05 Şubat 2020

Almanya’da Merkel bir Nazi subayını bizzat affedebilir mi?

Aklımda Cumhurbaşkanı'nın "Şahsa karşı işlenen suçları devlet affedemez, mağdur aileleri affedebilir" sözleri var, önümde affedilmiş Sivas katliamı hükümlüsü...

Biliyorsunuz tüm kesimlerinin utanması gereken bir aydın katliamı yaşandı bu ülkede.

Ortaçağ'da cadı avı yapar gibi 1993 yılında memleketin pırıl pırıl aydınlarını, memleketin çalışan üreten zihinlerini, memleketin sanatçılarını, hatta çocuklarını kıstırdılar ve yaktılar.

35 kişinin ölümüyle, Aziz Nesin'in darp edilmesine, ateşe atılmaya çalışılmasına rağmen kıl payı kurtulmasıyla sonuçlanan katliamı gerçekleştiren kilit isimlerin önemli bir kısmı bir türlü bulunamadı, "kaçtı" dendi ve firari sanık olarak dosyalarda yerlerini aldılar.

Uzun bir süre sonra firarilerden İhsan Çakmak yakalandı. Aslında yakalandı demek her iki tarafa da haksızlık olacak, çünkü öyle pek kaçan yoktu!

Bir katliamın baş aktörlerinden İhsan Çakmak İstanbul Belediyesi'nin Güngören metro durağında gişe memuru olarak çalışıyordu!

Diğer bir kilit isim de dosyanın bir numaralı sanığı, o dönem Refah Partisi Belediye Meclisi üyeliği görevinde bulunan Cafer Erçakmak'tı.

Katliamın başından sonuna kadar önemli rol oynamakla suçlanan Erçakmak yıllarca İnterpol/kırmızı bülten düzeyinde 'arandı' ve bulunamadı.

Çünkü o da kaçmamıştı.

Katliamdan 18 yıl sonra Sivas'ta öldü!

Ailesi ve yakınları tarafından bir sabah erkenden belediyenin cenaze arabasına bindirilip, sessizce gömüldü.

Madımak katliamına sahne olan otelin bir dönem kebapçı olarak işletilmesi, gelen tepkilerden sonra orayı duvarlarında Keloğlan resimleri de asılı bir 'kültür merkezi'ne çevirmeleri ve daha da acısı katliamda ölenlerin anısına bir plaket düzenleyip kurbanlarla katliamdan sorumlu tutulan bazı isimlerin adının bir arada yazılması gibi şakaymış sanılabilecek ama tamamen hakikat, hatta acı hakikat olan onlarca haksızlık, hukuksuzluk ve hatta saygısızlık sayabiliriz tek bir kalemde.

Ama esas meselemiz maalesef taze bir gelişme.

Ahmet Turan Kılıç, nam-ı diğer 'Ahmet dede!'

Madımak sanıklarından, idam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapse dönenlerden.

Dosyada yer alan tanık beyanlarında Ahmet Turan Kılıç'ın Madımak Oteli önünde "Şeytan Aziz, Yaşasın Şeriat, Laik Düzen Yıkılacak, Sivas Aziz'e Mezar olacak" sloganlarını atttığı, Madımak Oteli önünde polis ve jandarmanın kurduğu barikatı yarmaya çalışıp otele girmeye çalışırken "Bu bir cihattır" diyerek bağırdığı, halkı otele doğru sevk ettiği, hadisenin başından sonuna kadar içinde olduğu, topluluğu galeyana getirip önderlik ettiği, "Şeriat gelecek zulüm bitecek, Müslümanlar ne duruyorsunuz, katılın" diyerek topluluğu galeyana getirdiği, Madımak Oteli önünde de "Ne duruyorsunuz, taş atın" diyerek teşvik ettiği ve "PTT önünde bulunan taşları da kalabalığa gösterdiği" bilgileriyle yer alıyor.

