital ürün üreten sektörler, akademisyenlik, muhasebecilik, finans analistliği, digital pazarlama, insan kaynakları sektörü, veri girişi ve işleme uzmanları, müşteri temsilciliği gibi milyonlarca insanın mesleği büyük dönüşümlere gebe, hem de çok yakında! Örneğin Türkiye’de yüz bin civarında çağrı merkezi çalışanı bulunuyor. Burada çalışanların hemen hepsinin birkaç yıl içinde işini kaybetme ihtimali neredeyse yüzde yüz. Her ne kadar pek çok mesleğin ya ortadan kaybolacağı, ya da dramatik değişim geçireceği bu süreç şu anda henüz tam başlamamış olsa bile çok yakın gelecekte, muhtemelen önümüzdeki beş sene içinde, bunun gerçekleşeceğinden kimsenin kuşku duymaması gerekir.[vii] Böylesi olası büyük bir altüst oluş karşısında ise müthiş bir vurdumduymazlık hakim. Gerçekten bir “akıl tutulması” çağındayız!
Bugünlerde gazeteler vinç operatörleri gibi “mavi yakalı” mesleklere talebin çok arttığını, bu tür mesleği olanların çok para kazandığını yazıyor. Ancak YZ ile bütünleşecek robot ve otomasyon teknolojisinin bu sektörleri de derinden etkileyeceği aşikar. Robot teknolojisinin bugün geldiği yer ve kullanıldığı uygulamalar bile bize artık bu sektörlerde de hayatın eskisi gibi olmayacağını şimdiden gösteriyor. Bugün Amerika’da 3.5 milyon kamyon ve tır şoförü var, nüfusun neredeyse yüzde biri. Daha şimdiden kendi kendine, üstelik mola ihtiyacı olmaksızın uzun yol gidebilen araçlar mevcut (malum biz canlılar döngüsel yaşıyoruz, makineler sürekli işliyor).[viii] Hatta bazı şehirlerde şoförsüz taksicilik bile başladı. (“Ben bunlara binmem, güvenemem” diye acele etmemek lazım, insan ve robotların kaza yapma istatistikleri çıktığında buna karar verelim). Ukrayna-Rusya savaşı da bize gösterdi ki artık elinde silahıyla bir bölgeye giren asker olgusu tarihe karışıyor. Savaşlar şimdiden dronlarla yapılıyor ve insan faktörü burada bile minimuma inecek! Binlerce yıllık askeri tarih açısından oldukça yeni bir durum!
YZ’nın yaratabileceği potansiyel tehlikelerden biri de bu teknolojinin devletler tarafından insanların hayatlarının bütün yönlerini kontrol edebilmesinin önünün iyice açılması. Bu süreç internet ile zaten başlamış, pandemi döneminde de hızlanarak devam etmişti. Bugün otoriter ve totaliter yönetimler YZ tarafından güçlendirilmiş izleme, kontrol etme ve kendi iktidarları için hoyratça ve diledikleri gibi kullanabilecekleri bir teknolojiye kavuşuyorlar. Nitekim böylesi bir distopik düzen zaten şimdiden Çin’de kurulmuş durumda. İnsanların neredeyse tüm hayatının devletler ve şirketler tarafından kontrol edilebilme olgusu belki de tarihte hiç görülmemiş ölçüde gündeme gelmiş durumda.
Öte yandan, YZ tarafından üretilen bilgilerde sık sık yanlışlar olma ihtimali söz konusu. Bu ise zaten özellikle sosyal medya sayesinde gördüğümüz üzere filtrelenmemiş bilginin iyice artması anlamına gelecek. Bir araştırmaya göre daha şimdiden video platformlarına yüklenen videoların yüzde 40’ının yapay zeka tarafından üretilmiş durumda.[ix] Yanlış ya da bilgisayar başında üretilmiş bilgi, resim ve videoları gerçeklerden ayırmak giderek zorlaşıyor, bu ise demokrasi için çok ciddi bir tehdit. “Hakikat” dediğimiz şeyin giderek “aşınması” tehlikesi muhtemelen artacak! Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırt etmemizin çok daha zorlaşacağı bir sürece girmiş oluyoruz. Vasatlığın, sıradan ve yanlış bilginin alabildiğine çoğalacağı bir dünya içinde olacağız. Üstelik YZ şirketleri için en önemli güdü kar etmek olacağı için sosyal medyadan bildiğimiz üzere bütün algoritmalar, bilgiler öncelikle para ve kar kaygısının bir türevi olarak ortaya çıkacak.
