03 Nisan 2024

Seçimin kaybedenleri ve gelecek tahminlerim

Önümüzdeki ilk seçimde Cumhurbaşkanlığını yani asıl iktidarı ve tüm kazanımlarını kaybetmeyi göze alamayacakları için, bence iktidar bloğu daha az hasarlı göreceği parlamenter sisteme dönüşü teklif edecektir

Yerel seçim de olsa, ana muhalefetin 22 yıl sonra ilk defa birinci parti olarak kazandığı önemli bir seçimi geride bıraktık.

İktidarı bir tür "topal ördek" konumuna düşüren bir seçim.

Seçimin en önemli sonucu Sayın Ekrem İmamoğlu'nun da dediği gibi, tek adam vesayetinin sona erdiğini ilan etmesi.

"Bu devirde kimse padişah değil!" şarkısının gerçek olması…

Bu iktidarın en geç ilk seçimlerde gidici olduğunu gören bürokrasinin ve yargının iktidar lehine ve muhalefet aleyhine öyle gözü kapalı haksız ve şuursuz imza atması artık biraz zor ihtimal.

İçlerinden en militanlaşmışlarına ve tetikçilerine yine de imza attırabilirlerse de çok istisnai kalır. Çoğunluğu, olmadık işlere imza atmadan önce iyice bir daha düşünür. "Yazın yediğin hurmalar …" hesabı.

Seçimin bir diğer gösterdiği sonuç, iki partili bir polarizasyona doğru evrilme.

İngiltere ve ABD gibi.

Bunun iyi bir şey olduğu tartışılır gerçi.

Türkiye'nin sosyolojisinin gerçekleri, siyasetin sadece iki parti arasında sıkışmasındansa, siyasi parti yelpazesinin merkez sol, merkez sağ, muhafazakar, Türk ve Kürt milliyetçileri şeklindeki 5'li bir çeşitliliğin dinamizmi içinde gelişmesinin daha doğal bir süreç olduğunu gösteriyor sanki.

Yine seçimin bu kez daha olumlu bir diğer sonucu da AKP ve MHP seçmeninin öyle sanıldığı gibi partisine mutlak sadık seçmen olmadığını göstermesi. Ya başka partiye oy vererek ya da oy kullanmaya gitmeyerek, gerektiğinde bu halkın "babasını" pardon partisini bile tanımayabileceğini ortaya koyması.

Ülkede sosyolojik açıdan "takım tutma" dışında, hiçbir yapay kuruma mutlak bir sadakatin bulunmadığını kanıtlaması!

Seçimin kaybedenleri

Gelelim bu seçimin gerçek kaybedenlerine.

Birinci kaybeden: Kuşkusuz Recep Tayyip Erdoğan.

Geçtiğimiz birkaç yılda kendisine çok fazla güvenip, ekonominin doğal ve evrensel kurallarının gereğini yapmayı reddedip, hatta ekonomi bilimi ile inatlaşması sonucu zaten kırılgan olan ekonomiyi iyice çökerterek halkı bir anda fakirleştirmesinin cezasını çekti.

Partisini 22 yıl sonra birinci parti konumundan düşürdü.

İmamoğlu'na üçüncü kez, Mansur Yavaş'a ikinci kez yenilerek siyasetteki karizmasında en ciddi yarayı aldı.

İkinci (eş) kaybedenler: Devlet Bahçeli ve Meral Akşener.

Partisinin oyları yüzde 4'lere düşen Devlet Bahçeli, hiçbir şey yapmayıp elini taşın altına koymadan AKP küskünlerinden aldığı zahmetsiz oylara tam da alışmışken, hükümetin her kusuruna gözü kapalı destek vermenin bedelini ödedi.

Suç örgütleri liderleriyle yakınlaşma görüntüleri ve vicdanları yaralayan bazı siyasi cinayetlere tepki vermeme gibi olumsuz imajların etkisiyle, gerçek Ülkücülerin ve demokrat milliyetçilerin partisinden iyice uzaklaştığı ortaya çıktı.

