30 Nisan 2024

Unutulanları unutmayın!

Hayatlarını bile unuttukları için unutulanları bir de siz kırmayın!

Yürüyordum. Göçebe ruhumun mahallelerinden birinde.

Karşıdan ara sıra köpeğini gezdirirken de gördüğüm "yaşlıca" bir adam geliyordu.

Elinde telefon, karşısındakine dedi ki:

"Alzmayır hastasıydı. 70 yaşındaydı. Ölmüş."

O gelip geçene kadar duyduğum bu kadar.

İçim acıdı. Bilmem siz ne düşünür, ne hissederdiniz o an?

Önümde beş genç yürüyordu. 25-30 arası diyeyim. Sırt çantaları vardı. En öndekinde yoktu ve o muhtemelen onları kalacakları yere götürüyordu.

Gençler de duydu telefonda konuşan adamı. Adam yanımızdan geçer geçmez, bana en yakın olan genç kız, en arkadaki yani, gülerek dedi ki, "Alzaymır ya, çok iyiymiş. Ben de artık Alzheimer demeyeceğim."

Bu ülkenin hoyratlıkları arasında bu pek mühim değildir mutlaka… Ama o anın mutlak hoyratlığıydı benim için.

Diğerleri de kıkır kıkır gülmeseydi, belki o kadar da ağır olmazdı o anın duygusu. Yalnız kaldı, derdim, o alaycılığında.

Belli bir yaştan itibaren, bazen çok erken bile, herkesin başına gelebilecek, birçoklarının zaten hayatında, yakınında veya bir kaybında ortaya çıkmış, belki kendilerinin de hayatında bir gün bir acıya sebep olacak merhametsiz bir hastalıkla ilgili küçücük bir telefon konuşmasını böyle anlamaları da merhametsiz geldi kısacası.

Üstelik belki başka bir ortamda, karşı karşıya otursak sohbet edebileceğimi varsaydığım görünüşe ve belki (olmasa bari) siyasi tercihlere sahip olabilecek, muhtemelen üniversiteli ya da çoktan mezun gençler!

Kaç kelime vardı ki arasından seçip etkilenecek?

70 yaş… hastalık… ölüm!

Bir de "Alzmayır."

Siz hangisini seçerdiniz; o an duymak, duyumsamak, anlık da olsa bir duyguya sahip olmak üzere?

Gündelik, sıradan, kendilerinin de belki iki dakika sonra unutacakları bir "kikirdeme" bende kaldı, size ulaştı şimdi. Demek ki içim gerçekten acımış. Yoksa hiç tanımadığım o gençlerin karakter analizine cüret edecek değilim. O anı elbette yargılıyorum lakin onları toptan yargılayamam. Hayatlarındaki nice güzel şeye, verdikleri aldıkları sevgilere de saygıyla.

Yine de… Dört kelime içinden, dört acı kelime içinden, hiç tanımadığımız birisi de olsa, hastalık ve ölümün, hatta artık erken sayılan bir ölümün kelimeleri arasından, üstelik belki de yıllarca acı çektirerek son bulmuş bir hayatın anlık tanıklığından seçimimiz "dalga geçecek bir telaffuz" mu olmalı?

Olmamalı, lütfen olmasın!

Çünkü hiç tanımadığımızın acısını bile bir an için de olsa anlayamıyorsak, acı denen o duygu çok içten pazarlıklı olur.

Zaten o yüzden hemen unutmaktayız 12-13 yaşında katledilen çocukları; sıvasız hanelerin binlerce "terör ve terörle mücadele" çocuklarını; evine ekmekle gidemeyince canını alıp gidenleri; o ekmek için üç kuruş karşılığında çalışırken derede boğulan küçük kızları, kilitli atölyede yanan işçi kadınları, AVM şantiyesinin naylon çadırında kül olmuş işçileri, madenin alıp götürdüklerini, eğlencelik maytap üretirken göğe karışanları, zehirli işyerlerinde ölüm soluya soluya ömrü kısaltılmış onca insanı, depremin binlerce kaybını, hak ettiği tedaviden mahrum bırakıp kaybettiklerimizi, kayıpken hiç aramadıklarımızı.

