18 Şubat 2024

Bir daha asla demeyeceğim: "Hindistan mı asla! Ne işim var orada!" dedim ve yine gitmek istiyorum

Giderken beni hijyenle ilgili o kadar korkutmuşlardı ki yanıma aldığım kraker ve kuru yemişlerle iki hafta geçirmeyi planlıyordum. Oysa hiç öyle olmadı. Gezi boyunca inanılmaz güzel Hint yemekleri yedim. Her şey nasıl baharatlı ve lezzetliydi anlatamam

Bundan beş yıl önce, stresle baş edemediğim günlerden birinde ağrıyla kıvranırken bir arkadaşım, "Benim doktorum Füsun'a gitsene, ben çok memnun kaldım, belki sana da iyi gelir." dedi. Gittiğim doktor bir fizyoterapi profesörüydü: Füsun Uysal. Boyun ve bel fıtıklılarım nedeniyle genellikle kolum uyuşur ya da şiddetli baş ağrısı çekerdim. Bana Hindistan'a gideceğinden söz etti, sonra "Hadi sen de gelsene." dedi. Ben de hiç düşünmeden "Evet" dedim. Hayatımda bir kere de düşünmeden "Evet" demek istemiştim. Kararımdan vazgeçmemek için de biletimi hemen alıp tüm ödemeleri yaptım. Artık dönüş yoktu… Üstelik geçmiş zamanda Hindistan için şu cümleyi kuran da bendim: "Hindistan mı? Asla!" Ama hayatta büyük konuşmayacaksın işte. Gittim, gördüm ve etkilenerek döndüm. Hatta şimdi tekrar gidip oralarda daha fazla vakit geçirmek istiyorum.

Turla seyahat mi? Hiç benlik bir şey değil derken o da oldu

Tanımadığım bir grupla hayatımda ilk defa tatile çıkacaktım. Ona da kafa olarak hazırdım. Her şeyi akışına bırakmıştım artık… Organizasyonu Örgül ve eşi Hakan düzenlemişler. Tatlı bir çift. Üniversite yıllarında birlikte rehberlik yapmışlar sonra gezmek onlar için bir zevk haline gelince arkadaşları da seyahatlerine dahil olmuş. Anlayacağınız ben de kendimi o grubun içinde buluverdim. Gezi boyunca Örgül ve Hakan'ın ilişkisini seyrettim; onca yıl evli kalıp hâlâ nasıl bu kadar aşık olabilirlerdi. Birlikte çalışmak eşler için zor olsa da onlar bu işi çok güzel kıvırıyorlardı. Neyse bu artık başka bir konu, ben döneyim seyahate.

Mumbai'ye indik. İstanbul'dan Mumbai, oradan da iç hat uçuşla Chennai'ye… O güne kadar tur programına da hiç bakmamıştım. "Hadi canım, nasıl yani?" demeyin… Gerçekten öyle oldu. Sadece Güney Hindistan'a gidiyor olduğumu, oradan da Varanasi'ye geçeceğimi biliyordum. Giderken beni hijyenle ilgili o kadar korkutmuşlardı ki yanıma aldığım kraker ve kuru yemişlerle iki hafta geçirmeyi planlıyordum. Oysa hiç öyle olmadı. Gezi boyunca inanılmaz güzel Hint yemekleri yedim. Her şey nasıl baharatlı ve lezzetliydi anlatamam. Götürdüğüm kolonyaların ve selpakların tamamını bitirdim. İlaçlara hiç ihtiyacım olmadı. Rehberin götürdüğü yerlerin dışında yemek yemediğiniz sürece bağırsaklarınız sağlam, endişe etmeyin. Hatta yanımda götürdüğüm havlu ve yastık kılıfını bile kullanmadım. Evet, havlular artık beyazdan griye dönmüş, çarşaflar beş yıldızın yanından bile geçemez ama olsun, her şey belli bir düzeyde temizdi. İlk günler yadırgadığım, oflayıp pufladığım şeylere gezi süresince alışmıştım.

Chennai'den başlayıp Güney Hindistan kıyılarına kadar indiğim seyahati sırasıyla Covelong, Pondicherry, Tanjore, Madurai, Thekkady, Kumarakom, ve Cochin'e uğrayarak geçti. Tabii ezbere yazmadım, seyahat rotasından bakıp yazdım. Hafızamda kalsın diye geçtiğim ve kaldığım otelleri Google Harita'da hep işaretledim.

Maalesef bu gezide ne Mumbai'de kalıp şehri görebildik ne de Delhi'yi gezdik. Oralara kadar gidip bu iki yere zaman ayırmamış olmak içimde kaldı biraz, bir daha ne zaman gidilir bilemem. Siz gitmeyi planlıyorsanız benim gibi yapmayın diye not düşmek istedim.