Aynı Ahmet Turan Kılıç, Madımak katliamının utanç karelerinden biriydi de aynı zamanda, kalabalığın içinde elindeki benzin bidonuyla slogan atarak yürüyen ve daha sonra o bidonla oteli yakan ellerden biri olduğu görüntülerle ispatlıydı...

Ahmet Turan Kılıç için kısa bir süre önce bir imza kampanyası başlatıldı. 

"Duyarlı bir vatandaş" tarafından açılmış gibi görünen kampanyanın iddiası şuydu: "83 yaşında bir televizyon tamircisi Ahmet Turan Kılıç Sivas olayları sırasında Aziz Nesin ile ilgili söylediği hakaret içermeyen eleştirel birkaç söz nedeniyle yaklaşık 22 yıldır cezaevinde." Ve çağrıda bulunuluyordu: "Gelin bu adamcağızı, bu tonton dedeyi kurtaralım, cumhurbaşkanımızı ve Adalet Bakanımızı göreve çağıralım."

Kampanya 24 imza aldı.

Ne hikmetse eş zamanlı bir 'basın kampanyası' da başlamıştı.

'Ahmet dede' masumdu, hastaydı, yaşlıydı ve çok tonton biriydi, lütfen bırakılsındı.

Yine aynı günlerde Ahmet Turan Kılıç adli tıbba sevk edildi. 

Hekimler yaşı ve sağlığının tahliye gerektiren bir durum içermediği yönünde rapor hazırladı.

O raporu hazırlayan hekimler hakkında soruşturma başlatıldı.

İlk rapor yok sayılarak yeni bir rapor düzenlendi.

'Tahliye kampanyası' da son sürat devam etti, kampanyayı yeni Akit gazetesi yürüttü.

Çok sürmedi 'müjdeli haber'in gelişi, Cumhurbaşkanı bizzat Ahmet Turan Kılıç'ın cezasını affetmişti.

Benim aklıma ilk gelen soru şu oldu; kimin yakını acaba bu 'Ahmet dede'?

İkinci sorum da şu oldu; Almanya'da Merkel bir Nazi subayını bizzat affedebilir mi?

Bana göre zihniyetin bir farkı yok, o yüzden rahatlıkla karşılaştırma yapıyorum.

Düşünsenize Zeynep Altıok'sunuz mesela ya da Eren Aysan... Babanız Metin Altıok da, babanız Behçet Aysan da bir şair, önemli bir şair. Babalarınızı yakıyorlar. Sırf görüşlerini, sırf durdukları yeri, sırf inancını beğenmedikleri için bir grup siyasal İslamcı geliyor ve babalarınızı bir grup arkadaşıyla beraber yakıyor.

Genceciksiniz.

Babanızı kaybetmenin acısıyla yüzleştiniz...

Hemen ardından babanızın katilleriyle...

Babanızın ölüm şekliyle...

O bir grup siyasal İslamcının arkası derinleştikçe derinleşiyor, anladıklarınız ve anlayamadıklarınızla yüzleşiyorsunuz.

Ülkenizle, ülkenizde işleyen hak hukukla...

Katillerin korunup kollanmasıyla...

İnsanlığın bitikliğiyle...

Utanıp özür dileyen, yaratılan mağduriyetleri ön plana çıkartarak kayıp yakınlarını onore eden bir ortam yerine, her fırsatta hortlayan düşmanlıklar, zorlaştırılan yaşam, hakkınızı aramanıza izin vermeyen bir sistemle yüzleştiniz, diyelim ki başarabildiniz bunları ve hâlâ huzur içinde bu memlekette yaşıyordunuz.

Bir sabah öğrendiniz ki Cumhurbaşkanı bizzat babanızın katillerinden birini affetti. Ne düşünürdünüz, ne hissederdiniz?

Gelin açık konuşalım...

Herkes kendi içini açsın önüne lütfen, ben misal intikamcı bir zihniyete sahip değilimdir. Bana çektirenler bir gün aynısını çeksin, diye beklemem, bana yokluk yaşatanın yokluk yaşamasına neden olacağım günü beklemem. Bu tip duygularla mutlu olmam. Daha önce beni düşürmüş birinin aynı yerde düşmesiyle gülmem.

Aksine, aksi tutumda olmayı övünülecek bir mertebe sayarım. Kendimi o düzeyde tutmaya çalışırım. İnsanın insanlaşma sürecinin en önemli ayaklarından birinin rövanş kovalamamak olduğuna inanırım.

Ama elbette adalet yerini bulsun isterim.

Suçlu cezasını çeksin isterim.

Cezasını da insan hakları çerçevesinde çeksin isterim. 

Ama doğrusunu isterseniz benim babamı yakmadılar.

Yani ben gayet serin bir yerden bakıyorum konuya.

Konu benim için toplumsal bir mesele.

İnsan hakları meselesi.

Adalet meselesi.

Konu benim için aynı zamanda ideolojik bir mesele.

Kendimi konumlandırmamda rol oynamış olaylardan biri.

Taraf olduğum da bir konu ama dediğim gibi...

Yanan baba benim babam değil!

Şayet babamı bir köşeye kıstırıp yaksalardı ve devlet de bunun bir yerinden tarafı olsaydı işte o konumdan ne isterdim, işte o konumdan neyi düşlerdim bilemiyorum inanın.

Zaten böyle bir affetmenin mağdur yakınlarının rızası alınmadan olmasına da aklım ermiyor, ama diyeceksiniz senin kafa yine Danimarka'ya gitti! Haklısınız evet. Gerçi bu fasılda pek Danimarka'ya da gitmiş sayılmaz kafam. Neden derseniz, Ahmet Turan Kılıç'ı affeden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözleri, af tartışmaları sırasındaki sözleri hâlâ kulağımda, hatırlatayım: "Suç devlete karşı işleniyorsa devletin bunu af yetkisi olabilir. Fakat şahıslara karşı işleniyorsa, bunun af yetkisi devlette değildir. Ancak bunu affedebilecek merci, o şahısların, mazlum, mağdur insanların ta kendisidir. Biz o yetkiyi devlet olarak kendimize alamayız. Düşünün ki bir ailede, bir kişinin eşi, kardeşi öldürülmüş, devlet olarak biz bunu affedebilir miyiz? O yetki ancak o ailenin kendine aittir..."

Bu sözleri hatırlayınca, katledilen 35 insanın ailesinin rızası alındı mı diye sormadan edebilir misiniz! Hafızadan hazzedilmez bu memlekette bilirim, ama hafıza vicdanın bekçisidir, bunu da bilirim. 

Ve diğer soru:

Siz hiç, o sorunun peşinden gitmeyi denediniz mi?

Bu olay gerçekten Almanya'da Merkel'in imzasıyla meydana gelseydi, insanlık suçu işlemiş bir nazi subayı affedilseydi ne olurdu? Pardon, pardon soruyu daha doğru bir yerden sorayım; Merkel bir insanlık suçunu bizzat affedebilir miydi?

Yazarın Diğer Yazıları

Gelin biraz da katrilyonlarca borç bırakan ‘kayyım rezaleti’ni konuşalım!

Kayyım atanan belediyeler adeta yağmalanmış, deniyor ya, hiç de boşa denmiyor o laf. Buyurun DEM Parti belediyelerine bırakılmış borç listesini alt alta koyalım. Eski para üzerinden tablodaki milyarları ‘katrilyon’, milyonları ‘trilyon’, binleri ‘milyar’ olarak da okuyun lütfen! Ülkeye, toprağa, insana, kaynağa yapılan ihaneti bir arada serelim ortaya. Öyle bir bir arada olabilelim ki, kimsenin bir daha ‘kayyım’dan söz dahi etmeye cesareti olmasın…

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…