23 Nisan 2025

Büyük hesaplaşma: Yeniden büyük Amerika, gerisi başının çaresine baksın

Küreselleşmeyi nihai ürün ticaretiyle sınırlı görmek aldatıcıdır, o tedarik sistemleriyle tüm dünya üretiminin kılcal damarlarına girmiştir ve teknolojik gelişmenin her düzeyde devam etmesiyle, değer zincirinin evrilmesiyle ilerlemektedir

“Yeter artık diyor” D. Trump, “düşün yakamızdan. Hitler kapınıza dayandığında W. Churchill’in telefonuyla uyanan Başkan Franklin Roosevelt Avrupa’yı kurtarmak için imkanlarımızı seferber etti.  Gerçi o sayede Amerikan endüstrisi önemli hamle yaptı, ama yeter artık.  Hem artık Komünizmin eskiden, Nixon-Stalin döneminde, korktuğumuz kadar kaygı verici olmadığını görüyoruz.  Çin komünizmin daha farklı bir yorumuyla geliyor.  Sonra sırada Hindistan var, Kore, Vietnam var, Thucydides paradoksu tüm haşmetiyle kendisini gösteriyor.[1] Bundan sonra herkes kendi başını kurtaracak.”

Üç kutuplu bir dünya var artık. ABD Meksika ve Kanada ile ilişkilerini güçlendirdikten sonra Groenland’ı da kendi haritasına katınca hem güvenlik hem enerji hem de yeni teknolojinin gerektirdiği “nadir metal” sorunu kalmayacak. İkinci olarak Avrupa demek Almanya demek; Almanya dünyanın en başarılı endüstri toplumu olmanın yanında izlenen toplumsal politikalarla birçok insanın imrendiği ülke. Birkaç gece dışında hiç yaşamadım ama kuzeyin disipliniyle refahın bedelsiz olmadığını saklamak mümkün değil. Burada da savunma giderlerinin NATO’ ya fatura edilmesi endüstri ve eğitimde önemli fırsat yarattı.

Üçüncü kutup tabii Uzakdoğu.  Çin on yıllar boyunca Japonya’nın başı çekmesinden sonra ticaretin odaklandığı, yeni siyasal gelişmelerin beklendiği ve yüzlerce yıllık geçmişe sahip uygarlığı ile kıta haline geldi. Hindistan, Kore, Vietnam, Endonezya ve diğerleri için örnek alınacak bir ülke var mı?  

Evet, 2017’e kadar vardı, Gazi M. Kemal Atatürk’ün dünyanın en güçlü ülkelerinin taarruzundan kurtararak, 105 yıl önce bugün Milli İradeyi, yani Türkiye Büyük Millet Meclisini armağan ettiği Türkiye, geçirdiği tüm kazalara karşın Cumhuriyet ilkeleriyle hala pırıl pırıl ayakta. Bir Akdeniz ülkesi olmanın iklim cazibesi ve tarihi, kültür çekiciliği ile herhalde Türkiye, önemli ekonomi ve yönetim, hukuk sorunlarımıza karşın, gözden uzak tutulmayan ama bir süredir ihtiyatla, merakla izlenen ülkeler arasında yer alıyor. 

V. Putin ise bugün yaşanan tabloyu yıllardır hazırlıyordu, ne de olsa deneyimli KGB stratejisti, satranç ustası. Ukrayna’dan sonra çarlık Rusya’sını yeniden inşa etmek için ihtiyaç duyacağı Orta Asya Cumhuriyetleri de AB ile ilişkilerini inşa etme aşamasına geçiyor.

Orta Asya Cumhuriyetleri’nin geçen haftalarda tanık olduğumuz davranışları, Kuzey Kıbrıs’taki Türk varlığına karşın Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ni tanımaları bizi şaşırtmamalı.  Bu arada bu ülkelerin başkentlerindeki diplomatik temsilcilerinin böyle bir gelişmeden haberdar olmaması önemli bir istihbarat zaafını gösteriyor.  SSCB’nin Minsk anlaşmasıyla dağılmasının ardından tarihi köklerimizin Asya’da olduğuna inanarak tüm mühendislik ve parasal güçlerimizi istifadelerine sunduk. 

Uluslararası uygulamada Türk Eximbank Türk müteahhitlerin işleri karşılığında sigorta ile yetinmesi gerekirken, satın alma kredisi açarak kendi sınırlı kaynaklarını kullandırmıştı.  Bu kaynakla Türk müteahhitler Kazakistan’da, Türkmenistan’da, Kırgızistan’da iş yapmışlardır.  Yani ABD’nin savunma giderleri gibi, bunlar da Türk şirketlerine dönmüştür. Bu kez AB’nin 12 milyar Euro gibi bir rakam onları uyandırdı.

Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra Türkiye ile hasımlığı bitmiyor. Üstelik Almanya ve kuzey Avrupa’daki Kürt nüfusun bu ülkeler için yarattığı rahatsızlık, Türkiye’de siyasal ve ekonomik istikrarı kurcalatıyor. Biz de bunu görmezden gelip, ezeli hasımlarımız olan Arap dünyası ile iyi ilişkiler kurmak için çaba harcıyoruz.  Görmüyoruz ki dostumuz, “aydın” toplumlardır.

