25 Şubat 2024

Enfeksiyon kontrolünün yerini alan bilgi kontrolü: Halk sağlığı ölüyor mu?

Dünyanın geçmişten bir ders çıkartmadığını söylemenin yanlış olmayacağı gibi yeni bir pandemi oluştuğunda aynı panikle benzer hataların yapılacağını tahmin etmenin de zor olmadığını sanıyorum. Halk sağlığı bu konuda ne yazık ki ölme noktasına gelmiş durumda

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Mayıs 2023'te COVID-19 halk sağlığı acil durumunun sona erdiğini duyurmasına karşın salgının bitmediğini vurguladı, değişen salgının endemik bir aşamaya girdiğiydi, yani virüs süresiz olarak dolaşmaya devam edecek. Aralık 2023 ortasından Ocak 2024 ortasına dek olan bir aylık süreçte COVID-19'dan 11 binin üzerinde ölüm rapor edildi (bunların yarısı ABD'de gerçekleşti). Aynı bir aylık süreçte dünya çapında 1 milyona yakın vaka bildirildi, bildirildi ama her geçen gün daha az test yapıldığı ve çoğunlukla hızlı testlerle kişilerin kendilerinin yaptığı testlerin sonuçları resmi verilere geçmediği için gerçek sayının bunun çok üzerinde olduğu tahmin ediliyor.

Türkiye'de COVID-19 salgını boyunca bildirilen vaka ve ölüm sayıları hep kuşkuyla karşılandı. Sağlık Bakanlığı kendi dışında herkese kulaklarını kapattı, tüm önerilere ve eleştirilere karşın bildiğini okumaya devam etti. Bakanlık, verileri ya paylaşmadı ya da bu kadarı size yeter mantığıyla "ucundan accık" paylaştı. DSÖ'nün sağlıklı veri için her 1.000 kişide en az 5 test önermesine karşı, Türkiye 2020-2021 yıllarında bu sayıya hiçbir zaman ulaşamadı, 2022 ve 2023'te ise test sayıları ile ilgili bilgi akışı durmuştu (Değerli bilim insanı Prof. Kayıhan Pala ile birlikte yazdığımız Türkiye'de pandemi yönetiminin irdelendiği İngilizce makaleye merak edenler buradan ulaşabilir).

Salgın tüm hızıyla sürerken Türkiye bir çeşit veri karanlığına gömüldü. Sorun verilerin toplanmasında değildi, analiz edilip tüm şeffaflığıyla hakla paylaşılmasındaydı sorun. Güçlü Yaman, o dönemde Zeki Berk ve Fatih Tank gibi isimlerin yani sıra mevcut sınırlı verileri bir çeşit konuşturarak yolumuza ışık tuttular. Güçlü'yü fazladan ölüm analizleriyle hatırlayacaksınız. Yani Güçlü, hiç açıklanmayan ya da doğru açıklanmayan ölüm sayılarına karşı epidemiyolojik bir silahla savaş açmıştı.

Fazladan ölüm analizi, belirli bir zaman dilimi içinde bir nüfustaki ölüm sayısının, normal koşullar altında beklenenle karşılaştırılmasını ifade eder. Bu analiz, genellikle salgınlar, pandemiler, doğal afetler ya da sağlıkla ilgili diğer olaylar gibi çeşitli etkenlerin ölüm üzerindeki etkisini değerlendirmek için kullanılan epidemiyolojik bir yöntem.

Fazladan ölüm analizi yapmak için araştırmacılar genellikle belirli bir dönemde gözlemlenen ölüm sayısını, tarihsel verilere ya da istatistiksel bir modele dayalı olarak beklenen ölüm sayısı ile karşılaştırırlar. Gözlemlenen ve beklenen ölüm oranları arasındaki fark, fazladan ölümü temsil eder. Bu yöntem, belirli bir neden (örneğin, COVID-19) kaynaklı doğrudan ölümleri değil, aynı zamanda sağlık sistemlerindeki aksamalar, sosyoekonomik faktörler ya da olayın diğer sonuçlarıyla ilgili dolaylı ölümleri de yakalamaya yardımcı olur.