Gezinin çoğu Hindistan'ın güneyinde geçti. Bu bölge gayet güzel bir bölge. Cennai havalimanından çıkıp Covelong'a doğru giderken Hindistan'la ilk karşılaşma anımı yaşadım. Şehrin kalabalığı inanılmazdı. Her yerden korna sesleri geliyordu. Yollar araba ve motosiklet ve daha önce görmediğim sarı taksi-dolmuş arası tuk-tuk araçlarla doluydu. Sokakta oturmuş insanlar, etrafta yatan inekler... Tam bir curcunanın içindeydim.

Ne işim var benim buralarda!

Önce biraz gerildim ne işim var buralarda diye. Otobüsten aşağı ilk indiğimde sokağın sesi ve insan kalabalığı üzerime üzerime geldi. Zaten bir hayli yorgundum. Bir an önce otele gidip dinlenmek istiyordum. Grup seyahati tabii, kafaya göre hareket edemezsin. Yolumuzun üzerindeki bir-iki yere uğrayarak gittik. Burası bir sahil kasabasıydı ve yollarda balık satanlar vardı. Balıklar bu sıcakta bez parçalar üzerine yayılmış alıcı bekliyordu. Buzda bile değillerdi. Bunları alıp yiyen insanların bağırsaklarını düşündüm… Eminim grubun bir kısmı benim gibi şoktaydı. "Niye geldim buralara?" diye kendime küfrediyordum. Ama herkes gayet sakin görünüyordu… Sonra otobüsten indik ve kendimizi bir tapınakta bulduk.

Koploleeshwar büyük bir tapınaktı. İbadet yerlerini ziyaret ederken mutlaka yalınayak ya da çorapla gezebiliyorsunuz. Yanınıza ayakkabıları almanız yasak. Rehberler özel çuvallarla sizin ayakkabılarınızı bir yere koyup başında da birilerini bekletiyorlar. Tur rehberimiz Manoj Vasudevan harika bir rehberdi. Sürekli gereksiz bilgi vermeye çalışan biri değildi. Catherine Zeta-Jones, Michael Douglas, Anthony Bourdain gibi pek çok şöhreti gezdirmiş. Kibar, bilgili, mesafeli ve tevazu sahibi biriydi.

Gezide gayet iyi otellerde kalındı. Hepsi beş yıldızlıydı. Ama bizim otellerle kıyas kabul etmez hiçbiri. Sadece iki tane oteli çok beğendim. Gidip tekrar oralarda kalmak isterim. Özellikle ayuverdik bir kampa gitmeyi kafaya koydum bile şimdiden. Bol bol yoga yapıp, masaj yaptırmak ve Hint yemeklerinden mideye indirmek planım. İnanamayacaksınız; döndüğümde o kadar yemek yememe rağmen hiç kilo almamıştım. Bol baharatın faydası olsa gerek… Bizim gittiğimiz dönemde İngiliz ve Amerikalı turistler vardı, yaş ortalaması da 60'ların bir hayli üstündeydi. Hava 29-30 derecelerdeydi. Kışın sıcak yerlere gitmek her zaman büyük mutluluk.

Bu gezide beni en çok etkileyen bölge Kerala oldu. Zira burası hem iklim olarak hem de gezip görülecek yer olarak çok güzel. Çay tarlaları, gölde sal gezintileri, tropikal ormanlarda yürüyüşler, yemekler, alışveriş… Her şey bu bölgede diğer bölgelerden daha güzel.

Şaşırtıcı bir şey ama kaldığımız hiçbir otelin yoga hocası iyi değildi, hatta bir garsonu çevirip bize yoga hocası diye yutturduklarını bile düşünmedim değil. Gezi boyunca şu iki otel benim favorim oldu. SpiceVillage ve Prens Charles'ın da doğum gününü kutlamaya gittiği Kumarakom Lake Resort.

Ben çok tapınak gezip bilgi almaktan hoşlanan biri değilim. Açıkçası Hinduizm ilgimi çeken bir inanış değil. Bir süre dinledikten sonra anlatılanlar bana fazla gelir. Nasıl olsa hatırlamayacağım için dinlemek de istemem. Ben tabiatın içinde olmayı, binaları, insanları izlemeyi, değişik yemekler tatmayı, farklı yerleri görmeyi seviyorum. O yüzden gezide en çok sevdiğim kısım, konuk olduğumuz evlerde tanıştığımız kişiler ve sokaklarda durdurup bizlerle fotoğraf çektirmek isteyenler oldu. Hatta Hintli bir kadın yaklaşıp bana dokunmak istedi. Biraz irkilsem de bir süre sonra bu ilgiye de alışmıştım.

