23 Nisan 2025

Yeniden parlamenter demokrasiyi ararken

Parlamenter rejime dönme arayışı içinde, mevcut anayasanın uygulanmasını istemek de soyut ve ilkesel bir sorun değil, demokrasi ile ilgili son derece somut bir taleptir. Üniversite alanında akademik özgürlük, dürüstlük ve liyakat ilkelerinin siyasi buyrukla çiğnenmesine karşı başlayan gösteriler, hemen, doğal olarak, bir diğer Anayasal hakkın, toplantı ve gösteri özgürlüğünün ihlâline dikkat çekti. Bu hakkın kullanılamaması, rejimin anayasa hükmüne karşın uyguladığı fiilî gösteri yasağına vaktiyle itiraz edilmeden gösteri hakkının teslim edilmiş olması, şimdiye kadar demokrasi ve hukuk savunuculuğunu ertelemişti. Şimdi de kalabalıklar fiilen bu engeli aşsa da gözaltına alınanlar valiliğin koyduğu gösteri yasağına uymamakla suçlanıyor. Anayasal gösteri hakkının savunulması, idare tarafından konan yasakların hangi kanuna uygun gerekçelerle kısıtlandığının sistematik olarak sorgulanması, aynı şekilde basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün de savunulması, gayet somut ve gerekli noktalar olarak, sürmekte olan gösterilerde siyasi liderliğin önceliği olarak durmaktadır

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 105. yıldönümündeyiz.  23 Nisan 1920’de, henüz Cumhuriyet gündemde bile değilken, o günün koşulları ve anlayışı çerçevesinde demokrasi uygulayan bir parlamento açıldı. I. Dünya Savaşının büyük kayıplarından sonra, çöken Osmanlı İmparatorluğunun enkazı üzerinde, İstanbul ve Anadolu işgal altındayken, çok yeni, krizli ikinci meşrutiyet ve (savaşan bütün devletlerin iktidar sahipleriyle birlikte) hırsları ve hatalarıyla I. Dünya Savaşının kanlı yıkımına yol açan İttihat ve Terakki’den ve teslim olmaktan öte, işbirliğine yamanmış padişah hükümetinden sonra Kurtuluş Savaşını yönetecek bir parlamento. Olağanüstü şartlarda olağanüstü zorluklarla ve olağanüstü bir liderle, Mustafa Kemal ile yürüyen bir parlamento ve halk.

Tarihî şartlar bir daha tam ayni şekilde tekrarlanmaz. Benzerlikler çok sınırlıdır. Her dönemin dinamikleri, ahlâkî değerlendirmelerle değil de olgular olarak bakılırsa, hem başka dönemlerden farklı hem de içindeki tüm unsurlar çok yönlü olabilir. ‘Halk’, siyasî elit kadrolar, askerler, cemiyetler, cemaatler, tarikatler, din adamları, bu grupların hepsinin içinde bir yanda TBMM’ye katılanlarla, temsil edilenlerle, Kurtuluş Savaşına katılanlarla, destek verenlerle, öbür tarafta asker kaçakları, çeteler, taraf değiştirenlerle, işgali ve padişahı destekleyenlerle çeşit çeşit konumlarda olmuştur. Doğal ve gerçek durum böyleyken, olayları tetikleyen arayışlar halktan gelebilir, liderlik de bu inisiyatifleri isabetle yönetme bazan da inisiyatifi alarak hareketi başlatma marifetidir. İlk Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve kurtuluş savaşının lideri Mustafa Kemal şüphesiz olağanüstü nadir gelen bir liderdi. Bunun önemli göstergelerinin başında kendi manevî mirası olarak yaptıklarını değil, bir düşünme yöntemini, akıl ve bilimi bırakmış olması gelir.

***

Yüz yıl bir toplumun evriminde hem kısa hem de uzunca bir süre olabilir. Türkiye Cumhuriyeti parlamenter demokrasi olma yolunda ileri geri giderek günümüzde yine parlamenter demokrasiyi yeniden aradığımız bir kriz noktasına geldi. Bu zaman içinde siyaset askerî darbe ve zaman zaman kapalı manipülasyonlarla yürüdü.  Halk olarak sürekli, olağan süreçler içinde katılımcı nitelikte bir demokrasiyi yürütme konusunda çok deneyimimiz yok. Çünkü katılımcı demokrasi hem kanun ve kurumlarıyla, hem de sivil toplumun gelişmesi, bireylerin kendi etkinliklerine güven duymaları, parti içi demokrasi geleneği gibi Siyasî kültürle gelişip yerleşen, yavaş yavaş edinilen ve kolay kaybedilebilen bir inşa. Buna karşılık seçimlerde oy vermek ve kritik zamanlarda ağırlığını duyurabilmek artık Türkiye’de de halkın sahiplendiği bir güç. Osmanlı tarihinde halkın tepkisi fiilen bıçak kemiğe dayanınca çoğu kez kanla bastırılan isyan olmuş. Kısmi bir demokraside bu tepki mecazî anlamda bıçak kemiğe dayanınca oluyor: ekonomik ve sosyal yoksunluk, ve kendisine yapılan haksızlığa, herkese yapılan haksızlıklara yol açan yolsuzluk ve hukuksuzluk idrak edildiği zaman. Parlamenter rejimden, güçler ayrılığından uzaklaşan bir yönetim, hem denetimsizlikten hem de liyakatsizlikten dolayı, kasıtlı veya cahilce kötülüklerin birikmeden düzeltilmesine, sürekli düzeltilmesine imkân vermiyor. Otoriter rejimler tabiatları icabı, bilhassa bu yönde adımlar atıyorlar. Düzeltme olmayınca da bastırılan tepkiler kritik eşiklere, patlama noktalarına, bıçağın kemiğe dayanmasına kadar gidiyor.

***

Bütün bunlar herkesin bildiği şeyler, malûmu ilâm. Bu yazılarda konulara bilgi, kanıt, mantık içeriği ve bilginin eyleme, davranışlara yansıması açısından bakmaya çalışıyorum. 19 Marttan beri olanlar halkın tepkisi ile tetiklendi. Muhalefetin siyasî liderliği bu tepkileri öngörü ve kataliz kanallarıyla örgütledi. Gelişmeler halk ve liderlik arasında karşılıklı tetiklemelerle, yol gösterme, fikir üretme etkileşimleriyle sürüyor. Siyasî amaçlı, hukuk açısından absürt diploma (topluca diplomalar!) iptaliyle eşik ilk önce üniversite öğrencileri tarafından aşıldı. Öğrenciler hem içinde bulundukları maddî güçlükler, hem de gençliğin siyasi safiyeti ve heyecanıyla, kör kör parmağım gözüne bir duruma, üniversitede hukukun ve akademik ilkelerin siyasî  direktifle ihlâline, esas yetkili olan İşletme Fakültesi Dekanının doğru davranışına karşı yönetimin çoğunluğunun verdiği karara isyan ettiler.  Siyasî safiyetle saflık ve naiflik kastetmiyorum. Öğrenciler göz önündeki kanıtlara, açık bilgiye rağmen daha yaşlı kuşaklarda görülen sıradan kanıksamayı, kötülüğü kabullenmeyi, ‘ukalâ’ ve ‘enayi’ olmamayı, ‘burası Türkiye, herkes böyle yapar’ teslimiyet ve kandırmacasını, İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulunda da  örneklenen sıradan çoğunluk tavrını henüz giyinmemişler. Üniversite ismini hakkeden kurumlarda hakim olması gereken doğru bilgiyi aramak, kanıtlara dayanarak karar vermek idealini de seziyorlar. Bu şekilde üniversitedeki siyasî manipülasyon önce üniversite öğrencilerini eşikten aşırdı. Ardından, hemen ardından, değişim arayışı içindeki  CHP liderliği somut ve etkili bir liderlik performansına geçti. Bu böyle olmayabilirdi de. Çünkü hak, hukuk, adalet, liyakat arayışı siyasî  hareketlerde, partilerde olsun, İBB gibi büyük kurumların bürokrasilerinde olsun, doğal olarak, farklı çıkar gruplarının, farklı sınıfların temsilcilerinin, ya da bilinçli veya bilinçsiz olarak kendi siyasî  ikballerini kollayan hiziplerin de etkisindedir. Bunu bir kötüleme, bir değer yargısı olarak değil bir gerçek olgu olarak görmek lazım. Liderliğin somut ihtiyaçlar, bunlara cevap verecek projeler yerine nasıl oy kazanılacağına dönük baskı ve tavsiyelere yönelmesi de mümkün, Hatay’da CHP’nin Lütfü Savaş ve TİP’in Gökhan Zan tercihlerinde ve sonuçlarında gördüğümüz gibi. Bu deneyimlerin bıraktığı etki belki 19 Mart sonrasında açıklık kazanan liderlik tarzında önemli olmuştur. Bir de başkanlık rejimi ile ekonomik kriz arasındaki ilişkiyi, bıçak kemiğe dayandıkça halkın daha fazla bir kısmının idrak etmiş olması üniversite öğrencilerine hemen o gün çok sayıda vatandaşın katılmasına yol açtı. 