Güçlü Yaman

Güçlü, toplam yıllık ölüm sayılarının oldukça stabil olduğu için bu hesapla oldukça güvenilir sonuçlara ulaşabilmenin mümkün olduğunu söylüyor. "Örneğin" diyor, "Türkiye'de salgın öncesi son 5 yılda Mart-Aralık arasındaki tüm ölümlerin artış ortalaması yüzde 1 bile değil." Bunu da 2015-2019 yıllarında yaşanan ölümlerin artış ortalaması grafiği ile gösteriyor.

 

COVID-19'un en ateşli döneminde bu fazladan ölümleri resmi makamlar açıklayamadı. Üstelik her yıl Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından Haziran'da açıklanan yıllık ölüm sayıları salgın başladıktan sonra kesilmişti. "6 Şubat Kahramanmaraş depremleri gerçekleştikten sonra ülkeyi yönetenler en uygun zamanı yakaladıklarını düşünerek aniden 2020 ve 2021 yıllarına ait ölüm sayılarını açıkladılar." diyor Güçlü, "Böylece salgın dönemiyle ilgili toplam ölüm sayılarını salgın başladıktan 3 yıl sonra öğrenebildik. Bunun dışında salgın boyunca günlük açıklanan COVID-19 nedenli ölüm sayıları vardı ama onlar tamamen sahteydi. Bir de Eylül 2020'de açıklanan Türkiye geneli toplam ölüm sayısı var. Dalga geçer gibi son 7 yılın en düşük ölüm sayısını açıkladılar. Sağlık Bakanının basın toplantısında verdiği sayılara göre, Eylül ayında yaşanan tüm ölümlerin sayısı son 7 yılın en düşüğüydü. Ama, TÜİK'in depremden sonra açıkladığı istatistiklerde 2020 Eylül'ünde 29.424 olarak açıklanan ölüm sayının aslında 43.902 olduğu ortaya çıktı."

"Veri toplamada sorun olmadığını biliyoruz" diyorum Güçlü'ye, "sorun paylaşımlarda". Peki, nedir bu inat diye soruyorum. "Haklısın, sorun veri toplamada değil. Tam tersine bu ülkede tüm ölüm, hastalık, test gibi verileri T.C. kimlik numarası üzerinden çok kolay birbiriyle eşleştirilerek kaydediliyor. Ölüm Bildirim Sistemi de bu sistemlerden biri. Buradan ölüm sayılarına günlük bile erişebilmek mümkün. Sağlık Bakanı Koca daha önce sözünü ettiğim açıklamayı Eylül'ün son günü yapmıştı. Açıklanan sayılar sahteydi ama bu açıklama bize 30 Eylül akşamı Eylül ayına ait tüm ölüm verilerine ulaşmanın mümkün olduğunu gösteriyordu."

Güçlü, verilerin açıklanmamasında kasıt olduğunu söylüyor. "Ülkedeki her şeyin toz pembe olduğunu göstermeye çalışıyorlar. Sağlık Bakanının salgın boyunca kullandığı kalıplarda da bunu görebilirsiniz. Önce 'Bizde vaka ya da yeni varyant yoktur' sonra 'Vaka vardır ama salgın kontrol altındadır', insanlar salgından kırılmaya başladığında da 'Bu beklenen bir artıştır ve endişelenmeye gerek yoktur.' Bunu tüm dalgalara uygulayabilirsiniz. Bu şekilde salgın boyunca ölen 300 bin insandan çoğunluğun haberi olmadı, ülkede her şey güllük gülistanlıktı ve salgına karşı mücadelede en başarılı ülkeydik."

Bunların ötesinde sağlık verileri konusunda şu an çok vahim bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu söylüyor Güçlü. "TÜİK istatistiklerinde ölüm nedenleri de açıklanıyor. Salgın boyunca gizlenen COVID-19 nedenli ölümler ortaya çıkmasın diye TÜİK istatistikleriyle de oynanıyor. Toplam ölüm sayılarından salgının yarattığı fazladan ölümleri hesaplayabiliyoruz ama tek tek hastalıklarla ilgili salgın döneminde nasıl bir süreç yaşandığını bulabilmemiz mümkün değil. Büyük olasılıkla bu veriler ileride iktidar değişse bile bir daha düzeltilemeyecek şekilde manipüle edilmiş olarak kayıtlara geçtiğiyle kalacak."

