28 Mart 2024

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır

Sosyoloji yeni bilimsel bir disiplindir. 19. yüzyılda gündeme gelmiş ve 20. yüzyılın hemen başında Emile Durkheim tarafından kurumsal olarak meydana getirilmiştir. Paris’te, Sorbonne Üniversite’sinin Pedagoji Bölümü’nde ders vermekteydi. Sosyoloji, Durkheim’ın çabasıyla, Pedagojiye eklenen “Sosyoloji” ibaresiyle, yeni ve kurumsal olan gerçek bir bilim dalı olarak kabul edilmiştir. 

Durkheim, yeğeni olan Marcel Mauss ile beraber çalışmış olduğu ekiple birlikte araştırmalara başlamıştır. Sosyoloji bu anlamda bir ekip tarafından ortak bir çalışma yöntemi içinde gerçekleştirilen bir daldır. Mauss’un Durkheim’a katkısı daha çok “din sosyolojisi” çerçevesi içinde olmuştur. Durkheim’ın “Dini Yaşamın Temel Formları adlı kitabının (1912) yayınlanmasında gizli bir katkı sağlamıştır” (Nedense Türkçeye “Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri” olarak çevrilmiş-temel (kuruluş ile alakalı) ilk (sıra ile aşakalı) değil çünkü). O bakımdan, Mauss olmadan Durkheim’ın bu kitabının bu şartlarda ve bu şekilde yayınlaması zor olurdu.

Sosyoloji el kitaplarına baktığımızda, Durkheim’ın “intihar” gibi zor bir konuyu bireysel ve psikolojik ortam içinde ele almak yerine anomi üzerine kurulu kolektif bir hareket tarzına yaslayarak çalışması ve bu şekilde ele alması sosyolojinin klasiklerinden biri olarak tarihi yerini almıştır. O günden bugüne birçok sosyolog ve antropolog teorik olarak çalışmalarını sürdürmüştür. Teorik olarak diye hatırlatmaktayım, çünkü asıl alan araştırmasını yerinde yapanlar etnologlardır. Antropologlar ve sosyologlar alan araştırmasını “yaban toplumlar” üzerine yaptıklarında bilmedikleri bir topluluğun, bilmedikleri bir dilini dinleyerek sorular sormaları ve onları anlamaya çalışmaları zordur. Bu yüzden alan araştırması yapanlara dayanan çalışmalar daha sıklıkla gerçekleştirilmektedir.

Geçen yazımda belirtmiş olduğum antropolog Pierre Clastres uzun süre Amazon’daki yerlilerle zaman geçirmiş ve dillerini anlamaya başladıktan sonra onların davranış biçimlerini ve adetlerini yazmaya başlamıştır. (Guayaki Yerlilerinin Kroniği, 1972) Daha sonra Descola da aynı şekilde Aşuar yerlilerinin dillerini anladıktan sonra onlar üzerine çalışmasını kaleme almıştır. (Alacakaranlık Mızrakları, 1993)

O halde, alan araştırması yapılmasının en önemli kriterlerinden birisi sosyologların bilmedikleri bir konu üzerine eğilmesidir. Sosyolog ön bilgilerle değil de, ama belki de a priori (önsel) genel bilgilerle (öğrendikleri, yaşadıkları ve habitüsleriyle) araştırma alanına girer. Bu alanda yaptığı araştırma, mümkün olduğu kadar nesnel bir çalışmanın verilerinin gerçeğe dayandırılmasına bağlıdır. Ne de olsa Felsefe dalından gelen bir dal olarak Sosyolojinin nesnesi de tarihi olarak “gerçektir”. Platon’dan beri bildiğimiz budur: Filozofun gerçeği araması ve araştırmasıdır. Bu, gerçek bir olay veya olgu üzerine kurulu değildir. Bu anlamda, gerçek genel ve evrensel değerler üzerinden değerlendirilmektedir. Durkheim’dan beri sosyoloji, bu anlamda, felsefeden kendisini ayırmaya çalışır. Ve “sosyal olgular” üzerinden düşünmeye başlar ve bu değerler üzerine araştırmasını sürdürür.     

Saha araştırması olarak da Türkçede kullanılan “alan araştırmaları” yöntem olarak ilişkiye girdikleri kişilerle anket yapmaya başlar. Anket, ya soruların hazırlanmasıyla ya da karşılıklı söyleşilerle sürdürülür. Bu ikisi arasındaki fark ise ikincisinde sorgulanan kişinin (denek) “ön plana alınmasıdır.” Yöntem kitaplarının bize öğrettiği şey şudur: Soruların hazırlanması sürecinde, sosyal faktörleri belirleyen ile işaret eden öğelerin kesiştirilmesiyle uygun davranışlar saptanır. Burada sosyal alandaki reel nesne ile sosyoloğun araştırmasındaki nesne ayrımı öne çıkarılır. Nesnenin kurulumu iki düzey arasındaki farkta kendisini belli etmektedir.