Meral Akşener ise geçen yılki seçim sürecini -Kılıçdaroğlu'nun "geliyorum" diyen saçma adaylık niyetine zamanında set çekemeyerek- çok kötü yönetmesinin ve kişisel küçük hesaplarla Sayın Mansur Yavaş'ın CB adaylığının önünü zamanında açamamasının toplumda yarattığı derin hayal kırıklığının bedelini muhtemelen siyasi hayatının sonu olarak ödeyecek.

Merkez sağdaki önemli boşluğu doldurma yönünde bir ara çok ciddi potansiyeli olan partisini yüzde 3'lere düşürme gibi gerçekten zor bir işi kolayca başardı!

Üçüncü kaybeden: Kemal Kılıçdaroğlu.

Doğru adayla, kaybedilmesinin imkansız olduğu şimdiki seçimle de anlaşılan geçen yılki CB seçiminde kazanma şansı en düşük aday olan kendisini -hem de Masa'nın küçük partilerine siyasi milletvekillikleri "rüşveti" vererek ve etik olmayan gizli pazarlıklar yaparak- empoze ederek, kendisinin siyasi yaşamını da bitirdi, ülkenin 5 yılını da heba etti.

Kendisi ana muhalefet liderliğini bırakmasından sadece 5 ay sonra partisinin ülkede birinci parti olarak seçim kazanması, aslında partisinin sıçrayışını engelleyen "pranga"nın kim olduğunu da ortaya çıkardı!

Bu seçimlerin bir sonucu da yeni CHP yönetiminin büyük başarısının, Kılıçdaroğlu'nun ileride tekrar Parti'nin başına geçme hayallerini ebediyen toprağa gömmüş olması.

Dördüncü kaybedenler: Tarafsızlığını kaybederek partizanlaşmış bürokrasi.

Bu seçimler öncesinde ve seçim sürecinde tanık olduğumuz üzücü olaylardan biri de Anayasa ve kanunlara göre özellikle ve ayrıca tarafsız olması gereken RTÜK, TRT ve ayrıca bazı yargı mercilerinin siyasi açıdan tarafsızlıklarını kaybettikleri ve partizanlaştıkları iddialarını güçlendiren uygulamalar yapmaları.

RTÜK Başkanının, yasal ve anayasal yönden zorunlu tarafsızlığını hiçe sayarak, ana muhalefetin başkent büyükşehir belediye başkan adayına karşı, sanki iktidar partisi yöneticisi edasıyla "had bildirme" girişimi kamuoyunun gözünden kaçmadı. Vakti zamanı geldiğinde bunun hukuk önündeki değerlendirmesi de mutlaka yapılacaktır.

TRT'nin muhalefeti yok sayan taraflı yayıncılığı hak ve adalet sınırlarını çok fazla aştı.

Yargıtay'ın bir dairesinin AYM kararlarını tanımadığını ve yok saydığını ifade etmesi ve iktidar bloğunun bu çok vahim hukuk ihlalini sahiplenmesi, toplumdaki adalet ve yargıya olan güvensizliği iyice doruğa çıkardı.

Beşinci kaybedenler: Siyasi "avanta"ya tamah edip etik davranmayan Altılı Masa'nın küçük partileri ile Ümit Özdağ.

Altılı Masanın aslında siyasette tecrübeli küçük partilerinin (Gelecek, Deva, Saadet, DP) yönetimleri K. Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan'a karşı CB seçimini alamayacağını bile bile, kendisini aday olmamaya ikna etmek bir yana dursun, kendisinin adaylığına onay verme karşılığında teklif ettiği milletvekilliklerine tamah etmeleri siyasi tarihimize önemli bir siyasi etik ihlali olarak geçecektir.

