31 Temmuz 2022

"Özgürlüğümü tam olarak elime almamı HIV'e borçluyum"

"Sevgili HIV, hayatıma kattıkların için çok teşekkür ederim. Hayat direncimi arttırdığın, duruşumu dikleştirdiğin ve inancımı güçlendirdiğin için. Başka başka azınlıkların, ihlal ve ayrımcılıkların olduğunu görmeme, duymama fırsat yarattığın için de… Seninle daha da büyüdüm, olgunlaştım. Her düştüğümde tekrar ayağa kalkılacağını, son nefese kadar mücadele etmek gerektiğini de senden öğrendim"

Şaşıfelek Çıkmazı'nın ikinci bölümünde bir sahne vardı ya, hani Aysel'le Saadet'in kavgaya tutuştuğu, "gelin hanım" onlara gülünce ikisinin bir olup ağzının payını verdiği, sonra da İnci'yle üçünün oturup bir güzel rakı içtiği sahne. Sevgi Yılmaz'la tanıştığımda, daha hikâyesini hiç bilmeden aklıma o sahne geldi istemsizce. Sevgi, evimizde misafir olacaktı. İsmen tanışıyorduk ancak cismen bir araya gelmişliğimiz yoktu. Ev arkadaşımın da işi uzayıp gecikince karşılamak bana ve sevgi arsızı köpek birey Dobi'ye düştü. Hoş geldin, beş gittin derken sardunyalı balkonda sohbet etmeye başladık. Konuştukça neden o sahneyi hatırladığımı anladım. Karşımda İnci gibi inatçı ve güleç, yeri geldiğinde Aysel gibi kavgacı ve sözünü budaktan sakınmayan, Saadet gibi havalı ve iş bilen, ellilerine merdiven dayamış, dupduru bir kadın vardı. Ve hikâyesi, anlatılmayı bekliyordu.

Hani yüzüne baktığınızda yaşını asla tahmin edemeyeceğiniz, gözbebeklerinin içinde her an, birdenbire şimşekler çakacakmış gibi insanlar vardır ya, Sevgi onlardan biri. Kimseye eyvallahı yok ama hak eden herkese merhabası çok.

Bir nevi "çocuk gelin"…

1975 yılında, yurtdışında bir ülkede doğmuş Sevgi. 80'lerin başında geri dönmüş ailesiyle Türkiye'ye. Darbe sonrasında memlekette ne değişmiş, bilmiyor. Ama çocukluğunu mıh gibi kazımış aklına.

"Aklı sokakta, oynamakta olan bir çocuktum. Bayağı haşarı, elalemin kafasına borulara üfleyip kağıt atan, uzun eşek oynayan bir kız çocuğuydum. Türkiye normlarındaki cici kız, prenses normlarında hiç olmadım. Bunlara bir de etli butlu tombik bir çocuk olmamı eklersen, seyreyle cümbüşü.

"Sağlam döverdim arkadaşlarımı, Türkiye'ye döndükten sonra babam bana 'sokaklarda çocuklar seni tartaklar, çantanı almaya kalkarlarsa korkma çekinme kendini savun, vur' demişti. Sen misin bunu diyen? Babamdan da aldığım gazla yan bakana, ters konuşana patlatıyordum birkaç tane. Mideye çalışmayı da öğrenmiştim. Bir yumrukla işlem tamam. Öyle ki, anneler çocuklarını bana emanet ederlerdi. Hem dövmeyeyim, hem de başkaları sataşırsa koruyayım diye."

Sevgi'nin okul hayatı kısa sürüyor. Kendi isteğiyle değil ama. Ortaokulda sınıfta kalınca babası okuldan alıyor. Sınıfta kalmak biraz da bahanesi oluyor işin aslı. Babasının muhafazakâr olduğunu, "kızlı erkekli yan yana mı oturulur" diye söylendiğini anlatıyor Sevgi. "Çocukluktan itibaren farklı yönlendirilseydim okuyacak zekâm olduğuna inanıyordum açıkçası" diyor Sevgi, evde oturma dönemini anlatmaya başlamadan önce.

"Ergenlikle birlikte birdenbire baskılanma başladı. Tekerlekli patenlerim vardı, bir anda yok oldu onlar. Sokağa çıkamama başladı. Babam kızlar erkeklerle oynamaz derdi. Ciddi engeller silsilesi olmaya başladı. Eve kapatılmıştım anlayacağın. Dışarı çıkabildiğim tek yer, annemin sayesinde gidebildiğim halk eğitim kurslarıydı.

