29 Temmuz 2025

Kötülük durur durur, seni de vurur!

“Biz vazgeçersek bu ülke kaybedenlerin cenneti olmaya devam edecek! Biz vazgeçersek bu ülke yakınlarını arayanların ve adalet isteyenlerin cehennemi olmaya devam edecek!”

“Mağdurlar”ın “mazlum” sıfatıyla bir gün iktidar olup “mağrur ve zalim” olabildiği ülkede, “mağdurlar” katmerli “mazlum” oluyor. Ve asla bu hukuksuzlukların, bu acımasızlıkların, bu sorumsuzlukların, bu zulümlerin hesabını veren çıkmıyor.

Çünkü mağrurluk kibri besliyor, zulüm kinden de besleniyor. Oysa en azından, “çok günah!” Çünkü “kul hakkı” da, çünkü “kul hayatı” da eritiliyor, yok ediliyor.

Bu zincirleme kötülük-sorumsuzluk-pişkinlik silsilesi belki de “hızlı tren”le başlamıştı. Misal, 41 ölü öldüğüyle kalmış, “mucitler”den en sorumlu olması gereken şahıs, bu ülkede Başbakan ve Meclis Başkanı bile olmuştu. Katar katar yükünü almak da cabası! Sonrasında “kötülüğün pişkinliği” hızlı trenden de hızlı ve hızla çullandı zaten memleketin ve insanların üstüne.

Sonrasını artık o zaman çocuk olan gençler, genç olan yetişkinler, yetişkin olan yaşlılar da biliyor. Tabii arada hayatını madende, ormanda, atölyede, fabrikada, “koca, eski koca, sevgili, eski sevgili” cinayetlerinde kaybedenler, “şehitler ve etkisiz hale getirilenler”, büyüklerin ya da neredeyse yaşıtlarının elinde ölüme gidenler, misal otel yangınında kül ve duman olanlar, “deprem katliam”ında, sel felaketlerinde enkaza, suya, toza toprağa karışanlar hariç! İsterseniz katledilen ağaçlar ile hayvanların sessiz tanıklığını da ekleyiverin.

Yoksullaştırmanın sorumlusu, yok.

Tren kazasının, yok. Maden ve işyeri katliamlarının sorumlusu, yok.

Orman yangınlarının, ormanla mücadeledeki kaynaksızlık ve çaresizliğin, orman işçisi, itfaiyeci ya da gönüllü, alevlerin arasında yok olanların, yok. Orman işçilerinin eğitim merkezini kapatmaktan artık utanan da yok.

Kadınların hayatına kastetmiş şiddetli maço düzende, onları bir de İstanbul Sözleşmesi’nden mahrum bırakmanın bir sorumluluğu, yok. Şimdi “barış” derken onca “şehit ve insan kaybı”nın sorumluluğu, yok. 12 askeri bir mağaraya sürükleyenlerin, bir başka yerde adeta susuz bırakarak başka askerleri ölüme göndermenin sorumluluğu da yok, utancı da yok.

İmar aflarıyla birer tuzağa dönüştürülmüş konutlar ve devasa sitelerde on binlerce insanın katlinin siyasi ve vicdani sorumluluğu, yok.  Çocuklara cinsel istismarın bunca yaygınlaşabilmesinin sorumluluğu, yok. İlk eldeki sorumluları bile hoş görebilen bir “adalet”ten utanmak da yok.

Otel yangınında çoluk çocuk alev ve duman katliamında can vermiş onca insanın acısının gölgesinde bile, siyasi-bürokratik sorumluluk, yok. Neredeyse yataklarında ölenlere yatıyla turlayarak “nanik yapanlar”da utanmak da yok. Çünkü vatandaşın üzerine vergi yükü binip dururken, yatın vergisinin sıfırlanmasından utanmak da hiç yok.

Mağrurlar, zalimler, sorumsuzlar hep üstte… mağdurlar ise tekrar tekrar altta.