Kerala'da yaptığım Backwaters gezisi harikaydı. Tekneden güneşin batışını izledik. Cochin'de gittiğim dans gösterisinden (Katakali dansı) çaktırmadan nasıl kaçtığımı bir ben bilirim. Bana kabus gibi geldi. O salonda, yüzümde maske ve uçuşan sivrisineklerin arasında dinlediğim müzik ve dansları bir daha asla hatırlamak bile istemiyorum. Sineklerle bütün gezi boyunca başım dertteydi. Siz siz olun, yanınza bol sinek kovar merhemler alın. Yoksa kırmızı çizgi halinde her yeriniz delik deşik oluyor.

Size tek tek ne gördüğümü değil de (zaten hatırlamakta zorlanıyorum) oradan nasıl bir hisle döndüğümü aktarmak isterim.

Hindistan benim için renkler ülkesi oldu. Hiç bu kadar kaotik bir ortamda bulunmamıştım daha önce. Geziyi bir tuvale dökecek olsam içinde mutlaka minik tuk-tuk'lar, kadınların sarilerindeki sarılar, yeşiller, maviler, kırmızılar olurdu. Erkekleri beyaz kumaş parçaları ile çizerdim. Etrafta muz ağaçları, sokaklarda oturmuş yaşlı insanlar olurdu. Çocukları kocaman gözleri ve bembeyaz dişleriyle resmederdim. Ganj Nehri'nde yıkanan insanlar olurdu. Evler üst üste ve antenler tepelerinde yollar, arabalar ve motosikletlerle dolardı. Etrafa saçılmış pet şişeler, giden bir kamyonun üzerinde ise neredeyse bir gökdelen yüksekliğinde eşya koyardım. Yanımdan geçen otobüslerin olmayan camlarından bana bakan kocaman meraklı gözleri, yüzlerindeki gülümsemeyle resmederdim. İnekler, yerlerde oturan dilenciler, her şey çok baş döndürücü şekilde resme girerdi. O ara bir de meraklı gözler çizerdim, size dokunmak, birlikte fotoğraf çektirmek isteyen insanlar olurdu etrafta.

Fakirliği, hayatımda hiç bu kadar şiddetli deneyimlediğim bir şehir olmamıştı. Nasıl oluyordu da bu kadar mutlu görünüyorlardı peki?

Hepsinin yüzünde kocaman bir gülümseme ve merak vardı. Nereli olduğumuzu merak ediyorlardı. Sanırım Hinduizm onları yeniden ve daha iyi koşullarda doğacaklarına çok inandırmıştı. Etrafta her yer tapınaklarla sarılmıştı. Sanki insanlar sadece ibadet etmek için yaşıyor gibiydiler. Doğru dürüst ev bile yoktu ortalıkta. Mağazalar bizim en ücra köylerimizde bile göremeyeceğimiz durumdaydı. 

Öte yandan ülkeye giriş ve çıkışta karşılaştığımız güvenlik tedbirleri çok sıkıydı. Bavullar tek tek taranıyor, hatta otellere girişte bile içleri aranıyordu. Havaalanında çok gelişmiş bir sistemleri var; pasaport kontrolü tamamen dijitalleşmiş.

Bu kadar çok nüfusa rağmen mağazalarda ve otellerde çalışan insan sayısı şaşırtıcı derecede azdı. Tabiatın güzelliği inanılmaz ama oralarda da her yer plastiğe boğulmuş. Açık alanlarda Pepsi'nin reklamları vardı bol bol. Kapitalizm her yeri tek marka haline getirmeyi ne iyi başarıyor.

En fakir Hintlinin bile artık elinde cep telefonu var. Gençleri Hindistan'dan çıkmak istiyor. Hepsi yurt dışında bir yerlerde yaşama peşinde.

Hindistan'ın işi bundan sonra daha zor gibi. Bu kadar sınıfsal farklılıkların olduğu, zengin ve fakir geçişlerinin bu kadar sert olduğu bir ülkeyi sadece inançla yönetebilecek günleri geride bırakmışlar gibi göründü bana.

Hindistan benim için sürreel bir rüya oldu. 

Varanasi bu yazıya sığmaz, o başka bir gündem ve yazı konusu.

Kalın sağlıcakla...

Yazarın Diğer Yazıları

Yeni yıldan ne istiyorum?

"Bak bu benim manifesto listem, seninki nerede?"

Shavasana

Kendinle yalnız kalmak ve o derin sessizliğin içinde ne istediğini bulmaya çalışmak çok zor ama bir o kadar da çekici…

Türkiye'yi tanıtmanın başka yolları da var!

Ben bu sene gezerken bir tane bile katılımcı bir Türk galeri ve Türk sanatçı görememenin üzüntüsünü yaşadım doğrusu. Geçmiş yıllarda sayıları az da olsa bazı galeriler ve sanatçılar geliyordu oysa