"Büyüyüp serpilince 'napacağız bu kızı', deyip evlendirdiler. 17 yaşındaydım. Anne tarafından uzaktan akraba bir adama verdiler beni. Abi dediğim biriydi, benden on yaş büyüktü. Ama o beni beğenirmiş. Kurbanlık koyun gibi, duygularım tamamen donmuş bir şekilde verildim. Bir nevi çocuk gelindim. İyi bir insan olsaydı, kendi seçtiğim biri olsaydı belki yaş farkı problem olmazdı ama…"

Askeri nizam evlilik

Kaynana yanına gelin gider Sevgi. O dönemi anlatırken hâlâ daha içine dert olan bir mesele bu. Kaynana yanından çok, kendi eşyalarıyla, kendi evine gidemeyişinden dertli. "Onların eşyalarına gelin gittim" diye anlatıyor "askeri nizam" evliliğini.

"Sen iyiysen iyiler, hizmetlerini gördüğün sürece iyisin. Bildiğin askeri nizam. Sabah kalk, kahvaltı hazırla, temizliklerini yap, bahar temizliği yap. Bayağı kölelik yılları. Ama işin en kötü tarafı bunların böyle olması gerektiğine inanmam. Evlenirsin, 'namusunla' dizini kırıp evinde oturursun. Farklısını da sorgulamıyorsun."

Ta ki, diyor Sevgi kızı ilkokula başladığında diğer ailelerle görüşmeye başlayana kadar. O zaman Sevgi için başka kapılar, olasılıklar doğmaya başlıyor. "Alkolik, ailesinden geçinen bir koca vardı başımda. Dünyamı küçük yaşlardan beri kısıtlamışlar, köle hayatına razı gelmemi öğretmişlerdi" diyerek, hayatının dizginlerine eline almaya nasıl başladığını anlatıyor.

"Kızım hiperaktifti, onu pedagoga götürdüm gizli gizli kayınvalidemin teşvikiyle. Eski eşime kalsa asla götüremezdim. Pedagog benim de ufkumu açtı açıkçası. Hem benim hem kızımın pedagogu gibiydi. Hiç unutmam, bir sözü vardı: 'Sürekli yaralı ayağa pansuman yapmak yerine, ayakkabıdaki çiviyi çıkarmak lazım.' Haa dedim sorun çocukta değil bizde. Ben elimden geleni yapmaya çalışıyordum ama benim de bilgim sınırlıydı. Babası ya çok seviyordu ya da kafasını duvara vuruyordu. Dedim bu böyle olmayacak, okumaya başladım. Çocuk gelişim kitapları okudum, oradan başka kitaplara geçtim. Okudukça yeni pencereler açıldı."

Duygu Asena'yı keşfediş ve o cümle: Ben, köle değilim

Tam bu sırada Sevgi, hayatının dönüm noktalarından birinin eşiğindedir. O eşiği atlatacak olansa, Duygu Asena olur. Duygu Asena kitapları okumaya başlar ve "Ben köle değilim" cümlesi dökülür ağzından.

"Küçük küçük zaferler elde ettim. Orada en büyük motivasyonum kızımın ruh sağlığını iyileştirmekken kendime de yatırım yapıyormuşum. İkinci çocuğu yapmamak önemli bir karar oldu mesela. Kendimi takdir ediyorum, gizli gizli spiral taktırdım. Düşünsene, bakkala çıkma izni olmayan ben yaptım bunu.

"Hep mutsuzdum o evlilikte. Gözümün feri hep sönükmüş ki yurtdışından gelen akrabalarım bile anneme 'bu kızın nesi var' diye sorarmış mesela. Sonra bir gün tak etti canıma. Kızımın ilkokulundan bir çocuğun sünnetine gitmiştik ailecek. İki çift oturup sohbet ediyoruz. Yemekli ve içkiliydi. Tabii benim eski eşim bedava bulduğu için içkiye gömüldü. Sonra birden ortadan kayboldu. Tuvaletlere bakıyorlar yok, ortada yok. Veli arkadaşın eşi de 'Koca mı lazım oldu sana' diye sarktı bana. Kızımı önüme katıp dışarı çıktım. Bir baktım benimki dışarıda kusmuş, ayakta duracak hâli yok. Ailece gidiyorsun. Gittiğin kadını bırakıp gitmemek gerekir, o dönemki düşüncem öyleydi. Eşin seni korur. Şimdiki aklım olsa başka tepki verirdim ama canıma tak ettiren o oldu. O zamanlar bir de kumarhaneler çok yaygındı, maaşı aldığı gibi bırakırdı oralara. Sonra eve kedi gibi gelirdi. Ben de destek oluyordum minnoş minnoş. Artık bir iki bir iki nereye kadar…

