Politika

Türkiye-Yunanistan yumuşamasında sırada ne var; riskler, olasılıklar ve endişeler

İki tarafın da birbiriyle ilgili önyargıları hükûmetler üzerinde baskı oluşturma riski yaratırken, özellikle medyanın normalleşmede oynayacağı rolün kritik olduğu düşünülüyor

09 Mart 2024 00:00

ATİNA- 2020 yılında Doğu Akdeniz’de patlayan krizle Türkiye-Yunanistan ilişkileri Öcalan krizinden bu yana en kötü dönemine girmişti. 2022’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan’a yönelik “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözleri Atina’da bir savaş tehdidi olarak değerlendirilmiş, medya çatışma olasılıkları üzerinden konuşmaya başlamıştı. Perde arkasında işleyen diplomasi 6 Şubat depremleri ve 28 Şubat 2023’te Yunanistan’da meydana gelen tren kazası sonrası gün yüzüne çıktı, iki ülkenin ilişkileri yumuşama veya ‘detant’ dönemine girdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, altı yıl aradan sonra 7 Aralık’ta Atina’ya yaptığı ziyarette Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile bir araya gelmesi, iki ülke arasında özellikle 6 Şubat depremlerinden sonra kamuoyuna yansıyan yumuşama sürecini taçlandırdı.

İlişkilerde rüzgâr mevcut durumda sıcak esse de, taraflar arasındaki ihtilaflı konularda neredeyse hiç yol kat edilemedi. Bu yumuşama sürecinin önünde ciddi tehlikeler bulunuyor.

Zor konuşmalar

İlişkilerde yumuşama gözlense de, iki ülkenin arasındaki birçok ana gündem maddesinde henüz ilerleme kaydedilmedi. Erdoğan ile Miçotakis’in aralık ayında yaptığı görüşmede Doğu Akdeniz ve Ege sorunu derinlikli olarak ele alınmadı; en alengirli iki başlık sonraya bırakıldı.

İki tarafın da ana başlıkların dışında birbiriyle ilgili, masaya getirdiği çözümü zor sorunlar bulunuyor. Örneğin Ankara’nın, Yunanistan’a kaçan PKK ve FETÖ mensupları hakkında rahatsızlığının sürdüğü ve bunu Yunanistan’a karşı gündeme getirdiği anlaşılıyor. ​​Türkiye bir ‘PKK yuvası’ hâline geldiğini belirttiği Atina’nın güneydoğusundaki Lavrion Kampı’nın temmuz ayında kapatılmasından memnun olsa da daha kapsamlı adımlar bekliyor.

Ana gündem maddeleri olarak öne çıkan Akdeniz ve Ege’deki deniz yetki alanları (karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge) konusundaki ihtilafların çözümü ise, taraflar mevcut konumlarını değiştirmedikçe mümkün görünmüyor. Sürecin tıkanıklığı ve iş birliğine yanaşılmaması sebebiyle iki ülke de yıllar boyunca birçok fırsatı kaçırdı. Doğu Akdeniz’deki mevcut enerji denklemi hem Yunanistan’ın hem de Türkiye’nin bölgede kayda değer çalışmalar yürütmesini önledi.

İki ülkede de daha milliyetçi grupların deniz yetki alanları konusundaki maksimalist talepleri, iki başkentin üzerinde de baskı oluşturuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, dış politikada verdiği kararlara kendi kitlesini ikna etme gücüne sahip olsa da, Miçotakis’in Türkiye karşısında atacağı geri adımlar sadece seçmende değil, kendi partisinde de büyük kırılmalara sebep olabilir. Örneğin ilişkilerdeki yumuşamaya rağmen Savunma Bakanı Nikos Dendias, Türkiye hakkında hükûmetin geri kalanına kıyasla daha sert bir dil kullanmaya devam ediyor.

Yumuşamanın sürdürülebilirliği

İhtilaflı konularda tavizin pek olası görünmemesi, akıllara bu normalleşmenin ne kadar sürdürülebilir olacağı sorusunu getiriyor. Yunanistan’da da Türkiye’de de birçok uzmanın endişesi, henüz yeniden ele alınmamış konularda yaşanacak anlaşmazlıkların veya ilişkilerde bir krizi tetikleyecek gelişmenin olumlu havayı tersine çevirme olasılığı. Yakın geçmişte Türkiye ve Yunanistan çeşitli yumuşama dönemleri yaşasa da, bu süreçlerin hiçbiri ilişkileri zorlayan başlıklara kalıcı çözüm bulmayı başaramadı.