YZ uygulamalarının içeriği konusunda en büyük problemlerden biri de etik meselesi. Bu uygulamaların hangi etik ve ideolojik eksenlerde eğitildiği, nasıl yapılandırıldığı çok kritik bir konu olacak ve şimdiden de bu konuda ciddi tartışmalar yürüyor. İnsan üretimi kaynaklardan sonuçlar çıkaran YZ toplumlardaki önyargıları da, yanlış inançları da yansıtacak. Örneğin kürtaj konusunda bilgi hangi kaynaktan, hangi perspektiften anlatılacak? “Sizce Çin’de otoriter bir rejim mi var?” sorusuna hangi uygulama nasıl cevap verecek? “Trump bir yalancı mıdır?” gibi bir soruya ne tür bir cevap verilecek? YZ meselesi şimdiden bir teknoloji meselesi olduğu kadar bir etik meselesi de olmuş durumda ve bu durumun giderek daha da hayati bir önem kazanacağını öngörebiliriz.
Etik meselesiyle doğrudan doğruya alakalı bir başka mesele de YZ uygulamalarının kanunen nasıl düzenleneceği. Tarihsel olarak bu kadar büyük, radikal, her şeyi dönüştürücü bir tektonik teknolojik gelişmenin belirli kurallara bağlanmadan, hemen hiçbir çerçevesi çizilmeden yüz milyonlarca insan tarafından kullanılması başlı başına bir sorun. Fakat iki nedenle YZ düzenlemesi yapmak hiç de kolay değil: Birincisi teknolojik gelişmenin baş döndürücü hızda değişerek gelişmesi. Örneğin Avrupa Birliği’nin 2021 yılında YZ sektörü için yaptığı düzenlemeler geçen zaman içinde anlamsız kaldı ve 2024’te hızla güncellenme ihtiyacı oluştu. Ancak o bile YZ modellerinin dezenformasyon yayma, sofistike bot orduları ile sahte kamuoyu ve trendler oluşturarak toplum mühendisliği yapma potansiyeli gibi sorunları gidermeye yetmedi. Benzer şekilde, bu modellerin kullandıkları verilerindeki telifli materyallerin kullanımı ve YZ tarafından üretilen içeriklerin patent hakları gibi fikri mülkiyet sorunları da halen yasal bir boşlukta durmakta. Benzer bir şey kişisel verilerin korunması alanında da söz konusu.
YZ düzenlemelerinin zorluğunun bir başka nedeni de bu düzenlemelerin evrensel olamayacağı. Her ülke kendi başına bunları yaparsa çok da fazla bir anlamı yok. Günün sonunda geleceğimizi belirleyecek böylesi bir teknolojik atılımın başta ABD ve Çin olmak üzere müthiş bir rekabet ortamında gerçekleşmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız. O nedenle de bazı ülkelerin yapacakları düzenlemelerin onları geride bırakabileceği korkusunu hafife almamak gerek. Nitekim Amerika’da hala bu konuda düzenleme olmamasının nedeninin bu rekabet korkusu olduğu söyleniyor.