Güçlü, aşağıdaki grafik ile, 2020-2021 yıllarında gizlenen COVID-19 ölümlerinin resmi kayıtlara farklı ölüm nedenleri olarak geçtiğini 2020 ve 2021'de resmi kayıtlarda anormal (yüzde 10'un üzerinde) artış gösteren ölüm nedenleri üzerinden açıklıyor.

 

Doğal olarak pnömoni, hipertansif hastalıklar, iskemik kalp hastalıkları, akut miyokard enfarktüsü, diyabet gibi hastalıklardan dolayı ölümlerin böyle bir artış göstermesini açıklayacak COVID-19 dışında başka bir şey yok.

Güçlü, COVID-19'la ilgili herhangi bir verinin artık paylaşılmadığını, dolayısıyla salgınla ilgili şu an elimizdeki tek veri kaynağının belediyelerin paylaştığı vefat verileri olduğunu söylüyor. "Ama bu verilerden güncel durumu takip edemiyoruz. Biz ölümlerin arttığını gördüğümüzde bulaşmanın üzerinden haftalar geçmiş oluyor. Bu da büyük bir gecikme. En azından belli merkezlerde PCR-testi yapılsa ve insanlar test yaptırmaya teşvik edilse bu bile güncel durumu anlamamız açısından yardımcı olurdu. Bu olmadığı gibi artık COVID'in adı bile anılmıyor. Resmi açıklamalar da artık 'üst solunum yolu enfeksiyonu' diye yapılıyor."

Sıcak COVID-19 günlerinden her akşam televizyon ekranlarından tanıdığımız DSÖ elemanı, bulaşıcı hatalıklar epidemiyologu Dr. Maria Van Kerkhove, "Neyi farklı yapmalıydık?" yerine "Bugün neyi farklı yapabiliriz?" diye sormanın daha önemli olduğunu söylüyor.

Dr. Maria Van Kerkhove. Fotoğraf: Christopher Black/WHO

Ülkelerin bugün COVID-19 konusundaki tutumlarına bakacak olursak gerçekten dün neyin farklı yapılmış olması gerektiğini tartışmanın bir yararı olmadığı anlaşılıyor. Dünyanın geçmişten bir ders çıkartmadığını söylemenin yanlış olmayacağı gibi yeni bir pandemi oluştuğunda aynı panikle benzer hataların yapılacağını tahmin etmenin de zor olmadığını sanıyorum. Halk sağlığı bu konuda ne yazık ki ölme noktasına gelmiş durumda. Düşünsenize, bütün halk sağlıkçılarının önerilerine karşın, örneğin İzlanda çıkıp "COVID-19'a karşı yaygın toplumsal direnç, salgından çıkışta ana yoldur. Bunu başarmak için mümkün olduğu kadar çok insanın virüsle enfekte olması gerekiyor çünkü aşılar ciddi hastalıklara karşı iyi koruma sağlasa da yeterli değil." diyebiliyor. Bunun yanlış olduğunu, salgınları birden çok kez tamamen söndüren ülkelerin listesi arasında Avustralya, Yeni Zelanda, Singapur, Tayvan, Vietnam, Tayland, Butan, Küba, Çin ve diğer birkaç ülkeden örneklerle biliyoruz.

COVID-19 ve havalandırmanın önemine ne demeli? Ne yazık ki halk sağlığı kurumlarının, solunum yoluyla bulaşan bir salgında, Florence Nightingale'in 1859'da yayınladığı kitapta havalandırmanın hastalıkları iyileştirme ve önlemedeki rolünü "Hemşireliğin ilk kuralı...: Soluduğu havayı, onu üşütmeden, dış hava kadar saf tutun" düsturunu COVID-19'a uygulaması bile çok uzun zaman aldı. Bunu nasıl açıklayacağız?

Florence Nightingale ve 1859'da yayınladığı Hemşirelik Notları kitabı (Fotoğraf: Henry Hering)

Halk sağlıkçıları aslında ne yapılması gerektiğini defalarca üstüne basa basa söyledi (halk sağlıkçılarının söyledikleri, önerdikleri tarihe not düşmenin ötesine ne yazık ki pek geçemedi). Söyledi ama, siyasi irade yetersizdi çünkü güçlü ekonomik ve kurumsal çıkarlar, politika yapıcılarını salgının başlangıcından bu yana virüsün nüfusta büyük ölçüde kontrolsüz yayılmasına izin vermeye zorladı. Olay halk sağlığı ile ekonominin savaşı haline getirildi. Çünkü, hastalığın yayılmasının önüne geçmek için önerilen ilaç/aşı-dışı müdahaleler ekonomik aktiviteye zarar vererek sonuçta bilançolarda kayıplara neden oluyordu.