Türkiye ve Yunanistan, mevcut yumuşamada kurumlar arası temasla anlaşmazlıkları ele alıyor ve duruş farkını mümkün olduğunca azaltmaya çalışıyor. Doğu Akdeniz ve Ege gibi konulardaki anlaşmazlıkların duruş farkı azaldıktan sonra daha üst seviyede ele alınması bekleniyor.

Medyanın rolü

Türkiye - Yunanistan ilişkilerinde medya da büyük rol oynuyor. Bunun olağandışı bir örneğini 1996’da Hürriyet gazetesi ekibi, Kardak kayalıklarındaki Yunanistan bayrağını söküp Türk bayrağı taktığında görmüştük. Benzer pek çok örneği Yunan medyasında da gözlemliyoruz.

Türkiye’nin haber bültenlerinde ve dış politika gündeminde günlük bir gelişme olmadığı sürece Yunanistan sıkça gündeme gelmese de, Yunanistan’da neredeyse her günün gündemi Türkiye. Günün herhangi bir saatinde Yunan televizyonlarında zap yaparken Erdoğan’ı, muhalefet liderlerini, İstanbul veya Ankara’dan bildiren bir muhabiri görmek mümkün. Yunan medyası için için, Türkiye en çok reyting getiren konuların başında geliyor. Fakat bu sıkça olumsuz örneklere de sebep oluyor, Türkiye-Yunanistan arasında önemli bir gelişme yaşanmazken bir anda bir Yunan gazetesi Türkiye’den bir partinin alt seviye yetkilisinin Yunanistan ile ilgili yaptığı olumsuz bir açıklamayı öne çıkarabiliyor.

Ankara’nın, Yunan medyasının özellikle 2020-21 Doğu Akdeniz krizinden sonra Türkiye’ye yönelik tavrını endişe verici bulduğu; kamuoyunun Türkiye’ye yönelik anlayışını olumsuz etkilediğini düşündüğü anlaşılıyor.

Yunanistan’da uzmanlar ise sıklıkla Türkiye’deki gazete ve televizyonları Yunanistan’a karşı tavır almakla suçluyorlar. Türkiye’de özellikle ana akım medyanın çok büyük bölümünün iktidara yakın gruplar tarafından satın alınması ve Türk basın geleneğinde bir otosansür sorunu olagelen ‘dış politika konusunda eleştirel olmama’ anlayışı sebebiyle Türkiye’deki medya kuruluşlarının yayınları, büyük çoğunlukla iktidarın o günkü dış politika anlayışını yansıtıyor. Dolayısıyla kriz süreçlerinde Türk medyası da Yunanistan’a karşı oldukça eleştirel bir tavır sergiliyor, ancak ilişkilerde yumuşama olduğunda pozisyon değiştiriyor.

Yunanistan basınında da ‘dış politikayı millî mesele olarak görme’ anlayışı yaygın olsa da, Türkiye’ye gündemde bir şekilde yer veriliyor. Yumuşama devam ederken ABD’nin Türkiye’ye F-16 ve Yunanistan’a F-35 satması kararıyla Atina’da bu sefer savunma kapasitesi bir tartışma olarak öne çıkmaya başladı. Birçok Yunanistan gazetesi Türk ve Yunan ordularının envanteri hakkında infografikler hazırladı ve bununla ilgili analizler yayımladı. Bu yayınlar iki ülkenin bir silahlanma yarışına girdiği konusunda algı yaratıyor.

Önyargılar

İki ülkede de medyanın kullandığı çatışmacı bir dil, tarih, kolektif travma vb. gibi konuların yarattığı birçok önyargı bulunuyor. Örneğin Yunanistan’da Türkiye’nin ‘revizyonist’ bir devlet olduğu algısı yaygınken, Türkiye’de de Yunanistan’ın her zaman ‘Batı’yı Türkiye’ye karşı kışkırtan’ ülke olduğu algısı yaygın.