Çünkü hakkını arayan köylü, suçlu. Çünkü haklardan yana yazan-çizen suçlu. Çünkü hakları-hayatları ellerinden alınanların, gasp edilenlerin yanında olan avukat da genç de sokaktaki insan da suçlu. Çünkü evladı katledilen Berkin’in annesi, Minguzzi’nin annesi, bir de feryatlarından ötürü suçlu. Çünkü istismara uğrayan çocuk suçlu. Çünkü öldürülen, tehdit edilen kadın suçlu. Çünkü doğruyu yazmak suç, doğruyu söylemek suç, doğrular için mücadele etmek suç; yanlışları, haksızlıkları, zalimlikleri dile getirmek de suç.

Başımıza, başınıza, başa gelene kadar görmek istemediğimiz, umursamadığımız ne varsa, belki artık daha iyi hissedersiniz. Daha iyi hissedersiniz belki, Berfo Ana’nın bir darbenin yok ettiği evladından bir kemik arayışını. Daha iyi hissedersiniz, Asiye Doğan’ın ve o ölünce “Cumartesi Annesi” olan kocası Ramazan Doğan’ın, ölümlerine kadar 13 yaşında yok edilen evlatları Seyhan’ın bir kemiğini bulabilmek için kurban oluşunu. Daha iyi hissedersiniz belki, bir annenin, Emine Ocak’ın, oğlu Hasan’ın akıbetini öğrenebilmek, ondan bir DNA ile bir mezar yapabilmek, bir duasını ve bir maşrapa suyunu verebilmek için yıllarca sürdürdüğü mücadelesiyle, “kayıp peşinde” aramızdan kayıp gidişini.

O zaman, son sözü de Emine Ocak söylesin: “Biz vazgeçersek bu ülke kaybedenlerin cenneti olmaya devam edecek! Biz vazgeçersek bu ülke yakınlarını arayanların ve adalet isteyenlerin cehennemi olmaya devam edecek!”

Cehennemden bir cennet, bir cinnet düzeni işte!

Belki artık daha fazla kişi daha çok hissediyordur… Çünkü “kötülük” durur durur, seni de vurur!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığı yaptı; Vicdanımızın Hatıra Defteri, Tarladan Okula Bir Damla, Cumhuriyet'in İlk Durağı belgesellerinde metin yazarlığının yanısıra çekimlerinde bulundu.
 
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür), Edebi ve Edepsiz Beyoğlu (Literatür), Devrim Mutfağı (Bengi Başaran’la birlikte - Kafka) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.  

Yazarın Diğer Yazıları

‘Devrim’ hayali bile ‘karşıdevrim’in kâbusudur!

İstediğiniz kadar ayırın; o halkı şu halktan, şu devrimi berikinden koparın… Bir bakmışsınız, bir devrime aynasız yakalanmışsınız. Devrimin kelimesinden dahi ve nefret eden şahsınız, bir bakmışsınız, "devrim gibi; adeta devrim" diye şakımışsınız

İktidara esas tehdit ana muhalefet partisi değil, geniş muhalefet kitlesi!

Bıkkınlık, yoksulluk, “bu kadar da olmaz” düşüncesinin yayılması, “tek adam” rejiminin giderek katlanılmaz olması, onca zigzag, yalan, talan, haksızlık, adaletsizlik, dayatma orta yerde. Belki de esas “ana muhalefet” bunlar. Gelecek ilk seçim, muhtemelen, neyi ve kimi istediğinden çok, artık neyi, neleri, kimi, kimleri istemediğinin seçimi olacak

Erk şiddetinden erkek şiddetine!

Aklımız ve vicdanımız bu yaygın şiddeti kabullenerek Hilal’in, Hilaller’in üzerine de biraz toprak atıp unutuyorsa; elbette “suçlu” biz değiliz ama hiç “suçsuz” da değiliz!

"
"