Mesela sosyolog, sokaktan geçenleri müşahede ederek belli bir sosyal durum içindeki insanların hedefleri ve kriterlerinin algılanmasını ela alır. Bu, soru hazırlamak ve söyleşi arasındaki farkta açığa çıkartılmaktadır. Nesne-konu kendi sınırları içinde ele alınmaya başlanır. Belirlenenlerin cevaplarının alınabilmesi için belli kavramlar veya nosyonlar baştan kurulur ve sorular buna göre bir mülakatta ele alınmaya başlanır. Sosyolog ister bilinçli isterse de bilinçsiz olsun kavramlar üzerinden düşünmektedir.

Burada bir kez daha altını çizmek istediğim durum, sosyoloğun her zaman bilinçle bu kavramlara yaslanamadığıdır. Bazı durumlarda bilinçdışından işleyen veriler zaten sosyoloğun kafasında bilmeden bulunmaktadır. Sorular, bu anlamda yazılı anket üzerine kuruluysa baştan kurulmuştur; ancak mülakat sırasında yukarıda belirtmiş olduğum gibi soru sorulan denek, işin başı haline geldiğinden (bu işin gereğinde böyledir) söyleşiyi yönlendirebilir.  Sosyolog bu anlamda kendi sorularının içinden çıkarak başka bir bilinmeyene doğru yönelebilir. O zaman, sosyolog ilk başta kurmakta olduğu kavramsal çerçeve dışına doğru sürüklenir. Bu sürüklenme anketin gidişatına göre kendi kurallarını belirlemeye başlar. Burada sosyolog artık hâkim olduğu sorulardan hâkim olamadığı sorulara doğru yönelmek zorunda kalabilir. Burada önemli olan sürüklenme sürecinde sosyolog ile deneğin ifade biçiminin mümkün-uyumluluğu olmaktadır. Burada sosyoloğun dikkati o zaman Mauss’un da bir zamanlar ifade ettiği gibi morfolojide belirlenmeye başlayacaktır.

Görülebildiği kadarıyla sosyolojik anket yöntemleri kimi zaman çerçevesi belli nosyonlar içinde yürütülmektedir; bazen ise çerce ve dışına taşınarak araştırma alanı denek tarafından çeşitlendirilmeye başlanır. Burada sosyolojinin “pasifliğinden” söz etmek yanlış olmayacaktır. Araştırma sırasında denekler sosyoloğu bu anlarda yönlendirmeye başlar ve yönleri saptırabilir. Sosyoloğun dikkati, o zaman, ifadelerin “dış uyumuna” bakmaktan geçecektir. 

Alan çalışmaları sosyolojinin güçlüklerini bize gösterir; ama bu hiçbir zaman bir basit sosyal anket olmanın dışına taşamaz. Zaten de taşmayacaktır. Önemli olan bireysel anlatıların, tıpkı Durkheim’ın alan araştırmasında olduğu gibi tek kişi üzerine değil kolektif olanın davranışları ve düşünceleri üzerinden anlaşılması ve anlamlandırılmasıdır. Burada sosyolojik olarak önemli duran sosyoloğun kolektif olana odaklanmasıdır. Başka bir şey de zaten olamaz. Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır. Sosyolog bu ayrımı çok iyi bilmektedir. O bakımdan da yapılan alan çalışmaları kişilerin tekil varlıkları üzerine odaklanmaz ve zaten de odaklanamayacaktır. Adı üstünde dalın adı birey bilim değil, toplum. (bilimdir) 

Zaten 20. yüzyılın son döneminin en etkin sosyologlarından biri olan Pierre Bourdieu’nün College de France’da yaptığı giriş konuşmasında “sosyoloğun kendisinin önceden bağlı olduğu fikirlerle ve gruplarla ilişkisini eğer kesmezse, inandıklarından kopmazsa ve nesnel mesafesini (eleştirelliği) bunlarla koruyamazsa sosyolojiye giriş yapamaz”. Bu, her sosyoloğun çok iyi bildiği yöntemdir ve gerçeği aramakta olan sosyoloğun nesnelliği (eleştirelliği) onun çalışmasının olmazsa olmazı değilse nedir?

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Özgürlükten kulluğa

Antropolog Pierre Clastres, inanılmaz bir şekilde La Boetie’den yola çıkarak özgür toplumlardan boyun eğmeyi tercih eden kulluk toplumlarından söz etmekteydi: Bu ayrım sonunda devlet mekanizmasının oluşturulması ve devlet mekanizmasının oluşmasına karşı çıkan ve tarihsiz olarak adlandırılan toplumlar arasındaki fark ortaya çıkartılmaktaydı