25 Mayıs 2020

Üniversiteler ve öğrencileri

Uzaktan ve izole eğitimin Agamben’in ileri sürdüğü gibi sadece "faşizm" ile bir alakası yok

23 Mayıs 2020’de İtalyan filozof Giorgio Agamben bir yazı yayımladı. Bir gün sonra de Kubilay Cenk tarafından bu yazı Türkçe'ye çevrildi. Bu, üzerinde durulması gereken, düşünülmesi önemli bir yazı; çünkü Agamben Covid-19 virüsünün ilk çıktığı zamanlarda ileri sürdüğü "denetim toplumu"nun genelleşmeye başladığını ve "istisna hali"nin veya hatta başka türlü söylemeye kalkarsak genelleşen bir "olağanüstü halin" toplumlara ve kurumlarına hakim olmakta olduğunun üzerinde duruyor.

İlk yazısında Agamben, Foucault’nun "denetim toplumu" ve "yönetme" analizlerine dayanarak ileri sürdüğü savlarını, içinde bulunduğumuz şu izole edilmiş hallerimizde, başkalarına bulaştırmamak ve kendimizi de korumak üzere düşünmüş ve itirazımı Foucault’nun bu dönem siyasi metinlerine değil, ama başka bir siyaset önerdiği son dönem metinlerine yani "kendilik endişesi" metinlerine bakılmasının daha bugünkü koşullara yakın olduğunu söylemiştim.

Söz konusu üniversiteler olunca, yine bir başka türlü bakmak gerekiyor belki de. Agamben’in yazdığı gibi değil, çünkü o hâlâ "sözde-pandemi" olarak bakmakta. Bu nedenle de İtalya’daki Mussolini dönemi ile kıyaslamalar yaparak hem dikkati öğrenci ve öğretmenler arasındaki ilişkiye doğru yönlendiriyor hem de 1931 yılında İtalyan üniversitelerinde "Mussolini iktidarına bağımlılık yemini" eden hocalarla bir analoji kuruyor. Bu kıyas zamansal açıdan ne kadar mümkün onu tartışmak mümkün: Belki evet, ve belki de tam olarak değil!

Ama, bir başka noktaya doğru bakabiliriz: Sanal eğitim ve bilgisayarlı uzaktan eğitim enerji olarak ne harcama yapmakta? Hatta televizyonda "uzaktan eğitim" bu anlamda çok daha eski bir teknoloji üzerine kurulu olduğundan dolayı daha zararsız duruyor [Sadece bu cümleyi yazarken Godard’ın bir lafı geliyor aklıma. "Kadın Üzerine Söyleyebileceğim İki Üç Şey" adlı filminde (1966) şöyle fısıldamaktaydı: "LSD alacak kadar paran yoksa, o zaman kendine bir renkli televizyon al!"]

Dijital teknolojiler söz konusu olduğunda algoritmalar ve istatistik verileriyle yönetme öne çıkmaya başlıyor; o zaman, Yapay Zeka (A.I) dünyasının hakimiyeti başlamış olmakta. Ve, zaten bunu yaşamaktayız epey bir zamandan beri. Bir başka yazıda yazdığım gibi postmodern durum, yeni teknolojilerin çağı ile ilgili bir şekilde düşünülmüştü. Lyotard 1980’li yıllarda çok eleştirilmişti; fakat doğru olan bir yaklaşımı yok değildi. Ve, bugün, bu durumun içindeyiz: Kamusal destek alanının geri çekilmesi ve özelleştirmeler (bilginin metalaşması) ile devam eden bir ekonomi-politikanın hakim olduğu, neo-liberal ekonomi olarak adlandırdığımız durumun teknolojiyle ve dijitalleşmeyle yoğurulmaya başlanması. Bunun da üzerinde çok duruldu. Bunun üzerine çok yazıldı. Ve, küreselleşmenin getirdiği durumla Postmodernizm arasındaki yakın temasın var olması zaten yine bilinmekte olan bir durum. Ama, şunu söylemek gerekecek. Asıl Antroposen ile neo-liberal ekonominin ilişkisindeki yan yana olan vaziyet bizim belamız olarak durmakta.

Bu bela, hem yemek ve içmek açısından (mono kültür olarak işleyen tarımda uluslararası iş bölümü ile uzaklardan taşınan mallar) hem de teknoloji ve hız açısından zararlı durmakta. Yapay zekanın denetiminde yaşamaktayız bugün zaten. Bunun anlamı, bilgisayarlarımızın içindeki yapay zekanın harcadığı Watt ölçülü olarak hesaplanan enerji sarfiyatı ve kirlenme ile ilişkide saklanmakta. Sadece petro-kimya veya uçak ve otomobil seyahatleri değil atmosferi kirleten. Asıl çok daha vahim bir şekilde bilgisayarlarla, yani yapay zekalarla işleyen ve yürütülen hayatlarımız enerji harcamakta ve direkt olarak zarar vermekte hayatlarımıza.