***

Sonraki gösteriler somut olay ve kanıtlara odaklanıyor. Ekrem İmamoğlu ve İBB ekibine Cumhurbaşkanlığı adaylığı dolayısıyla uygulanan hukuksuzluk yıllardır sürüp giden benzer hukukusuzluklardan çok daha büyük ve çabuk tepki gördü. Bu da somut olarak sosyal - ekonomik kriz içinde hassasiyetleri artmış  olan toplumun kendi elinde gördüğü demokratik değişim aracına yani oy kullanmaya, seçme ve seçilme hakkına karşı ülke çapında gözlenen müdahaleye tepkisi. Artık toplum ve siyaset sadece Kürtlere veya aydınlara, gazetecilere, aktivistlere, ‘ötekilere’ yapıldı diye görmezden gelinebilecek bir baskının ötesinde, ayırımcılar da, ortadakiler de dahil herkese uygulanan, geniş toplumun siyasi erkini elinden alan bir manevraya karşı, krizden dolayı iyice artmış bir hassasiyetle tepki gösterdi. Bu genel tepki somut duruma dayanıyor. Ardından, son Yozgat’lı çiftçilerden gelen talep üzerine yapılan mitingde tarımın durumunun gündeme gelmesi gibi, halktan gelen işaretler ve liderliğin dinamik yönlendirmesi ile somut sorunlara odaklanılması doğaldır. Herhalde maden kazaları, çevre tahribatı, bunlardan zarar gören yörelerde öteden beri sürüp giden yerel çapta tepkilerin ülke çapındaki momentuma eklenmesini de izleyeceğiz. Deprem bölgelerinde halâ süren mağduriyet ve üstüne üstelik rezerv alan uygulamaları da aynı şekilde ülkeyi gezen gösteriler dalgasının halkalarına eklenebilir.

***

Gerçeğe itibar eden, kanıtlarla karar vermeğe çalışan akılcı bir sistemin garantisi hukuktur. Demokrasilerde kuvvetler ayrılığını, denge ve denetlemeyi ve özellikle bilgi alma, şeffaflık ve iletişimi garanti eden temel ise Anayasadır. Parlamenter rejime dönme arayışı içinde, mevcut anayasanın uygulanmasını istemek de soyut ve ilkesel bir sorun değil, demokrasi ile ilgili son derece somut bir taleptir. Üniversite alanında akademik özgürlük, dürüstlük ve liyakat ilkelerinin siyasi buyrukla çiğnenmesine karşı başlayan gösteriler, hemen, doğal olarak, bir diğer Anayasal hakkın, toplantı ve gösteri özgürlüğünün ihlâline dikkat çekti. Bu hakkın kullanılamaması, rejimin anayasa hükmüne karşın uyguladığı fiilî gösteri yasağına vaktiyle itiraz edilmeden gösteri hakkının teslim edilmiş olması, şimdiye kadar demokrasi ve hukuk savunuculuğunu ertelemişti. Şimdi de kalabalıklar fiilen bu engeli aşsa da gözaltına alınanlar valiliğin koyduğu gösteri yasağına uymamakla suçlanıyor. Anayasal gösteri hakkının savunulması, idare tarafından konan yasakların hangi kanuna uygun gerekçelerle kısıtlandığının sistematik olarak sorgulanması, aynı şekilde basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün de savunulması, gayet somut ve gerekli noktalar olarak, sürmekte olan gösterilerde siyasi liderliğin önceliği olarak durmaktadır.

Yine Anayasa’daki mülkiyet hakkının kısıtlanması da somut olarak rezerv alanlar uygulanmasında, özel mülkiyet alanlarının, tarım alanlarının yanı sıra kamu varlıklarının tahribi ise çevre talanı bağlamında  gündeme gelmektedir. Anayasanın savunulması esasen parlamenter demokrasiye dönüş sürecinin hem somut adımları olarak, hem de bu sürecin momentumunu koruyup sonuç alması için gayet somut bir gereklilik gibi görünüyor.

Yazarın Diğer Yazıları

23 Nisan 2025 Silivri depremi: Depremden hemen sonra ne yapacağımızı biliyor muyuz?

Ne yapacağımı bilmeliyim. Benim işimse yapmalıyım, başkasının işiyse hemen yapmaya çağırmalıyım, bunu yapıyorum işte. Yoksa depremden değil, tedbirsizlikten de değil, aymazlıktan, sorumsuzluktan, daha açıkçası ahmaklıktan öleceğiz

Popülist rejimin kültür karşıtlığı ve aydın düşmanlığı: Mahir Polat

Gezi olayları da rant ağlarına karşı sadece simgesel olarak değil, politik anlamda ciddî bir mücadeleye dönüşürken bu meslek ve kültür insanları önemli rol oynadılar. Rejim onları cezalandırmak ve intikam almak için Silivri’de tutuyor

6 Şubat 2023’ten iki yıl sonra

 “1999’dan sonra çıkarılan yasalara, yönetmeliklere, düzenlemelere ve yazılan sayısız rapora rağmen 6 Şubat’ta neden bu kadar büyük bir yıkım yaşandı? Neden aradan geçen çeyrek asra yakın süreyi daha iyi değerlendiremedik? Son 10 yılda inşaat sektörüne yapılan milyarlarca dolarlık yatırım sonucunda nasıl oldu da 35 binin üzerinde bina yıkıldı ve çok daha fazlası kullanılamaz hale geldi? Bu süreçten nasıl bir ders çıkarabiliriz ve daha iyisini nasıl yapabiliriz?”

"
"