"Her şeye karışırdı bir yandan da. Başımda general gibi direktif verirdi bana. Yok işte kirli tabak böyle mi konur bulaşık makinesine demekle başlardı ama orada da kalmazdı. Yemek yerken mesela önümdeki tabağı alırdı, 'Senin yediğin bana batıyor, az ye' derdi."

Tam burada ara veriyor Sevgi. Anlattıklarına şaşırıyor. "Ne kadar çok şeye maruz kalmışım" deyiveriyor. En çok da canını neyin sıktığını biraz utana sıkıla anlatıyor. "Bana hiç adımla hitap etmezdi" diyor. Nasıl hitap ettiğini sorduğumda sesini biraz alçaltıp, "Hani argoda kadın cinsel organının sonuna -cık eklenen kelime var ya, onu derdi bana" diyor. "Amcık mı yani" diye sorduğumda kafasını sallıyor.

"Artık, eve kapatılmak istemiyordum"

Nasıl kurtulduğunu soruyorum o evlilikten. Muhafazakâr babasının desteğini anlatıyor. Sekiz yıl boyunca ne yaşadığını ailesine anlatmadığını, anlattığında ise babasının atlayıp geldiğini. Sonrası doğduğu eve dönüş. Yani başka bir kafese…

"Dönmesine dönmüştüm baba evine ama ben o eski ben değildim artık. Duygu Asenaları filan okumuşum. Artık eve kapatılmak istemiyorum ama babamın kafası bana yeni koca bulmak. Bense özgürlüğümü elde etmek istiyorum. Anlayacağın tekrar özgürlük mücadelesi vermek zorunda kaldım. Ne eğitim var ne iş tecrübesi var ama bir şekilde kendime inancım var. İş bulmam lazım. Babam otur evinde, ben sana bakarım, diyor. Şimdi düşününce ne kadar kötü bir şey. Ben yetişkin bir kadınım, kendime bakmalıyım, beni buna hazırlamış olmanız lazımdı aslında."

Küçük zaferler kazanmaya burada da devam ediyor. Annesinin de desteğiyle bir tanıdığın yanında işe başlıyor Sevgi. Sekreterliği öğreniyor. Hiçbir kursa gitmeden bilgisayar kullanmayı öğretiyor kendisine. Ama yine eve giriş çıkış saatleri sınırlı. Teyzeleriyle yazın Akdeniz turuna çıkmak istemesi bile bir dert. Sevgi, ufak adımlarla özgürlüğünü kazanacakken kaderin cilvesi mi denir, ne denir bilemediği bir şeyle zaman aniden hızlanıyor. HIV'le yaşadığını öğreniyor Sevgi.

"Sana ilginç bir şey söyleyeyim mi? Özgürlüğümü tam elime almamı HIV'e borçluyum. Bende Anka kuşu etkisi yarattı. Hayatımın altı üstüne geldi derler ya, bilemezsin ki altı üstünden daha mı kötü daha mı iyi? Aynen öyle oldu bende de. 17 yaşımda kadın, 19'umda anne, 24'ümde duldum. Ama kendim olmamı sağlayacak şeyin HIV olacağını hiç düşünmezdim.

"2004 yılının başlarında girdiğim organizasyon şirketinde aşırı yoğun ve stresli bir ortamda çalışıyordum. Boşanalı seneler olmuştu artık. Bu arada her zaman kilolu olmamdan şikâyet eder, habire diyet yapardım. Ama hiçbir zaman istediğim kiloya gelemezdim. O sene nasıl olduysa ben diyet yapmadan zayıflamaya, ayda birkaç kilo vermeye başladım. Sonrası tüm belirtiler işte. Doktor doktor geziyoruz. Kimse meseleyi anlamıyor. Tahliller yapılıyor, kimsenin aklına HIV gelmiyor. Çünkü 'konduramıyorlar' bana. Evlenmiş, boşanmış bir kadının HIV pozitif olabileceğini düşünmüyorlar. Adım gibi eminim, ben eğer bir çocuk annesi heteroseksüel bir kadın olmak yerine; seks işçisi bir trans kadın olsam ilk düşünecekleri HIV olurdu."