Bir insan beyninin yarattığı maksimum enerjinin 20 Watt olduğu söylenmekte. Bir akıllı telefon datalarının ise bunun yüz misli olduğunu ileri sürmekte. Yani kuvvetli bir yapay zeka (saniyede milyonlarca hesabın neticesi) enerjisini 450 Watt’a kadar çıkarabilmekte [Iphone’larda kullanılan Syri’nin kaşifi (1987’de) Silicon Valley’in yıldızı Luc Julia’dan alıntı.]

Gitgide büyüyen datalarla (verilerle) işleyen istatistiki bilgilerin verildiği makineler çok daha kuvvet kazanmakta ve bir o kadar da daha fazla enerji ortaya koymakta ve harcamaktalar. Yani çok güçlü bilgisayarların toplamının depolandığı dataların arşivlendiği Icloud makinelerini (ismi bulut ama yeryüzünde depolanan bilgisayarları) soğutmak için otuz nükleer santral enerjisi gerekmekte (B. Latour’un Paris Milli Kütüphane'de 19 Kasım 2014’de yaptığı konuşma). Buna dijital devrim adı verilmekte! Antroposenin (iklimin ve doğanın tahribatının) karşılığı dijital devrim (numerik) anlamına geliyor. Beyin üzerine düşündükçe, bilişsel teknoloji beynin dışına taşınmakta! 

Söz konusu olan robotların bizi yönetmesi olmasa bile şimdilik, aynı zamanda bunların eğlence maksatlı (oyunlar, sanal rüyalar ve virtüel realiteler) enerji harcamaları gündelik yaşamda riziko yaratmaktalar. Ve belki de Yapay Zekanın işe yarayacak olan alanlara (tıbbi veya buna benzer konularda) ihtiyacımızı da kısıtlamakta. Bu, enerji açısından tehlikeli. Bilindiği gibi Watt ölçümleri James Watt’a ait bir bilgi 19. yüzyılda. Buhar makinesinin sanayide kullanılmaya başlamasıyla birlikte Antroposen dünyasına girdiğimiz söylenmekte.

Bugün ise 2019 sonlarında çıkan haberlerde okuduğumuz gibi, daha yüksek güçte bilgisayarlar, "kuantum bilgisayarları" gündeme gelmekte. Bu gerçekleşir mi gerçekleşmez mi teknolojik açıdan şu anda, bu bir muamma olarak durmakta; ancak 5G hızına erişildiğinde doğa tahribatının büyük boyutlara taşınacağı endişesi yerleşmekte zihinlerimize. O yüzden birçok yerde ekolojistler 5G teknolojisinin rizikolarını öngörmekteler ve karşı çıkmaktalar.

Gelelim direkt olarak yazının başındaki konumuza: Uzaktan ve izole eğitimin Agamben’in ileri sürdüğü gibi sadece "faşizm" ile bir alakası yok. Bu var olabilir tabii ki! Ancak politik olmayan ve hepimizin yaşamıyla oynanan ekonomik çıkar oyunları içinde, bir de yüksek enerji yaratımının getireceği rizikolar da var. Virüs ile yaşadığımız şu tatsız dönemin daha fazlasıyla karşı karşıya gelme rizikomuz da söz konusu olabilmekte (beslenme ve su sorunları). O halde, uzaktan sanal eğitim herkesin evde oturduğu bir denetimi değil, enerji gücünün yaratacağı rizikoyla alakası daha ehemmiyetli durmakta.

Üniversite ise, sadece bilginin dolaşıma girdiği bir yer değil, eğitimin nefesle yapıldığı bir yer aynı zamanda. Bu öğrenci ve hoca arasındaki nefes (tin veya ruh) ilişkisi olmaktan çok öğrencilerin kendi aralarındaki ilişkilerini belirlemekte: Arkadaşlık, sevgililik ve belki de aile kurmaya kadar gidecek olan beraberlikler, dayanışma, birlikte hareket etme gibi deneylerin yaşandığı yerler buraları. Üniversiteye, hayatta bir meslek edinilecek bir yer olarak bakmaktan çok, hayatın öğrenileceği bir yer olarak bakmak doğru olacaktır. Bu yer sosyal bir alandır. Ve Ortaçağ'da başlayan dersler ilahiyat ve felsefe kadar bilim dünyasının da yaratılmasına katkıda bulunmuştur. Lectio ile beraber Disputatio’lar öğrencilerin aralarında gündelik yaşamın ve sorunlarının gerçeğini tartıştıkları alanların yerleridir. Okuma, tartışma, fikir alışverişi. Duyuların ve deneylerin fiziki alışverişi üniversitelerin kalbindeki ışıktır (Descartes’tan ödünç alarak kullanıyorum "kalbin ışığı" lafını). Bir anlamda da sezgilerin açıldığı yerlerdir.

Fiziki bir yer olarak üniversiteler aslen öğrencilerin yaşam alanı olarak durmaktadır. Hoca ve öğrenci ilişkisi her zaman ön plana çıkarılmıştır. Agamben de öyle yapıyor; ancak bugün bilginin birçok yerde elde edinildiğini gördüğümüz için, asıl sorunumuzun öğrencilerin kendi aralarındaki fiziki temas eksikliğinden geleceğini söylemek bana hiç de yanlış gelmiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır