18 Temmuz 2025

Biz ‘barış’ ihtimaliyle umutlanırken CHP’ye ne olacak?

İktidar kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederken bu yönelimin iyi bir şeye vesile olması, yani barışa dönüşmesini, en azından barışı konuşma-konuşabilme ihtimali bile yaratmasını fırsat olarak görmek bir seçenektir. Ben de bunu fırsat olarak gören taraftayım. Son devrilen masadan sonra bu noktaya gelinebilmesi mucizevi bana göre. Bu mucizeye de hiçbir koşulda itiraz edemem, kimse kusura bakmasın.

Bildiğiniz üzere geçen hafta Süleymaniye’de PKK’nın silah yakma töreni vardı. Ben de çağrılan gazetecilerden biriydim. Tanıklığımı anlattığım iki yazı yazdım. Tepkiler gayet olumlu ve barışı kutsayan yöndeydi.

Ta ki cumartesi günü Recep Tayyip Erdoğan’ın daha sonra ‘ümmet hayali’ olarak yorumlanacak Kürt, Türk ve Arap birliğine ilişkin beyanlarına kadar…

O konuşmayı biz de törene katılan gazeteciler, hep beraber Diyarbakır’da izledik.

İdrakı zaman aldı.

Asla beklenen bir içerik değildi, hatta sürpriz oldu ama evet, aylar sonra Cumhurbaşkanı ilk defa sürece ilişkin elle tutulur bir varlık da gösteriyordu aynı zamanda.

Fakat sonra ne oldu, eleştirel, hatta sitem dolu mesajlar, sorular gelmeye başladı.

Konu, sorular ve eleştiriler benzerdi: 

  • CHP’ye ne olacaktı, ‘barış’ adı altında tasfiyesine destek mi verecektik?
  • Barış barış” diyerek Ortadoğu bataklığına mı sürüklüyorduk ülkeyi?
  • Bu piyeste oynadığımız rol geçmişin “yetmez ama evet”çileriyle -yetmez ama evetçi değilim- aynı olacaktı, tarih bizi affetmeyecekti.
  • Amiyane tabirle, peki Kürtler Türkleri satmış mıydı?  

Sorular bunlardı.

Siyasal ve toplumsal tarihimiz tam tersi tecrübelerle sabit de olsa, mevzu Kürtler olduğunda oluşan bu paranoya hâline de aşinayız aslında!

Sonuçta, aniden sürece, DEM  Parti’ye ve katılımcılara yönelik  tepkiler oluştu.

Yapılan eleştirilerin en iyi niyetlisine göre, “DEM Parti yıllar içinde diktatörleşmiş bir iktidarla barış hayal edecek kadar bizler de buna ikna olup destek verecek kadar saftık…”

Öncelikle işin şu kısmını kendi adıma netleştirmek isterim;

Türkiye’de Kürt meselesine ilişkin kalem oynatmak ateşten gömlek giymek gibidir. Bugün yazdığın yazı, katıldığın toplantı, yaptığın röportaj, çektiğin fotoğraf yarın sürecin ters dönmesiyle ‘suç’laştırılır. 

Ve Türkiye’de süreçler bir saniyede biter, onu da biliyoruz, yaşadık!

Süreç bittiğinde de öyle bir fırtına kopartırlar ki, sana sahip çıkan tek bir kişi bulamazsın yanında, öyle böyle ödetmezler barış istemenin bedelini, maalesef onu da iyi biliyoruz.

Ama işte tüm bunlara rağmen barış diyoruz.

Bu detay lütfen gözlerden kaçmasın!

Törene katılan tüm gazeteciler adına konuşamam ama bu törene katılmak, bir gazetecinin asla hayır diyemeyeceği bir tarihi tanıklık fırsatı olmanın yanı sıra barışa destek vermektir de bir anlamıyla, bir duruştur, bir varlık göstergesidir ve  “Ben de buradayım,  barışı destekliyorum” demektir.

“Bu sürecin artık bu defa sağlıklı bir şekilde ilerlemesi ve barışla sonuçlanmasını inatla istiyorum”  demektir.

Şunu da açıklığa kavuşturalım;

aramızda mevcut iktidarca mağdur edilmemiş kimse yok. Ne sen, ne ben, ne de o… 

Bir anda değişeceklerini  bekleyemeyecek kadar Türkiyeliyiz hepimiz.

23 yıllık deneyimlerimiz sonucu gayet iyi tanıdığımız bu iktidar ve ortağından bir anda demokrasi havarisine dönüşmesi beklentisinde de değiliz elbette. 

Konunun özü çok açıktır aslında;

İktidar kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederken bu yönelimin iyi bir şeye vesile olması, yani barışa dönüşme, barışı var etme, en azından konuşma-konuşabilme ihtimalini bile yaratmasını fırsat olarak görmek bir seçenektir. Ben de bunu fırsat olarak gören taraftayım.

Son devrilen masadan sonra bu noktaya gelinebilmesi mucizevi bana göre.

Bu mucizeye de hiçbir koşulda itiraz edemem, kimse kusura bakmasın.

Peki ama CHP saldırı altındayken, adeta  CHP’yi yok etmeye, Türkiye’nin yeni kara koyunu ilan etmeye ant içmişlerken, bizlerin yani ‘barış gazetecilerinin’ tutumu ne olacak?

Ben yine kendi adıma bu konuya da açıklık getirmek isterim. 

CHP’nin başına gelenler sadece Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun haksız hukuksuz tutuklanması düzeyinde kalsaydı dahi bizler, yani barışı, demokrasiyi şiar edinmiş gazeteciler otomatikman dayanışma konumuna geçerdik zaten, ki geçtik de...

Fakat işler onun çok ötesinde şimdi, dört bir yandan saldırı altındalar. Hâlihazırda hız kesmeden süren bu savaşın sadece vatandaş olarak bile biz de muhatabıyız elbette. Yüzlerce insana ‘CHP şemsiyesi altında’ yaşatılan mağduriyetlerin biz de tarafı ve takipçisiyiz şüphesiz.

İyi biliyoruz; ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Yani mesele CHP meselesi olmanın çok daha ötesindedir, farkındayız.

Mesele, bundan sonra nasıl yaşayacağımız meselesidir ve hayatidir.

Evlatlarımızın geleceğidir konu, biliyoruz!

Bunu  çok çok uzun zamandır da söylüyoruz.

Bizler de barışı istediğimiz kadar ısrarlı bir şekilde bu ülkenin demokrasiye kavuşmasını, kaybettiğimiz tüm hak ve özgürlükleri geri kazanmayı, insan haklarını önceleyen bir devlet anlayışına geçmeyi, ekmek kadar su kadar önemsiyoruz.

Barışı destekleyen geleceği destekler. Gelecekte  DEM Parti de CHP de eşit haklarla siyasi arenada mertçe rekabet etmelidir, edebilmelidir.

Bizim hayal ettiğimiz Türkiye budur!   

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Yoksa Türkiye çöküyor mu?

Açıkçası ben Türkiye adına bu gidişin, daha doğrusu bu koşuşun bir sonu olduğu görüşündeyim. Bu düzen bu çürüme hızıyla böyle devam edemez. Etmemesi için de çalışmalıyız zaten!

Bu rehine bizden mi, sizden mi?

Türkiye’de kalıcı bir barışın, kişisel adalet listeleriyle değil, ortak bir hak ve hukuk mücadelesiyle savunulması gerektiğini artık algılayın, yoksa bu çukurdan çıkış yok!

Bu yazı Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici’ye bir çağrıdır!

Özellikle ‘muhalif medya’yı incelemeye almanızı, bu raydan çıkmışlığa bir son vermeye tek başınıza gücünüz yetmese de en azından -Narin Güran cinayetinde medyaya yaptığınız uyarı gibi- yazılarınızla tarihe not düşmenizi rica ediyorum… Bu arkadaşlara racon kesin ve hatta bilmeyenlere raconu öğretin!

"
"