Unuttuklarımız listesini kendiniz de yapabilirsiniz.

Ama önce lütfen içinizden içten bir soru ve cevapla, dört kelimeden hangisine takılırdınız, bir bakın? Seçiminizi yapın. İsterseniz sıralama da yapabilirsiniz.

Türkiye'de 300 bin civarında Alzheimer ya da "Alzmayır" hastası olduğu belirtiliyor. Kimine göre esas sayı 700 bin. Ve "genç nüfus yaşlandıkça sayı ve oran artacak" deniyor.

O genç kız en azından bilseydi, kadınlarda bu oranın daha da yüksek olduğunu. Ya da her üç hastadan ikisinin kadın olduğunu; annelerin, büyük annelerin, 60'ını geçmiş kadınların bu hastalığın kıyısına daha hızlı gelebildiğini.

Biz şunu da bilmeliyiz: Bu hastalık için kullanılabilecek en etkin ilaçların yıllık maliyeti 25 bin dolar. Bu "hayat memat doları"nı yatırım, tasarruf, servet aracı olarak gören kimilerimiz, paramızı sefil eden iktidarımız da bilebilse keşke.

Dünyadaki 55 milyon "Alzmayır" hastası sayısının, kendi ömürleri içinde (uzun ve sağlıklı ömürleri, mutlu huzurlu hayatları da olsun) bir gün 135 milyona ulaşacağını, kendi ülkelerinde de aynı oranda artacağını, aralarından bazılarını da tehdit edeceğini bilebilse keşke kimi genç de.

Nasıl telaffuz ettiğimiz önemli mi gerçekten? Hastanın bile telaffuz edemediği hastalığını bizim nasıl telaffuz ettiğimiz mi önemli!

Yazıyı Alzheimer Derneği'nin sloganı ile bitireyim:

Unutulanları unutmayın!

Kendi sloganımla da:

Hayatlarını bile unuttukları için unutulanları bir de siz kırmayın!

Kendi soyumda, çoğunluğun ömrü "demans" olmaya bile yetmedi! Ama hayattaki en doğru anlarımdan biri, çok sevdiğim, anne bildiğim Leman Hanım'la, henüz beni seçebiliyorken, elbette o sırada henüz ihtimal vermediğim ölümünden birkaç ay önce "Helalleşmek" oldu.

O da, o telefonda ölümü bildirilen 70 yaşındaki hasta da umarım huzurla uyuyordur. Diğer tüm kayıplarımız gibi!

İnsanlığımızı, vicdanımızı unutmayalım, olur mu?

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vicdan enternasyonali!

Orleck ve gibiler bize şunu da anlatıyor: Tamam kimlikler var ve doğuştan insanı kavrıyor, kuşatıyor, kişiliğinin temellerini de oluşturuyor ama, istisnai kimi durum dışında… Öyle herkesi içine alan bir "kimlik kişiliği" yok. "Bütün Yahudiler, bütün İsrailliler" yok. "Bütün Araplar" yok. "Bütün Amerikalılar" yok."Bütün Türkler" yok. İyiler ve kötüler var kabaca

Sirkte şirk!

Kim size milyonlarca çocuğun zihnini, kalbini, duygularını, ancak gelecekte olgunlaşabilecek inancını veya inançsızlığını, kişiliğini, ruhunu sorgulama, deşme, didikleme hakkını verdi?

Aklı ve duyguları esir düşürmemek!

Bu dayatmalara, bu esaret zincirine, bu zihinsel ve duygusal işgale karşı, gerçekten ülkeleri ve çocukları için özgür, adil, hakkaniyetli, bilime ve eleştirel düşünceye dayalı bir gelecek isteyen aileler "evde eğitim"e de önem vermeli. Ne yapıp edip önce öğrenerek belki; zaman ayırarak sıkılmadan