Tabii bir başka sorun da şu: an itibarıyla YZ modelleri onu yaratan şirketlerin kontrolü altında. Ancak yakın gelecekte bunların kendi kendilerine evrimleşmesi, sürekli her şeye farklı biçimde adapte olabilme ihtimali söz konusu. Bu bir yandan üretkenlikte ve problem çözmede çığır açıcı potansiyelleri tetikleyebilir. Ancak bunlar insanlardan özerkleşirse, kendi kodlarını kendileri yenileyebilirlerse, ki bu süreç de başladı, ne olacak? Malum yukarıda da belirtildiği üzere YZ modelleri zaten Darwinist bir seçilimci süreç içinde çalışıyorlar. Diyelim ki YZ destekli bir robot evinizde sizi öldürmeye kalkarsa ne olacak? Bu modeller birbirlerine bağlanıp, diyelim ki belirli bir yerde kendi kafalarına göre elektriği keserlerse? Seçimlerde hile ve manipülasyon yaparlarsa? 2023 yılında bir YZ uygulaması kendisinin kör biri olduğunu söyleyip bir web sitesine ulaşmak için bir insandan yardım almaya çalışmış ve o kişiyi ikna etmişti.[x] O kadar çok soru ve sorun var ki YZ konusunda, ve de herşeyin bu denli hızlı bir şekilde akarak geliştiği bir ortamda aklımıza şu an gelemeyecek sorunların ortaya çıkması ihtimali de çok. Kaldı ki bugün dahi YZ modellerini oluşturan ve bu işleri çok iyi bilen bazı insanların YZ’nın yaptığı bazı şeyleri anlayamadıklarını itiraf etmesi sahiden korkutucu bir durum!
Henüz sonuçlarını tam olarak kestiremediğimiz potansiyel tehlikelerden biri de YZ kullanımının insan zihnine olan olası etkisi. Bu konuda şimdiden kaygı verici araştırmalar başladı. YZ'nin sunduğu anında ve hazır cevaplar, düşünme süreçlerimizi köreltebilir. Eskiden bir konuyu araştırırken kütüphanelerde geçirdiğimizde, hatta arama motorlarında bile beklenmedik bilgilerle karşılaşırken, YZ'nin doğrudan ve daraltılmış yanıtları bu keşif sürecini ortadan kaldırabilir. Aynı şekilde, insan zihninin ve kültürünün gelişiminde kritik rol oynayan yabancı dil öğrenimi de YZ'nın anlık çeviri yetenekleriyle sekteye uğrayabilir. Yazı yazmak gibi ancak pratik yaparak gelişen beceriler ise muhtemelen körelecek, gereksiz görünecektir.
Öte yandan YZ çağında insan medeniyetlerinin en önemli ürünlerinden biri olan sanatın akıbeti ne olacak? Birçok kişi, yaratıcılık ve özgünlüğün temel olduğu bu alanda YZ’nın etkisinin sınırlı kalacağını düşünüyor. Ancak daha şimdiden YZ ile yapılan resimler yarışmalarda ödül kazanabiliyor. Dolayısıyla bu konuda kesin bir yargıya varmak için henüz erken; zira YZ, kendi kendine öğrenme, dönüşme ve gelişme yeteneğine sahip bir teknoloji. Örneğin, ona “Bu konuyu Nâzım Hikmet’in üslubunu kullanarak bir şiire dönüştür” dediğinizde, ortaya oldukça etkileyici bir eser çıkabiliyor, hatta müzik veya resim gibi diğer sanat dallarında da benzer başarılara şimdiden imza atılıyor.
Sanat eserinin değerini belirleyen unsurlardan biri şüphesiz nadirliği; yani az bulunması. Peki, YZ’nin binlerce güzel şiir, senaryo veya tablo üretip bu alanda bir arz bolluğu olduğunda sanat eserlerinin değeri nasıl belirlenecek? Şimdiden kestirmek güç, fakat bolluğun değeri düşüreceği öngörülebilir. Bu bağlamda, arz-talep dengesi kadar “tercih paradoksu” (paradox of choice) kavramı da devreye giriyor; yani çok sayıda seçeneğin olduğu durumlarda alınan tatminin azaldığını gösteren araştırmalar. YZ’nın yaratacağı sanat eserleri bolluğunun keyif alma deneyimini zedeleyebileceğini tahmin edebiliriz. Öte yandan, YZ’nın sanatı daha erişilebilir kılması ve sanatçılarla işbirliği yaparak yenilik sunması da mümkün; bu, değer tanımını belki yeniden şekillendirebilir.