 İlaç/aşı-dışı müdahale örnekleri (kaynak CDC)

Salgının yalnızca ilk birkaç ayında kısa süreliğine gördüğümüz türden büyük ölçekli kontrol altına alma çabaları, bu çaba süresince ekonomik faaliyetlerini durdurması gereken tüm insanlar için önemli bir hükümet desteği gerektiriyordu. Örneğin Türkiye'de tam kapanmaya ilk geçileceğinde yayımlanan genelgede tam kapanmadan etkilenecek özellikle esnaf ve dar gelirlilere yönelik bir ekonomik yardım planı açıklanmamıştı. Birçok ülkede açıklanan ekonomik paketlerin yetersizliği ise eleştiri konusu oldu. Salgın başında, Türkiye'de hükümet 100 milyar liralık Ekonomik İstikrar Kalkanı adında bir program açıkladı, ama aynı hükümetin örneğin son günlerde gündeme oturan Erzincan İliç ilçesinde yaşanan altın madeni faciasında, altın madenini işleten Anagold'un 7,2 milyon dolarlık vergi borcunu sildiği ortaya çıkınca, salgın sırasında hükümetin getirdiği ekonomik kalkanın bu silinen vergi borcu yanında devede kulak kaldığı görülür.

Kuşkusuz bırakınız yapsınlar kapitalist ekonomik dogmasının egemen olduğu bir çağda, yüksek düzeyde bir devlet yatırımı ve örgütlenmesi kapitalist egemenler için kabul edilemez bir örnek oluşturacaktı, ekonominin halk sağlığı ile savaşı işte böyle çıktı. Egemen çevrelerde insanlık ve halk sağlığı açısından sonuçları ne olursa olsun buna şiddetle karşı çıkıldı.

Bütün bunlara bir de enfeksiyon kontrolünün önüne geçen iktidar tarafından yönetilen bilgi kontrolü eklendi. Bulaşıcı hastalıklarla ilgili "sus ve dinle" mantığıyla yapılan risk iletişimi bir ise yaramadı. Sağlıklarına, ekonomik ya da sosyal refahlarına yönelik tehditlerle karşı karşıya olan kişilerin kendilerini ve sevdiklerini korumak için bilinçli karar almalarını sağlayacak bir risk iletişimi ne yazık ki iktidar tarafından yönetilmedi. Oysa bütün işin özü çok yalındı: dürüstlük. Tıpkı Camus'un Veba kitabında Doktor Rieux'la Rambert'in konuşmasında duyduğumuz gibi:

"- (...) Ama yine de size şunu söylemeliyim: Tüm bunlarda kahramanlık diye bir şey söz konusu değil. Dürüstlük söz konusu. Bu, gülünç gelebilecek bir düşünce ama vebayla savaşmanın tek yolu dürüstlük.

- Nedir dürüstlük? dedi Rambert, ansızın ciddileşen bir tavırla.

- Bunun genelde ne olduğunu bilmiyorum. Ama, benim durumumda mesleğimi yapmaktır."

Halk sağlıkçılarının ve kurumlarının da yaptığı mesleğiydi, ama sesleri duvarlardan geri döndü.

Özlem Kayım Yıldız'la birlikte yayımladığımız, COVID-19 döneminde gazete ve dergilerde çıkan yazılarımızın derlendiği Gelecek için geçmişi okumak – Pandemik notlar kitabımızın Sayfaların Arkasında bölümünde salgının tüm dünyada bizlere sağlık sistemlerini ve salgın kontrol yönetimlerini yeniden gözden geçirme olanağı verdiğini yazmıştık. 2021'de bu işten hangi ülkenin ne dersi çıkaracağını bilmediğimizi belirtip tüm umudumuzun hükümetlerin insana ve özellikle sağlığa yapılacak yatırımın en değerli ve en kârlı yatırım olduğunu anlamaları ve buna göre yatırımlarının önceliklerini değiştirmeleri olduğunu söylemiştik. Bunun bugün için gerçekleşmediğini üzülerek söyleyebiliriz.

