15 Mayıs 2025

Zaman, deniz, bilinç ve gökkuşağı

Mayıs, usulca girdi hayatımıza. Mayıs 2025’in dolunay öyküsü, bir filmden çıktı geldi. Amarcord’dan. Bir gece yağmur dindikten hemen sonra, bir yıldız kaydı gökyüzünde, hatıralarım birbirine karıştı. İçimden bir ses çıktı, bana dikte etmeye başladı. Çaresizdim, söylediklerini yazıya döktüm…

Hatırlamak için değil unutmak için yazıyorum. Dalgalar uzun erimli ve yavaş. Dalgaların ritmiyle salınıyorum. Gece, hafif bir müzik çalıyor ve denizle dans ediyorum. Bedenlerimiz şehvetle dokunuyor birbirine. Birazdan ben onu tuzlu dudaklarından öpeceğim, o bedenimi kavrayacak, sevişeceğiz.

Daha yüzmeme vakit var ama. Geceyi usulca okşuyorum. Az ilerde deniz ırmak gibi akıyor. Ay büyük, ay kocaman, 'ay büyürken uyuyamam.' Gel-gitin en yüksek olduğu günlerdeyiz. Şimdi suya girsem su alır götürür beni. Sakin suyu beklemek gerek.

Zamanı çekiştiremezsin. Zamanı eğip bükemezsin, en azından bu evrende değil. Hatırlamak zamanla oynamak. Bellekten süzülen hatıralarla, bitmiş zamanı dönüştürebilir misin? Hayır hayır, yanlış adlandırmadım, geçmiş değil, bitmiş zaman. Undo tuşuna basar gibi olanları olmaz kılabilir misin?

Neden, pişman mısın yaşadıklarından diyeceksin? Zaman içinde kat ettiğim yolu yaşadıklarımla tanımlamayı reddediyorum. Onlar hayatın ondalıklarının rastgele karşıma çıkardığı resimlerdi. Bu kadar hızla arka arkaya gelince hareketlendiler, bir zamanın içine, bir yaşama, belki de bir sinema filminin içine sığmaya çalıştılar. Sığdılar mı bilmiyorum. Mümkün geçmişlerimden birini yaşadım yalnızca. Başka hayatlardan vazgeçerek. Ve her gün yenileri büyük bir hızla, binlerce ‘yolları çatallanan bahçe olarak karşımda.

Bazen, çok bunaldığımda, oysa diye başlayan cümleler kurmak istiyorum, yaşadıklarımdan bugün pişman olup yarın iyi ki yapmışım diye içimden geçirmek. Heraklitos demiş ya aynı nehirde iki kez yıkanamazsın. Sen de ben de hayatlarımızın her anında aynı insan olamayız. Her insan, yaşadığı her an, başka bir insana dönüşerek yaşar. Yoksa yaşamış sayılmaz ki. Aynı hayatta iki kere yıkanamazsın.

Gece renkten renge giriyor, ay boyuyor geceyi. Bir damla sarıya bolca antrasit katıp düşürüyor şuradaki kayanın üzerine. Bilincimi soyup çıkartıyorum zamanın içinden. Bilinç de zaman gibi gizemli. Zamanla kardeş çocukları, kuzenler ve aynı yaştalar. Kadim arkadaşlar. Bilinç zamanın içinde dolanıyor, zaman bilincin. “Bilinç beynin neresinde” diye sormuştun bana, ben de “zaman evrenin neresindeyse bilinç de beynin orasında” demiştim. İtiraz etmiştin “İnsanın bilinci kapanabiliyor, duruyor ama zaman akışkan” diye. “Hangi bilinç” diye sormuştum ben de sana. “Bilinç de zaman gibidir, sürekli akar, yaşam benim bilincimin nehri, ölüm kollektif bilincin deltasına hoş geldin mesajı.”

Uzun saçlarının arasından bakmıştın güzel gözlerinle. Bilinç gözlerinin derininde diye düşünmüştüm. Zamandan kopmuş bir ışık parçası olarak gözbebeklerinden girip beyninde çoğalıyor ve sonra ışıldadığında dünyaya yayılıyor. Biz el ele tutuşmadan da birbirimize dokunabiliyoruz. İşte şimdi senden uzaktayım, çok uzakta. Ama sen de bir deniz kıyısındasın, ben de. Suya elimi sokuyorum; sen bir başka kumsalda, denizin kenarında yürüyorsun. Ayaklarını okşayan dalgalar benim ellerim. Bilinç bazen aşkın kız kardeşi.