Sonunda babasının bir tanıdığı vesilesiyle yattığı bir hastanede birilerinin aklına geliyor ve test yapılıyor. Sonuç pozitif. Uzun yıllardır HIV'le yaşasa da tanı konamadığı için başlanmayan tedaviden dolayı vaziyetinin bayağı kötü olduğunu anlatıyor Sevgi. Neredeyse on yıl boyunca HIV'le yaşadığını düşünüyor. Eski eşiyle ilgili bir dönem "hepatitmiş" diye söylentiler çıktığını hatırlıyor.

"Meğer tanıyı almış o ama bana kendine de baktır dememiş. En azından dolaylı yoldan söyleseydi baktırırdım. Söylemek zorunda mı, değil. Ama gizli bir mektup yaz, bir şey yap… Hani en azından benim de test yaptırmam gerektiğine dair bir bilgim olurdu. Böylece tedaviye çok daha erken başlardım."

Hastane ve o ilk tedavi anlarını tam anlatacakken duruyor. "Buraları geçsek olur mu" diyor. Kafa sallıyorum. Geçiyoruz. Sonra yazılı iletiyor bana hikâyesini ama Sevgi'nin hikâyesinde o hastane odasında yaşadıklarından daha fazlası olduğunu ben de biliyorum o da. Anlatırken geçtiğini, ben de yazarken geçmek istiyorum. Hastaneden altı ay sonrasına ışınlanıyoruz böylece.

"HIV hakkında doğru bilgilendikçe güçlendim"

"Tedaviye başladıktan sonra ben çok hızlı bir şekilde toparlamaya başladım. Taburcu oldum, eve döndüm. Tanıyı almamdan altı ay sonra ben kendimi hiç olmadığım kadar güçlü, hiç olmadığım kadar özgür hissediyordum. Tutturdum ben teyzemlerle tatile gideceğim diye. Babam bu sefer hiç ikiletmedi biliyor musun? HIV'in beni özgürleştirdiği en önemli anlardan biri oldu o. Bir güzel tatile gittim. Aradaki muazzam değişimi düşünsene, ocak ayında yatalaksın, birkaç ay sonra kabuğunu atıp rafting yapıyorsun. Teknelerin ikinci katından atlıyorsun. Nasıl muazzam bir yaşam sevinci var. Kara bulutlar dağılmış.

"Ve biliyor musun? Pozitif olduğumu öğrendiğim andan itibaren ben hiç ağlamadım, hiç yüzümü asmadım. HIV tanısı ile olan derdimi 15 günde hallettim. Hastaneden çıktıktan sonra bir gün aynaya, kendime bakamadığımı fark ettim. O dönemde doğru terminolojiye de bilmiyordum, aynada gözlerimin içine bakıp beş – on - on beş kere, ben 'AIDS'im. Ben AIDS'im, dedim. Sonra durdum ve dedim ki; "Ee tamam şu an bu gerçek var ve ben ne yaparsam yapayım bunu değiştiremeyeceğim. Ağlasam da, kahretsem de, kendimi yerden yere de vursam, bu değişmeyecek... Hem ben kötü bir şey yapmadım ki. Suç işlemedim, kimseye zarar vermedim... Sadece basit bir enfeksiyon ile enfekte oldum. Bu kadar basit! Bu sadece tıbbi bir durum. Peki, şimdi ne yapmak lazım? 'Bununla barışıp, kenara koyup, önümdeki hayata ve planlara bakmam lazım' dedim."

O yıllarda Türkiye'de başvurabileceğim ne bir dernek ne de bir oluşum vardır Sevgi'nin. Doktoru yahoo'da bir gruptan bahseder ve "Kız Kulesiii" rumuzu ile kaydolur gruba. Orada HIV'le yaşayan başkalarıyla tanışır, konuşur.

"İlk kez sayfanın yöneticisi olan Elif ile yüz yüze tanıştım. Buluştuğumuzda her hareketini, mimiğini inceliyordum. Kendisi o zaman 4 yıldır HIV ile yaşıyordu ve durumu çok iyiydi. Bana anlattıkları ve desteği sayesinde kendimi çok daha iyi ve güvende hissetmiştim. HIV hakkında doğru bilgilendikçe güçlendim. Güçlendikçe de HIV ile yaşamayı normalleştirdim. Yeni enfekte kişilere artık ben destek olmaya başladım."

