18 Şubat 2024

Hakikati boğmak

Peki dünya ne zaman sahne olur sevgili okur? Siz seyirci kaldığınızda mı? Anlatılan masala inandığınızda mı? Saf kötülüğe dahil olduğunuzda mı? Unutmayın ki bir yalana ancak ona hazır olan insanlar inanır

Ben tiyatrodan bilirim: Sahnede bir avuç kumla çöl, bir tas suyla deniz yaratılabilir. Çünkü tiyatro salonuna gelen seyirci, seyir yerine oturduğu zaman sahnede anlatılana inanmaya hazırdır. Gördükleri ve duydukları hikâyenin gerçeğidir. Shakespeare "dünya bir sahnedir" derken sahnenin koca bir dünyayı içinde taşıyabileceğine vurgu yapar; dünyanın sahneye dönüşmesine değil! Peki dünya ne zaman sahne olur sevgili okur? Siz seyirci kaldığınızda mı? Anlatılan masala inandığınızda mı? Saf kötülüğe dahil olduğunuzda mı? Unutmayın ki bir yalana ancak ona hazır olan insanlar inanır. 

Hakikat nasıl kaybolur sevgili okur? Hakikati boğmak için yalanlarla sarıp sarmalamak yeterli midir? Çoğalan yalanlar gerçeği görünmez mi kılar ya da gerçeği değersizleştirmek yalana inanmamızı mı sağlar? Peki insan neden yalan söyler? Kendi inandığı için mi yalana diğerlerini de inandırır? Kendi içinde ve çevresinde büyüyen yalanın, hakikati sonsuza dek öldürebileceğinin farkında mıdır? O kadar çok soru var ki gerçek ve gerçek olmayan arasında savrulan…

Yalan, ayakları yere bastığı vakit inanılabilir bir gerçekliğe dönüşmüş durumda. Bir yalanı duyduğumuz an yaşadığımız şaşırma duygusunu, gerçeğin çarpıtılmasına değil de yalanın kurulma biçimine yönlendiriyoruz. Şaşırdığımız şey gerçeğin değersizleştirilmesi değil yalanın ayaklarının ne kadar "kuvvetli" bir şekilde yere bastığıyla ilgili. Üniversite mezunu olmayan bir kişinin, üniversite konseyi başkanı olduğunu öğrendiğimizde saf bir yalanın su üstüne çıktığını görmek yerine, o adamın dayısının ya da eniştesinin kim olduğunu, bu "başarıyı" nasıl elde ettiğini öğrenmeye çalışıyoruz. Yalanın varlığından çok hangi torpilli tanıdık ile yaratıldığı sorusu bizde daha çok merak uyandırıyor. Yanlış soruları sorup, yanlış cevapları arıyoruz. Aslına bakarsanız o kişiyi kınamak yerine, o kişinin yerinde olmayı istiyoruz. Saf bir kötülük ile karşı karşıyayız. Sorduğumuz sorular ve aradığımız cevaplar bizi bu sonuca çıkarıyor.

Mahkeme salonunda sizi savunan bir avukatın hukuk mezunu olmadığını ya da sizi hastanede tedavi eden bir doktorun tıp fakültesini bitirmediğini hatta hiç kazanmadığını öğrendiğinizde ne düşünürsünüz? Sahte diploma ile psikolog olan bir kişi, yetersiz bilgileriyle sizi yanlış yönlendirse ne hissedersiniz? Başkasının diploması ile inşaat mühendisliği yapan bir kişinin inşa ettiği evde otursanız korkmaz mısınız bu deprem ülkesinde? Sahte bir meteoroloji uzmanın yorumlarıyla gündelik kıyafetlerinizi değiştirdiğiniz gün bir anda bardaktan boşalırcasına yağmur yağması size neyi gösterir? 

Durum sanıldığından daha da vahim sevgili okur. Öldürülen her hakikat, yalanla inşa edilen her hayat bir gün size temas edecek. Elbette sahte diploma kullanan insanların ruhsal durumlarını, psikolojik sorunlarını göz ardı etmemeli fakat mesele toplumsal olarak bu insanların, bu cesareti aldıkları düzen ile ilgili. Doğru soruları sorup, doğru cevapları aramalı. Yoksa git gide yozlaşan, görev ve sorumluluk kavramlarını, yeterlilik ve liyakat kavramlarından ayıran, adam kayırma ve torpil gibi başlıklara indiren bir sistemde bu tarz vakaların çıkması çok normal. Kaybolan hakikat ile birlikte liyakat.

Henüz geçtiğimiz günlerde bir adli tıp uzmanın işkenceye verdiği raporu sorgular hale geldiğimizi gördük. İşkence gibi nedenselliği tartışılamayacak kadar hassas bir konuda, bir hekimin verdiği raporun gerçekliğine, o hekimin akraba ilişkilerini sorgulayarak ulaşmaya çalıştık. Eğer raporu verdiği tanıdığı ise önce torpil aramaya başlıyor aklımız. Adam kayırma tüm benliğimizde vücut bulduğu vakit, popüler bir videoda yer alan popüler bir iddia yeterli oluyor. İnsan hakları mücadelesine ve mesleğine hayatını adamış bir hekimi, bir insanı, bir kadını bir anda itibarsızlaştırmaya çalışıyoruz…

Herkesin bir gün on beş dakikalığına ünlü olacağını bildiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Bizim dünyamız bu. Gerçeği itibarsızlaştır, hakikati öldür, magazine yoğunlaş, linçe katıl, yalanı kutsa, popüler olanla yaşa! Bizim gerçeğimiz bu.

Tufan Taştan kimdir? 

Tufan Taştan, senarist ve yönetmen. Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden ve çift anadal ile İletişim Fakültesi'nden mezun oldu. 2010 yılında kuruculuğunu üstlendiği Yapım-eki bünyesinde ödüllü kısa filmlere imza attı. Sen Ben Lenin (2021) senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte yazığı ilk uzun metraj sinema filmidir.

Yazarın Diğer Yazıları

DTCF Tiyatro!

Bugün, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü... Yüzyıllardır tanrılara, krallara, padişahlara karşı durarak bugüne gelen tiyatro sanatı için küçük, bu topraklar için büyük bir kale olan DTCF Tiyatro'ya, hocalarımıza ve öğrencilerine adaleti verin. Tiyatroya adaleti verin ki Dünya Tiyatro Günü bu ülkede de kutlu olsun

Islıkla söylemişim umutlarımı

Ben mahallede sinek aracının arkasından koşarken onların ezgileriyle ıslık çaldım, lisede gizlice ilk sigaramı içip ilk kez âşık olurken onların kelimeleriyle açıldım, üniversitede saf kötülüğe karşı haykırırken onların şarkıları slogan oldu meydanlarda, onların şiirleri pankart

Ankara'da neden sanat merkezi yok?

Ankara tarih boyunca bir okul işlevi görmüş. Tiyatrodan edebiyata, sinemadan müziğe kadar sanatın tüm disiplinlerinde yaşamış ve yaşatmış. Şehrin denize çıkmayan sokaklarında pek çok sanatçı yetişmiş, denizi hayal etmiş, okyanusu yaratmış. Fakat sonra her güzel hikâye gibi memleketin makus tarihi Ankara'yı da derinden etkilemiş. Peki ya şimdi?