Miçotakis aralıkta, Doğu Ege'deki 10 adaya seyahat eden Türk vatandaşlarına kapıda vize alma hakkı sağlanacağını duyurdu. Bu Türkiye'de Schengen vizesi retlerinin arttığı bir dönemde, Atina'dan yeni dönemde ilişkiler için yapılmış bir jest olarak yorumlandı. Bu Yunanistan’a ekonomik bir çıkar sağlayacak olsa da, aynı zamanda Türk ve Yunan vatandaşları arasındaki teması artıracak. Artan temas bazı algıların yıkılmasına sebep olabilir. Ancak bu ziyaretleri çoğunlukla Türkiye’de büyük şehirlerde yaşayan üniversite mezunu, sorunun halklar arasında değil devletler arasında olduğunu söyleyen nüfus gerçekleştirecek.

Yunanistan’ın elindeki güç

Türkiye’nin Yunanistan ile ilişkileri, sadece Yunanistan’la ilişkilerini etkilemiyor; sıklıkla AB ve ABD ile de ilişkilerini doğrudan etkiliyor.

Yunanistan, bir AB üyesi olduğu için ihtilaflı konularda kriz yaşandığında Türkiye sıklıkla karşısında bir blok buluyor. ABD’de Yunan lobisi çok güçlü olduğu için, yasama organı Kongre’de zaten yaygın olan Türkiye karşıtı anlayış daha da köpürtülebiliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Yunanistan’la ilişkilerinin kötü olması, birçok açıdan direkt olarak Batı’yla ilişkilerini etkiliyor.

Kıbrıs’ta değişen bir şey yok

Yunanistan, Türkiye’deki yaygın algının aksine Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin verdiği kararlar üzerinde bir nüfuzu olmadığını savunuyor. Ancak özellikle Türkiye’nin GKRY’yi tanımadığı göz önünde bulundurulduğunda Kıbrıs sorunu, iki ülke arasındaki önemli konu başlıklarından olmayı sürdürüyor.

Erdoğan'ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde Kıbrıs sorununun çözümüne yaklaşıldığı iki süreç yaşandı. Uzmanların sorunun çözümüne en çok yaklaşıldığı an olarak nitelediği Annan Planı Referandumu'nda, adanın bir federasyon olarak tek bayrak altında birleşmesini öngören plan 2004'te oylandı. KKTC'de kabul edildi, Güney'de reddedildi.

2016-2017 yıllarındaki Crans Montana sürecinde ise taraflar uzlaşamadı, Türkiye Güney Kıbrıs'ı ‘masayı devirmek’le suçladı. Erdoğan, KKTC'deki 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru adada 'iki devletli çözümü' açıkça savunmaya başladı. Seçimlerde AKP'nin de destek verdiği belirtilen ve 'iki devletli çözümü savunan' Ersin Tatar, federasyon yanlısı dönemin Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'yı yendi. KKTC de böylece 'iki devletli çözümü' resmi tutumu olarak belirledi. Bu duruş, uluslararası toplumda karşılık bulmadı.

Ankara, Kıbrıs sorununun kalbinde ‘eşitsizliğin’ yattığını ve mevcut tutum kapsamında Kıbrıs Türklerinin Rumların yönetimindeki bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nde sadece bir ‘azınlık’ olmayı kabul etmeyeceğini, eşit egemenlik çağrısının da bunu vurguladığını belirtiyor.

Atina ise bu konuda duruş değiştirmiyor. Miçotakis’in aralık ayında da vurguladığı gibi,  Yunanistan tarafından kabul gören tek olasılık federal çözüm.

Sırada ne var?

Ankara, Erdoğan’ın ziyaretinde imzalanan Atina Bildirgesi’ne önem veriyor. Atina Bildirgesi'ne göre iki ülke, siyasi diyalog, pozitif gündem, güven artırıcı önlemler konularında devamlı, yapıcı istişarelerde bulunacak. Yunanistan ve Türkiye arasındaki temaslar çeşitli kademelerde devam ediyor.

Erdoğan, aralık ayındaki görüşmeden sonra Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (YDİK) toplantılarının artık en az yılda bir düzenleneceğini söylemişti. Bu kapsamda bu sene Miçotakis Türkiye’ye gelecek. Bu mutabakat, süreç bir şekilde sekteye uğramadığı takdirde, henüz tarihi belirlenmemiş olsa da Türk – Yunan ilişkilerinde önemli bir eşik  olarak görülüyor. Güncel soru şu; iki lider daha zorlu konuları ele almaya başlayacak mı; yoksa ilişkilerin hâlâ bu gerilimi taşıyacak kadar güçlü bir zemine oturmadığını mı düşünecekler?