Zaten toplum da bu seçimde bu küçük partilere yüzde 1 oy bile vermeyerek, bu siyasi ahlak yoksunluğu nedeniyle çok ağır biçimde cezalandırdı. Daha da iflah olmaları zor görünüyor.

Ümit Özdağ'ın Zafer Partisi ise aslında çok ciddi illegal göçmen sorununun çok avantajlı siyasi "ekmeğini" yeme potansiyeli taşımasına karşın, geçen yılki CB adayının ilk turdan sonra bir anda saf değiştirmesinin kendisine oy veren kesimlerde doğurduğu hayal kırıklığına karşı özeleştiri yapmamasının toplumda doğurduğu güven bunalımını aşamayarak, bu seçimde yüzde 1'ler seviyesinde kaldı.

Partisinin sağlıklı örgütlenmesi ve dolayısıyla kurumsallaşmasındaki zaafiyet görüntüsü de cabası.

Seçimler sonrası gelecek senaryoları: Parlamenter sisteme dönüş ufukta

Bu seçimler sonucunda iktidarı gidici gören Körfez sermayesi de Batı da ciddi kaynak aktarımı yapmayacaktır.

Ekonomiyi eskisi gibi oy getirecek şekilde düzeltmek için ise hem para bolluğu ve yatırımlar gelmesi hem de enflasyonun ve doların düşmesi lazım.

Ama bunların artık bu hükümetle olma imkanı kalmadı.

Bunları artık gerek demokrasi ve hukuk devletinde, gerekse ekonomik kurumların bağımsızlığında yeni bir hikaye yazarak, içte ve dışta güven ve istikrar imajı çizebilen yeni bir hükümet yapabilir.

Bu nedenle mevcut iktidarın kendisini içine soktuğu bu siyasi çıkmazdan en az hasarla çıkarmasının bence tek yolu tekrar parlamenter sisteme dönüştür.

Bu nedenle önümüzdeki ilk seçimde Cumhurbaşkanlığını yani asıl iktidarı ve tüm kazanımlarını kaybetmeyi göze alamayacakları için, bence iktidar bloğu daha az hasarlı göreceği parlamenter sisteme dönüşü teklif edecektir.

Bence mevcut iktidarın hiç başka seçeneği yok.

Bunu hemen yapmasalar da, bir-iki sene gidişata bakıp, işin içinden başka biçimde çıkma imkanları bulunmadığını görünce, parlamenter sisteme geçiş teklifini en geç 2026 veya 2027'de getireceklerini veya birilerine getirteceklerini tahmin ediyorum.

Bu noktadaki ilginç soru ise, E. İmamoğlu veya M. Yavaş ile ilk Cumhurbaşkanlığı seçimini alması en yüksek olasılık olan ana muhalefetin, Başkanlık sisteminin verdiği olağanüstü gücü, yetkiyi ve iktidarı elinin tersiyle iterek, güç ve iktidar alanı çok daha sınırlanmış ve dağıtılmış bir parlamenter sisteme geçişi kabul edip etmeyeceği.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

Yazarın Diğer Yazıları

23 Nisan ve "okuyup büyük adam olmak" hayali

Çocuklarda ve gençlerde artık "okuyup büyük adam olma" hayali kalmadı

YÖK'ün yeni yurt dışı denklik düzenlemesi: Doğrular ve yanlışlar

Yeni yurt dışı diploma denkliği kuralları açısından usuli yönden hukuksal risk almamak adına, eğer yurt dışında üniversite lisans eğitimi yapmak istiyorsanız ya da çocuğunuzu yönlendirmek istiyorsanız, size tavsiyem, dünya sıralamasında ilk 400'e giren üniversitelere gitmeniz. Denklik açısından hiç hukuksal risk taşımayan seçenek bu

Merkez sağ nasıl dirilir?

Olası bir yarışta Mansur Yavaş'ın arkasında duracak bir merkez sağ partinin oluşması ideal siyasi çözüm için çok önemli