Bir teşekkür: Seninle daha da büyüdüm, olgunlaştım

"Ben normalleştirmiştim ama mail grubunda her gün diğer HIV pozitiflerin yaşadıkları hak ihlallerine tanıklık ediyordum" diyen Elif için artık sadece destek almak yetmez. "Aileleri tarafından reddedilen, işten çıkarılan, ameliyat edilmeyen, itilip kakılan ve tüm bu ihlaller karşısında sesini çıkartamayan insanlar" için bir şeyler yapmak ister. Bu olayları duydukça öfkelenir, değişimin bir parçası olmak ister. Tam da o dönemde dernekleşme çalışmaları başlamıştır ve Sevgi de derneğin kurucu üyesi olur.

"O süreçte HIV ile ilgili pek çok eğitimden geçtim.  Dernekte yönetim kurulu üyeliği, proje koordinatörlüğü, halkla ilişkiler alanlarında görev yaptım. Derneği yurt içi ve yurt dışı pek çok toplantıda temsil ettim. Tıp, diş hekimliği ve iletişim fakülteleri başta olmak üzere pek çok şehirde, pek çok fakültede ayrımcılığı azaltmak amacıyla seminerler vererek farkındalık yarattım. Son beş yıldır ise tüm bunlara ve savunuculuğa Pozitif-iz Derneği çatısı altında gönüllü olarak devam ediyorum."

Tüm bunlarla babasının gururlandığını gülerek anlatıyor Sevgi. "Kızım Sağlık Bakanlığıyla çalışıyor" diye gerine gerine herkese anlattığını. "Sağlık bakanlığı kim ki? Kravatı yamuk takan tipler sonuçta" diyerek patlatıyor kahkahayı.

Sevgi, tekrar, bu sefer kendi sevdiği bir adamla evleniyor. Eşi sağlıkçı. Dernekte tanışıyorlar. Eşi, yeni tanı alan bir arkadaşına destek olmak için yanında derneğe geliyor. Sonra olaylar gelişiyor. Biraz çöpçatanlık, biraz her ikisinin de çabaları derken dört yıllık sevgililiğin ardından evleniyorlar. "Özgürlüğümü HIV'e borçluyum demiştim ya" deyip, HIV'e teşekkür ederek sonlandırıyor hikâyesini Sevgi.

"Sevgili HIV, hayatıma kattıkların için çok teşekkür ederim. Hayat direncimi arttırdığın, duruşumu dikleştirdiğin ve inancımı güçlendirdiğin için. Başka başka azınlıkların, ihlal ve ayrımcılıkların olduğunu görmeme, duymama fırsat yarattığın için de… Seninle daha da büyüdüm, olgunlaştım. Her düştüğümde tekrar ayağa kalkılacağını, son nefese kadar mücadele etmek gerektiğini de senden öğrendim."

 Yıldız Tar kimdir?

Sıfatsız gazeteci, Boğaziçi terk, Cranberries hayranı, fantastik roman müptelası. 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor.

Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı. 

Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor.

T24 internet gazetesine “İnsan Manzaraları” başlıklı portre röportajlar yapıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

'Dünyaya kafa tutan Türkiye'ye yakından dokunmak: TEKNOFEST'lerle örülen yeni siyaset ne anlatıyor?

"Evet, asgari ücret yetmiyor. Evet, kiralar artıyor. Evet, yaşamak güçleşiyor. Ama TOGG var, İHA ve SİHA’lar var. Teknoloji üzerinden yeni bir hikâye yarattılar. 'Yeni bir Türkiye var 'dediler ve bu yeni Türkiye’nin ekran yüzü de savaş gemisi TCG Anadolu, milli araba TOGG ve savunma sanayiindeki gelişmeler oldu"

"Benim evladım bu şekilde öldürülmeyi hak etmedi, adalet yerini bulsun"

Ecem Seçkin davasında azalarak biten nefret olmadı

Gençler neden intihar ediyor?

TV kanallarında ya intihar eden gençlerin psikolojilerinin ne kadar bozuk olduğunu izliyoruz ya da yine ruh sağlığı uzmanlarının uyarılarıyla, intiharı bir sebebe bağlamamaya çalışan, kişisel hikâyesinden uzak durmaya çalışırken ne diyeceğini bilemeyen bir haberciliği görüyoruz