Sonuçta, halk sağlığı kaybetti. Bugün göz ardı edilen gerçek ise COVID-19 salgınının hâlâ sürdüğü…

Ortalık daha da kararmış durumda.

Ümit Kartoğlu kimdir?

Ümit Kartoğlu 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, aynı üniversiteden Halk Sağlığı uzmanlığını 1984 yılında aldı.

Türkiye'de sağlık sisteminde her kademede çalıştı. 1993 yılında Halk Sağlığı alanında doçentliğini aldı. 1988-1990 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliği yaptı.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü'ndeki üç yıl görevden sonra, 1994'te ülkeden ayrılarak UNICEF'te sağlık danışmanı olarak göreve başladı.

2000-2001 yıllarında Güney Sudan'daki savaş sırasında uluslararası kuruluşların sağlık çalışmalarını koordine etmekle yükümlü Operation LifeLine Sudan'da Sağlık Koordinatörlüğü'ne getirildi.

2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cenevre Genel Merkezi'nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Şimdi Extensio et Progressio danışmanlık şirketinin kurucusu ve CEO'su olarak görev yapıyor.

Kartoğlu 1974 yılından bu yana karikatür çiziyor, kişisel sergileri dışında Ohannes Şaşkal ile birlikte birçok ortak sergi açtı, ilk ortak sergileri Ankara ve İstanbul'da 1980'de Burhan Solukçu'nun anısına açtıkları K-ÖMÜR, son sergileri ise 2008'de Hrant Dink'in anısına Paris'te açtıkları Le Chiendent (Ayrıkotu) oldu. İlk karikatür kitabı ZAMAN ZAMAN Karakare yayınlarından 1986 yılında yayınlandı. 1980 darbesiyle Darwin'in biyoloji kitaplarından çıkartılması üzerine İldeniz Kurtulan'la birlikte "yoksun bırakılanlar" için DARWİN ve EVRİM KURAMI kitabını yazıp çizdi. Nihat Behram gurbetteyken şiirlerini karikatür kartpostalları olarak yayınladı.

Dr. Kartoğlu'nun yayımlanmış birçok bilimsel çalışması ve kitapları bulunuyor (Bu kitapların hepsi Kartoğlu'nun web sitesinden PDF ve ePUB3 olarak ücretsiz olarak indirilebiliyor).

Dr. Kartoğlu 2011 ve 2013 yıllarında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle iki kez Ludwig Rajhman Halk Sağlığı Ödülü'ne değer bulundu. http://kartoglu.ch/

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Altı yüz yıllık saptırma, seksen yıllık yanılgı: Şeyh Bedreddin olayının içyüzü" yazı dizisi üzerine yansımalar

Yazı dizisinde adı geçenlerden ilk cevap veren, Sayın Zülfü Livaneli oldu. Diziye gelen tepkileri topluca cevaplarken söz etmeyi uygun gördüğümden, Sayın Livaneli'nin cevabını da aşağıda paylaşacağım. Bu yazıyı, söyleşinin oluşturduğu yankılar, bana ulaşan yorumlar ve tepkilerin yanı sıra yazı dizisi ile ilgili sosyal medyada belirtilen görüşleri derleyip, söyleşinin okurlarına bir geri bildirim yapmanın önemli olduğuna inanarak kaleme aldım

John Lloyd’un ardından: Halk sağlığına adanmış bir ömür

Aşı (ve dolayısıyla farmakolojik) soğuk zinciri John Lloyd’un eseridir

Otantik ve deneyimsel eğitimin öncüsü Köy Enstitüleri ve sağlık ekseni

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, bugün iş hayatında, yaşamda ve vatandaşlıkta başarılı olmak için ihtiyaç duyulan bilgi ve becerilerin yanı sıra 21. yüzyıl öğrenme çıktıları için gerekli destek sistemlerini tanımlamak ve göstermek amacıyla oluşturulan öğrenme çerçevesinin ilkeleri 84 yıl önce, 1940'ta Köy Enstitüleri aracılığıyla hayata geçiriliyor, ama biz çok kısa bir sürede bundan vazgeçip ezbere dayalı sistemi oturtuyor ve bugün ısrarla ondan vazgeçmiyoruz