Yapay zeka hiç kuşkusuz dünyamızı radikal olarak değiştirecek, hem derinden hem de görülmemiş bir hızda. Ancak bu değişimlerin bir kısmı son derece tehlikeli yönler de içeriyor. İşin ilginci bu tehlikelerin an itibarıyla sadece bir kısmını öngörebiliyoruz, üstelik de YZ teknolojisindeki değişimin hızı öylesine büyük ki bunun yaratacağı sosyal meseleleri anlamlı bir şekilde ele alabilmek için zaman da çok kısıtlı. Ve şimdiden birtakım önlemler alınmamasının vebalini tüm insanlık olarak çekme durumunda kalmamız büyük bir ihtimal.
Alvin Toffler’in çok satmış ünlü bir kitabı var: “Future Shock.” Türkçeye “Şok: Gelecek Korkusu” olarak çevrildi. Basımı 1970’te ve tüm zamanların en önemli “best seller” kitaplarından biri oluyor. Söylediği çok kısaca şu: sosyal hayatta, ekonomide, kültürde ve tabii teknolojide 1950’lerden itibaren o denli hızlı gelişmeler oluyor ki hayatın ivmesinin akıl almaz artışı insanlarda psikolojik sorunlara yol açıyor. O dönem sahiden de öyle bir dönem. Her şey çok hızlı değişiyor. Bugün de böyle bir dönemin içinden geçmekteyiz. Sadece siyaset, ekonomi ve jeopolitik değil, onlar aslında bir şey değil, yapay zeka bütün her şeyi o denli derinden değiştirecek ki bir tür olarak insanlığın farklı bir evrimsel aşamaya geçmesi ihtimali bile var. Toffler’ın anlattıkları yaşadığımız ve yaşayacaklarımızın yanında hiçbir şey değil. Yapay zeka ekosisteminin ve onun yaratacağı etkilerin üstel (eksponansiyel) artışı ve insan zihninin doğrusal (lineer) düşünmeye programlı olması büyük bir sorun teşkil edecek.
İşin daha korkutucu yönü ise şu: yapay zekayı akıllı telefon vs. gibi bir büyük teknoloji olarak düşünmek. Karşı karşıya olduğumuz şeyin tüm dinleri, siyasal ve bilimsel sistemleri tepeden tırnağa değiştiren matbaanın icadından bile daha büyük bir dönüşüm olduğunun maalesef çok az kişi farkında. Ünlü bilim insanlarından Edward O. Wilson’ın hoş bir sözü vardır: "İnsanlığın gerçek sorunu Taş Devri'nden kalma duygularımız, Orta Çağ'dan kalma kurumlarımız ve tanrısal düzeyde bir teknolojimiz olması. Bu inanılmaz derecede tehlikeli ve genel olarak bizi bir kriz noktasına doğru yakınlaştırmakta."[xi] Bir başka deyişle insan doğası ve kültürünün evrimsel değişiminin hızıyla son 80 yıllık teknolojik gelişimin temposu arasında müthiş bir açı oluştu ve bu artarak da açılıyor. İnsan doğası ve kültürü doğrusal bir hızda bile değişmezken, özellikle yapay zekanın bazı özellikleri ve onun toplumsal yaşamda yaratacağı olası altüst oluşlar üstel bir tempoda artma eğiliminde. Bu durum sadece toplumsal yapıların krizine değil, aynı zamanda bireylerin de psikolojilerinin çok radikal biçimde etkilenmesine yol açabilir. Tüm dünyada özellikle beyaz yakalılar arasında yakın zamanda olası işsizlik endişesinin yavaş yavaş kendini göstermeye başladığını görüyoruz.
