08 Haziran 2025
Seza Paker, Ghostly tea party, (2019)
“Ne güneş ne de ölüm birbirlerine sabit bir şekilde bakarlar”
La Rochefoucauld, 1678
ABD’de üniversiteler ve sanat merkezleri üzerine baskılar yükselirken, arkasında yatan başka bir ekonomi-politik çok konuşulmuyor. Üniversite protestolarında izlediğimiz İsrail ve Filistin meselesi Batılı devletlerin bazıları tarafından sanki bir bahane gibi ele alınmakta ve bazen de sansürlenmekte. Sorun; bilimsel akıl üzerine düşünülen bir yer olması gerekirken bilimsel güncel konuların (antroposen, ırkçılık, cins kimlikleri, dekolonyal düşünce vb.) üniversitelerde yer bulmalarına gösterilen idari tepkilerin arkasını görmek. Pedagojik olarak öğreten bir yer olması gereken üniversitelerin gittikçe gayrı rasyonel ırkçılık ve yabancı düşmanlığını öne sürmesidir. Başka bir yerden bakıldığında ise, devletin hiç karışmadığı sonsuz ifade özgürlüğünün öne sürüldüğü bir doktrinin gittikçe yer edinmeye başlamasıdır. Toplumda ve ekonomide devletin rolünü küçümseyen bir bakışa sahip olan ekonomi-politik üniversitelerden çok “özel enstitülerde” yaygınlaştırılmakta.
Trump’ın öne sürdüğü değerlerin arkasında sanki bu ekonomi-politik akım yer almakta. Genelde Orban’ın illiberalizmi daha çok konuşuluyor; ama başka bir ekonomi-politik ardında beklemekte. Tuhaf bir adı var bu akımın ve 20.yüzyılın başlarına kadar uzanan bir soykütüğüne bakılabilir. Murray Rothbard bu akımın öncüsü olarak kabul edilmekte. 1926 doğumlu olan Rothbard “Libertaryan Bey” lakabına sahipti. Avusturya Ekonomi Akımına bağlı olan bu zat libertaryan anarşist-kapitalizmin çizgisinden gelen Ludwig Von Mises’in öğrencisi olmuştur. Ve, bunlar, o dönemden itibaren, devletin hiçbir şeye karışmaması gerektiğini önermekteydiler; devletin bir şirket gibi işlemesi gerektiği kanısına sahiptiler. Ekonomi ve felsefe alanında yazılar bu fikirleri geliştirmek üzere kullanılmaktaydı.
Doğal hukuk kurallarına göre düşünülen bu düşünce akımı anarşist bir kapitalizmi öne sürmekteydi. Bugün bu anarşik oluşumu kapitalizm çizgisi içinde oldukça açık bir biçimde görmekteyiz. Bizim rasyonellik dışı olarak addettiğimiz düşünceler ve fikirler bu ekonomi-politiğin neredeyse doğasını ortaya koymakta. Her şeyin piyasa ekonomisi içinde belirlenmesi gereken ve devletin elini kamu ve özel hayattan çeken sonsuzcasına özgürlük düşüncesini “ifade ve inanç özgürlüğü” içinde var kabul eden bu düşünce akımı bugüne kadar suyun alt katmanlarından akmaktayken ABD başta olmak üzere üst tabakaya yükseltilmiş vaziyette.
Bu ekonomistler, Amerika’da “Old right” akımından etkilenmiş bir şekilde uluslararası alanda izolasyon politikası uygulanması gerektiğini ileri sürmekteler. Böylece 1960’larda solun Vietnam savaşına karşı vermekte olduğu mücadeleye katkı sağlayarak ABD’nin başka ülkelere yayılmacı emperyalist girişimini eleştirmekteydiler. Bu ekonomik akım, radikal Sol “devlet kapitalizmi” eleştirisini ve sola ait “anarşist özgürlük” fikrini savunarak Refah-devleti modelini reddetmekteydi. Bugün yeni “paleo-libertaryan” akımın Trump yönetiminde ne kadar etkin bir şekilde görünürlük kazandığını saptamak mümkün gözükmekte.