“Öğrenmek bitmeyen bir süreç”, ama bedava değildir. Üstelik bu ülkelerin (Orta Asya Cumhuriyetleri’nin) yıllardır Moskova’nın strateji eğitiminden yararlandıkları unutulmamalı. Bu son olay bize ders olmalı. Dostluk, akrabalık ilişkileriyle iş ilişkilerini birbirine karıştırmamak gerekir. İş ilişkisi, “mühendislik”, gibi ince düşünmek gerektirir.  Bazen kararınızın neye mal olacağını düşünmezsiniz, sonuçta maliyeti çok yüksek olabilir

D. Trump’ın başlattığı ticaret savaşını da böyle değerlendirmek doğru olur. İktisat teorisine, dış ticaret kurallarına göre yapılanlar baştan sona yanlış, ama değindiğim diğer hatalar iktisatla değil, temel davranış kurallarıyla ilgili. Yazının başında hatırlattım, D. Trump “sizi bir kere kurtardık. Sorumluluklarınızı bilin, kendi savunma çemberinizi, siyasetinizi kendiniz oluşturun. Birlikte bir şey yapmamızı istiyorsanız, maliyetini ödemelisiniz.” diyor.  Yoksa, örnek verdiğim, Almanya’nın sosyal refahının teminatını bizden beklemeyin.  Hem A. Merkel Almanya nükleer enerji istasyonunu kapatıp Rusya’yı yüreklendirecek, Schroeder Gazprom’un başına geçecek, hem de “Sam amca kurtar beni” diyecek, yok öyle şey.  Hiçbir hesap unutulmaz. Günü gelince hepsi ödenir.

Türkiye kurtuluş savaşının ardından Rusya’nın teknik ve mali desteği ile üç temel endüstrisini (un, şeker, bez), ardından demir çelik, çimento, kağıt tesislerini kurduktan sonra,   ABD ile birlikte Kore savaşına katılarak, NATO üyesi olmanın bedelini ödedi. Yani biz borçlu değil, alacaklıyız. O günden beri de herhalde dünyada kurması ve yönetmesi en çetin rejim olan demokrasiyi ayağa kaldırmaya çabalıyoruz. Geçen hafta yazımda ABD’de demokrasinin maliyetini Wisconsin yüksek mahkemesine yapılan seçimin finansmanında dönen paralardan söz etmiştim, basit temel ilkelerine uyulmazsa ne kadar sorunlu bir yönetim biçimi olduğunu belirtmiştim. W. Churchill ne demişti, demokrasi, tüm diğerlerinin arasında yine de en iyisidir. Bu yazdıklarımdan D. Trump’ın politikasını desteklediğim sonucu çıkartılmamalı, gördüklerimi yazıya döktüm. Elbette herşey gibi bunların da başta ahlaki olmak üzere, maliyeti var, onu da Amerikan toplumu ödeyecek. Hesaplaşma tek taraflı olmaz.

Bitirirken gözden kaçan bir tespiti tekrarlamalıyım.  Yukarıda üç kutuptan söz ettim. ABD, Almanya, Japonya-Çin-Kore. Bunların tedarikçisi aynı sırayla Kanada ve Meksika, Orta Avrupa ülkeleri, Türkiye ve Güneydoğu Asya Ülkeleri. Bu tedarikçilerle yaratılan dikey ticaret ağları, ABD, Almanya ve Çin-Japonya-Kore’nin can damarıdır. Küreselleşmeyi nihai ürün ticaretiyle sınırlı görmek aldatıcıdır, o tedarik sistemleriyle tüm dünya üretiminin kılcal damarlarına girmiştir ve teknolojik gelişmenin her düzeyde devam etmesiyle, değer zincirinin evrilmesiyle ilerlemektedir. Üstelik artık doğrusal değil, üstlü, yani exponential şekilde.


[1] Thucydides Atina’lı tarihçi ve komutan. Siyaset bilimci Graham Allison 2012’de FT de yazısında, yükselen bir gücün (Isparta) mevcut gücü (Atina) nasıl tehdit ettiiğini incelemişti ve bunu Çin’in  ABD için arzettiği tehdide örnek olarak kullanmıştı.

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Gücünü sakla, zamanı iyi kullan

Kimileri dibe vurduğumuzu, daha kötüsünün olamayacağını düşünmek istiyor; maalesef dip yoktur, tersine yozlaşma arttıkça, çukur derinleşir. Çare hukuk ve demokrasi. Tüm üretim ilişkileri evrilirken, geleneksel endüstrileriyle ABD, Almanya ve diğer eskiyen ülkeler ne yapacak?

Mea culpa-itiraf

Siyaset tartışmak dedikodu gibi, kolay ve zevkli bir uğraş. Sosyal medya bunun besleyicisi oldu. Bir şey kazandırdığını gördünüz mü?

Ucuz

Para politikası, sermaye hesabı ve kur istikrarı, egemenliğine özen gösteren bir ülkenin ihmal etmemesi gereken üçlüdür. Kurdan vazgeçerek ticaret dengesi ve ülkenin büyümesi sağlanmaz

"
"