Yapay zekanın temposuyla sosyal hayatınki arasındaki açının artmasının yaratacağı sorunlar kadar etik meselelerin çözümünde yaşanılan sıkıntılar da çok büyük. İster etik deyin, ister ahlak, hepsi sonuçta bir toplumsal mutabakat üzerine inşa edilirler. Oysa 21. yüzyılın ilk çeyreğinde toplumsal kutuplaşmalar hemen her yerde çok ciddi boyutlara ulaşmış durumda. O nedenle dünyaya bakış açısında hemen her konuda birbiriyle zıt kutuplara yerleşmiş insanların bulunduğu toplumlarda bir ortaklık, bir mutabakat oluşturmak son derece zor görünüyor.
Kitle toplumu çoktan yerini "ağ" toplumlarına bıraktı! Artık 19. ve 20. yüzyıldan kalma, sanayi ya da sanayi ötesi toplumlar üzerine inşa ettiğimiz bakış açılarını, eğitim politikalarını terk etmek, hayatın hemen her alanını yeniden kurmak durumundayız. Bu çıplak gerçeğin insanlık olarak ne kadar farkındayız? Orası da muamma görülüyor, en azından şimdilik. Yapay zeka konusunu insanların yeterince dikkate almamaları, çoğu insanın hala bu konunun öneminden bihaber oluşu gerçekten çok şaşırtıcı. Bütün bu süreçler galiba küresel bir "akıl tutulması" ile paralel gidiyor gibi görünüyor.
Pandora’nın Kutusu artık açılmıştır. Yapay zekanın gelişimine set çekmek mümkün değil. İnsanlığa hem umut, hem de endişe getiren bu teknolojiyi yakından izlemek, onu insanlığın kamusal faydası yolunda biçimlendirmek durumundayız.
[i] Prof. Dr. Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk Enstitüsü, İstanbul.
[ii] Yüksek Mühendis. Siber güvenlik uzmanı, Delivery Hero, Berlin.
[iii] https://www.wired.com/2016/03/two-moves-alphago-lee-sedol-redefined-future/
[iv] https://www.lesswrong.com/posts/zAcYRJP9CZcYXTs7o/what-was-so-great-about-move-37
[v] Dario Amodei, Machines of Loving Grace: How AI Could Transform the World for the Better
October 2024, https://darioamodei.com/machines-of-loving-grace#2-neuroscience-and-mind
[vi] https://www.youtube.com/watch?v=7oAlD3lMNXo
[vii] https://www.economist.com/finance-and-economics/2025/05/26/why-ai-hasnt-taken-your-job
[viii] https://theaiinsider.tech/2024/09/23/yuval-noah-harari-warns-ai-could-lead-to-our-downfall/
[ix] https://www.zebracat.ai/post/ai-video-creation-statistics
[x] https://www.businessinsider.com/gpt4-openai-chatgpt-taskrabbit-tricked-solve-captcha-test-2023-3
[xi] Tristan Harris, “Our Brains Are No Match for Our Technology,” The New York Times, 5 Aralık 2019. https://www.nytimes.com/2019/12/05/opinion/digital-technology-brain.html
Kendi ulusal sorunlarına dahi çözüm üretmekten aciz olan Neopopülist yapılar, küresel sorunlara karşı yapıcı bir perspektif geliştirmekten uzaklar. Faşist hareketlerle pek çok benzerlik taşıyan Neopopülist yönelimlerden evrensel bir dünya düzeni çıkması mümkün değil!
Türkiye gerçekten de son yüz yılın en önemli seçimine doğru gidiyor. Böyle bir seçime mutlaka katılmak, kararımızı mutlaka sandığa yansıtmak gerekir.
İnsanlığın önündeki sorunlar ancak dayanışma, kardeşlik ve bir "tür olarak insanlık" kavramını önümüze alarak çözülebilir. Sahici gücü olan büyük uluslarüstü kurumlar inşa etmeliyiz
© Tüm hakları saklıdır.