1980’lerde Rothbard neo-liberal küreselleşen dünya ekonomisine karşı tavırlarıyla daha muhafazakâr ve Katolik akıma doğru kayarak, anarşist kapitalizm düşüncesi içinde belirli ilkeleri saptamaya koyulmuştu. Avusturyalı hocası Miles’ın adına kurulan Miles Enstitüsü’nün think thank grubuna eklenmişti. Fransa’da liberal düşünceler uzmanı Sébastien Caré’ye göre; “paleo-libertaryanizm” düşüncesi, sosyal alanda dindar muhafazakârlığı savunan, ekonomi alanında radikal bir şekilde ülke sınırlarına kapanmayı (kotalar ve vergilerle koruma altına almayı) öngören ve uluslararası siyaset alanında ise ABD’nin her türlü askeri dış angajmanına karşı çıkan bir tavrı ortaya koymaktadır. 1980’lerde küreselleşme akımına karşı duran bu düşünce akımının bugün suyun yüzüne çıkması küreselleşmenin de başarısız yenilgisi olarak görülebilir. Bilhassa Trump’ın popülist izolasyon üzerine kurulu düşüncesinin arkasında yatan gücün bu fikir akımı olduğu söylenebilir.
Bu fikirlerin içinde eksik olmayan ırk ayrımı düşüncesi de Trump’ın Güney Afrika Başkanına tavrını da doğrulamakta. Güney Afrika’dan kaçmaya başladığı iddia edilen beyazlara karşı, onları yok etmeye yönelik siyah Afrikalıların yaptığı bir “soykırımı” söz konusu edilmiştir. Soğuk Savaş sırasında var olan ve daha sonra demokratik hakların mücadelesinin yükseldiği yıllarda perde arkasında saklanan bu düşünce akımının bugün ön planda sahnede yer almaya başlaması dikkat çekicidir.
Elon Musk, David Sacks, Peter Thiel ve Marc Andreessen gibi tekno-milyarderlerin de bu akımın içinde yerlerini almaya başladıkları görülmektedir. Aile içinde babanın ve şirket içinde patronun otoritesini reddetmeyen bu akım Devlet’in otoritesini reddetmektedir. Özgürlük devlet ve toplum baskısının olmadığı bir özgürlük anlamına gelmektedir. İfade özgürlüğünün mutlaklığı düşüncesi de bu anlamda devletin suç üreten anarşist kapitalizme karışamaması anlamına gelmektedir.
Bu doktrinin popülizmi ise, yakın zamanlarda aşırı sağda çiklet gibi kullanılan “sağ popülizmin” toplumsal alandaki elitlere karşı çıkmasını ideolojik olarak kabul ettirmeye dönüktür. On beş-on altı sene kadar önce, ırkçı ve göçmen yabancı düşmanı görüşleriyle Barak Obama’nın seçilmesine karşı çıkan muhafazakâr Tea Party’nin bu fikirleri savunmaya başlamasıyla altta duran ekonomi-politik düşünce akımı kendisini ortaya çıkarabilecek bir zemin bulmuştu. Bu fikirler kimi zaman Nazi düşüncesinin bazı görüşlerini de barındırmaktan çekinmemektedir. Trump’ın seçilerek, Başkanlık yemini seremonisinde, Musk’ın “Nazi işareti” yapması bu anlamda bu düşünce akımına bir gönderme olarak da okunabilir.
O halde, kapitalizm ile anarşiyi birleştiren bir politik bakış, belli bir yüzyılda (15.yüzyılda “pazar ekonomisiyle” başlayan ve 19.yüzyılda “sanayi sermayesiyle” kuramsallaştırılan) ortaya çıkan Kapitalizm kelimesi ile Anarşizmin içindeki arkhe (başlangıç) noktası olan bir başka kelime nasıl yan yana gelebilmektedir? Başlangıç burada kapitalizmin başlangıcına mı gönderme yapmaktadır? Yoksa temel olan kapitalizmin anarşiye ait bir kavrama mı bağlanmasıdır? Bir iktidar modeli olarak kapitalizm o halde anarşizm ile birlikte anılmaktan çok “anarko-krasi” olarak mı anlamlandırılmalıdır? Kratos, yani iktidar ile kapitalizmi yan yana düşünmek, o halde, daha anlamlı olmayacak mıdır?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |
“İdeolojilerin sonu” veya “tarihin sonu” gibi “kapitalizmin sonu” da fos çıkacaksa, o zaman neye ihtiyaç duymaktayız? Rasyonalitenin geri gelmesine mi? En çok umuda ihtiyaç var belki de
Harikalar diyarı geride bırakıldığında insanların refahı yara almaya başlamıştır. Fantastik türün korku salan ümitsizliği, dünyaya yayılmaya başlamıştır. Fantastik bir dünyada iyiliğe ihtiyaç duymaktayız. Tekrar ummak için peri masallarını özledik mi yoksa?
Sosyal medyada ağların içinden geçen algoritma sistemlerinin yapay zekanın da kullanılmasıyla birlikte bizim kararlarımızı etkileyecek olan enformasyonları bazen de sahte haber olarak verdiklerinde biz siyasi olarak kararlarımızda zehirlenmiyor muyuz?
© Tüm hakları saklıdır.