10 Haziran 2025
“Bırakın yargılama özgürlüğünü insanlara, ama kendi özel kararlarıyla eyleme geçirme özgürlüklerine izin vermeyin”
- Spinoza, Teoloji-politik İnceleme, 1670
“Dün toplumu yutan Devletin totalitarizmine atfedilen özellikler bugün toplumun Devleti yutan demokrasinin özellikleri haline geldi”.
- Jacques Ranciere, 2005
Paleo-libertaryan kapitalizm üzerine T24’te son yazmış olduğum yazı yer dolayısıyla çok uzatılamamıştı. Burada devam ediyorum. Neden anarşi kelimesini kullandığım üzerine birkaç laf daha etmek istiyorum. Bir evvelki yazımda anarşi kelimesinin “arché”’den yani “başlangıç” anlamından geldiğini hatırlatmıştım. Derrida da arşiv ve arché arasındaki ilişkiye değinmişti. Oligarşi, anarşi gibi kelimelerin içinde de arşi (arkhé) söz konusu. An-arşi ve baş-langıç kelimelerinin anlamları arasında bir denklem var. Bu anlamda Murray Rothbard (1926-1995) ve onu takip eden “anarko-kapitalist ekonomistler” bu yeni başlangıç yollarını empoze etmekteler.
Burada Ranciere’i anımsatmak isterim. 2005 yılında yayınlanmış olan “Demokrasi Nefreti” adlı kitabında bu nefretin birçok taraftan kaynaklandığından söz etmekteydi Eski Atina’da, M.Ö.6.yüzyılda yaşamış Kleisthenes reformlarıyla (yönetmek için kura çekmek) otoritesi olmayan “anarşik demokrasi” veya” demarşi” (demos-halk arşi) kavramlarını hatırlayabiliriz. Nefrete ait bakış; burada tek taraflı olmayan, ama çok katmanlı bir okumayı gerektiren bir anlam yönü olduğunu söylemek istemekteydi. Çok anlamlı “yön mantığı” olan bir bakış bu. Ve, bir anlamda Deleuze’ün anlamın iki tarafa birden genişlemekte olduğunu ifade ettiği gibi düşünebiliriz, bu şekilde.
Demokrasi nefretinin geldiği yerlerden biri diğerinin tam tersi olarak gözükmekte. Bir yandan elitlerin dünyayı yönetmekte olduğuna inanan popülist bir söylemin taraftarları. Bunlar daha bireysel olarak bakanlar ve eşitliğin bu şekilde bozulmuş olduğuna inanarak, “eşitlik karşıtı” bir söyleme yaklaşarak siyasi taraftarlıklarını aşırı sağ partilere kaydıranlar. Diğer yandan daha sosyal demokrat ve Cumhuriyet değerlerine inanan insanlar ki bunlar “bireysellik sosyolojisinin” egoistliği karşısında duranlar. Herkes kendisini düşünürse o zaman eşitlik ortadan kalkar fikrini savunanlar. Bugün bu iki örneği de görmekteyiz. Bu yakın tarih içinde yirmi senelik bir yaşam süreci sonrasında geldiğimiz noktada artık bu iki değerin de yerlerinden edilmeye başladıklarını görmekteyiz. Bir kere yabancı düşmanlığı iki tarafta da mevcut durmakta. Birileri eski değerlerin yabancıların veya hatta iç göçün varlığıyla yitirildiğini, diğerleri ise yabancıların bireysel özgürlükleri saptırdıklarını düşünüyor. Yabancılık burada yaşam biçimlerinin birbirlerinden ayrıldığını ortaya koymakta. Özgürlük konusunda hiç de kısıtlayıcı değiller.
Özgürlük söz konusu olduğunda sınır tanınamıyor sanırım. Her şeyi gerçekleştirebilme özgürlüğü, sermayenin ve devletin ardındaki iş insanı bakışının durumunu ortaya koymakta. Trump’ın Devlet Hazinesi’nin başına getirdiği Walt Street ‘ten gelme bankacı ve iş insanı 1962 Güney Karolina, Conway doğumlu, Amerikan Hazine’sinin 79. sekreteri Scott Bessent’in projesi akıllara ziyan: Ukrayna’yı devletin hazinesinin parasıyla satın alma projesini öne sürmekte.
Demokrasi ise yıllar önce, yine bu mecrada yazmış olduğum gibi, Çin ekonomisiyle demokrasi arasındaki uyuşmazlık üzerine gitmekte. Bu tanım illiberal doktrinde de yer bulmakta. Bir tür ekonomistler demokrasi olmazsa yabancı sermayenin kaçacağını ve ekonominin bozulacağını ve borçlanmanın artacağını ileri sürmekteyken, diğerleri daha otokratik rejimlerde demokrasiye ihtiyaç duymadan ekonominin iyi işleyebileceği tezini savunmakta. Bu ikisi arasındaki uyuşmazlığın doğurduğu ortam bir “değer boşluğu” yaratmaya başladı ve yıllardır devam etmekte.
Değer boşluğu ise yön mantığının gidişatını etkilemekte. Herkesin belirli konular hakkında hem fikir olduğu dönemlerin arkada kalmaya başladığını şiddetli bir şekilde gözlemlemekteyiz. Daha önce ağıza alınamayacak laflar ve tezler ileri sürülmekte. Bilimin yanlış olduğundan tutalım dünyanın yuvarlak olmadığına inananlara kadar geniş bir anti-bilim yelpazesi etrafımızı sarmış vaziyette. Komplo teorileri bu anlamda etrafa yayılabiliyor.
Post-modernlik ile başlayan değerler arasındaki hiyerarşinin ortadan kalkmasından “ciddi kültür” ve “kitsch” arasındaki fark üzerine değerlendirmeden vaz geçilmesinden başlayan ve bugüne değerlerin değişmesini ortaya çıkaran bu söz konusu boşluğa kadar yaşadığımız dönem eski değerleri bir kenara atmasını bildi.
Bu boşluktan itibaren “yön mantığı” ortadan silinmekte olduğuna göre, “yön mücadelesi” onun yerini aldı. Ve, boşluğu doldurma savaşı bu anlamda taraflar arasında değerlerin yeni değerlere dönüşmesi için yapılan mücadelede sonuçlanmaya başlıyor. Boşluk yön mücadelesinde “anarko-kapitalizmin” değerlerine dönüşmeye başlamakta.
ABD’de “Amerika değerlerini” savunmak içeri kapanarak, Refah devleti değerlerinin hepsini rafa kaldırmaktan geçmekte. Sosyal sigorta, yardım kampanyaları, dünya kalkınma bankalarına verilen destek, dünyada açlığa karşı örgütlenme ve hatta yakın zamanda FİFA’ya verilen desteğin çekilmesi fikri gibi uluslararası örgüt ve kurumların değerlerini bir kenara bırakan anarko-kapitalizm birey değerlerini sonu olmayan bir libertaryan özgürlüğe bırakmak istemekte: Silah taşıma, kendisini ve etrafını kanunlarla değil var olan kendi kuvvetleriyle savunan bireylerin kahramanlaştırılması. Bu değerleri öne süren Hollywood filmlerini hatırlayabiliriz. Kurumlara olan inanç yitirilmesiyle birlikte kahramanlar (Taxi Driver ( eski asker Travis Bickle) ve Rambo filmleri ilk örneklerinden) kendi değerlerini kendileri seçmekte ve uygulamaktalar.
Demokrasi halkın idaresi olarak kabul edilen bir değer. Eşitlik üzerinden geliştirilmekte. Bu değerler birkaç yüzyıl sürdükten sonra bugün değerlerin yön mantığı değişmekte olduğuna göre, yine geçen yüzyılda ortaya konulan anarşist kapitalizm gündemde su yüzüne çıkarıldı.
Burada ikili mücadelenin, yani ortak olan Cumhuriyet değerlerinin kardeşlik, özgürlük ve eşitlik üzerine gelişmiş olan bir yön mantığının başka bir yön mantığına dönüşmekte olduğunu yaşıyoruz. Yön mücadelesi ibresi aşırı sağcılardan geçmeye başlamakta. Dolayısıyla daha dindar, daha muhafazakâr, daha yabancı düşmanı, daha ırkçı fikirlerin yön mantığının toplumsal alanlara yerleşmeye başladığı anları yaşamaktayız.
Bu durumda, geçen yüzyılda 1920’ler ve 1930’lar Avrupa’sının yaşadığı tecrübelerin tekrar gün ışığına çıkarıldığını izliyoruz: Nazi ve Faşist ve Totaliter iktidar biçimleri günün değerleri olarak diriltiliyor. Büyük Medya patronlarının çoğu birçok ülkede, aşırı sağcılığı ve beraberinde ırkçılığı, Anti-Semitizmi, İslamofobiyi, yabancı düşmanlığını desteklemelerinin arkasında ortaya çıkan toplumsal değerler boşluğunun doldurulması için çaba göstermekteler hep bir elden. Bu duruma karşı mücadele eden bir başka demokrat ve insan haklarını savunan gruplar var. Ancak devlet şiddetine maruz kalarak mücadelelerini sürdürmeye uğraşıyorlar.
Bugün; yeniden oluşmakta olan değerler savaşında Paleo-libertaryan kapitalizmin yaygınlaşmasının ve ülkelerin ekonomik olarak kapanmaya başlamalarının yanında bir de savaş çığlıklarının birçok yerde yükselmeye yüz tutması “değer vektörlerinin” başka yöne çevrilmekte olduğunu hatırlatmakta hepimize. Üzerine düşünmeye değer, bence.
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |
Harikalar diyarı geride bırakıldığında insanların refahı yara almaya başlamıştır. Fantastik türün korku salan ümitsizliği, dünyaya yayılmaya başlamıştır. Fantastik bir dünyada iyiliğe ihtiyaç duymaktayız. Tekrar ummak için peri masallarını özledik mi yoksa?
Sosyal medyada ağların içinden geçen algoritma sistemlerinin yapay zekanın da kullanılmasıyla birlikte bizim kararlarımızı etkileyecek olan enformasyonları bazen de sahte haber olarak verdiklerinde biz siyasi olarak kararlarımızda zehirlenmiyor muyuz?
Bir iktidar modeli olarak kapitalizm, anarşizm ile birlikte anılmaktan çok “anarko-krasi” olarak mı anlamlandırılmalıdır? Kratos, yani iktidar ile kapitalizmi yan yana düşünmek, daha anlamlı olmayacak mıdır?
© Tüm hakları saklıdır.