Deniz büyük bir mağara sanki, ay ışığı girişini aydınlatıyor. İçinde canavarlar var mıdır? Girersem bir daha geri dönebilir miyim? Derken bir yağmur başlıyor, ayı çevreleyen içine alıp masseden bulutlarla doluyor gökyüzü. Büyük bir hengâme. İnsanı sarsan hayallerinden düşüncelerinden çekip çıkartan bir hercümerç. Bir anda kendimi suyun içinde buluyorum. Emniyetteyim ama. Deniz kızları var, deniz anaları var. Denizde her şey kadın. Deniz sinirlense de şefkatli, köpürse de kıyamaz. Deniz, ah deniz; bu deniz başka deniz, bizim deniz, Mare Nostrum olsaydı, her şey daha kolaydı.

Tekneye tırmanıyorum, ıslak, yorgun atan kalbimi göğüs cebimde taşıyarak. Yuvarlanıp gidiyordu, az kalmıştı kaybolsun. Yalnız bir denizci buldu, getirip taktı yerine. Artık sağlam, kolumdan bir parça alıp bağladı sıkıca damarlarına, muhkem oldu. Aynı hayatta iki kere yıkanamazsın dedim ya, doğru dedim. Başkalaşıyoruz. Kafkavari bir dönüşüm de mümkün, hep aynı kalmış gözükerek dönüşmek de. İnsanın içini bilemezsin. İnsan bir kitap ama her kitabın kapağını kaldırıp içine bakamazsın. Bazı kitapların kapağı çok ağırdır. O zaman zorlamayacaksın, kuvvetli bir rüzgâr estiğinde, belki bir yaprak kopar içinden, rüzgarın önünde yürür, düşer ellerine. Koca bir ansiklopedi gibi olan insanı, bir yapraklık tanıyabilirsin, o yaprak bir ömre bedel olabilir.

Yine geliyoruz zamanın döngüselliğine. Zaman döngüsel ve helezoni. Hem dönüyor hem daireler arasında iç içe geçişler var. Galaktik bir sistem gibi. Ne kadar desem, ne kadar anlatsam yetersiz kalacak. Kim çıkar da bir kuzey akşamında bana zamanı anlat der? Yok içmedim. Dönen de ben değilim, zaman. Onun için bir karşılaşıyoruz, bir uzaklaşıyoruz. Ben senden çok önce doğmuştum, ama bak kesişen zaman, bizim zaman halkalarımız, yan yana getirdi ikimizi. Bir zamanda perçinlendik, bir başka zamanın dilimlerine. Bizi beşik gibi sallayan dalgalar, zamanın ritmi aslında, zamanla salınıyoruz. Ve ben unutmak için yazarken hatırlıyorum. Hatıralar döngüsel zamanın içinde gidip gelen sarkaçlar. Bir uzaklaşıyor bir yakınlaşıyor bize. Yaşamım bir çarpım tablosu, kendimi hatıralarımla çarpıyorum ve her seferinde yanlış sonuçlara ulaşıyorum. Bu evrene ait değil çünkü o işlemler. Başka evrenlerin doğrusunu, bu evrende bulamazsın. Başka evrenlerin pusulasıyla bu evrende yol alamazsın.

Bir karga gelip konuyor teknemin köşesine. Israrla bana bakıyor. Kargalarla konuşurum ben. Kargalar zamanın habercisidir. Zamanı geldi mi acaba? Bir şarap açacağını döndürür gibi bedenime saplayıp zamanı, anlarımı döndürüyorum döşümde. Anlarım anılarımın tek sahibi. Mühürlenmiş bir kutuda saklıyorum en güzel anlarımı. Bir hayat nedir ki? Yaşanmış en güzel birkaç anın seçkisidir olsa olsa.

Taaa uzaklarda beni bekleyen biri var. Şimdi çıksam yola ancak öbür zamanda varırım yanına. Öbür zaman, bizim zamandan daha güzeldir belki de. Sen iki zamanlısın neyse ki. Hem her günümde hem rüyalarımda. Hem görüntülerde hem gölgelerde. Hem uzakta hem yakında. Hem bu evrende hem paralel evrende. Kara gece, gri geceye dönerken ayrılacağım kıyıdan. Yanımda kahverengi, ılık bir nefes, bir çift kehribar göz. Karganın en iyi arkadaşı, adı Moby Dick’deki üçüncü mızrakçının adı, onsuz hiçbir yerlere gitmem.

Benim seyir defterlerim böyle, anlatmak için değil, gizlemek için yazıyorum. Satırlar satır değil, her sözcük başka bir sözcüğe şifreli. Kaydedilen boylamlar, enlemler sahici değil, başka bir dünyanın elipsindeki Mercator haritasına kayıtlı. Bir yürüyüşe çıkıyoruz nihayet, sen, ben, deniz, bir de kehribar gözlü, bir de yukarda kuzguni karga, gözcü. Zamanı yansıtan aynaların diyarındaymışız da haberimiz yokmuş. Nehrin denize kavuştuğu sahildeymiş meğer. Her görüntünün, bir de ötekisi var. Kendi ötekilerimizin tuzağına düşüyoruz. Sonsuzluk yakalıyor bizi kıskıvrak; balıklar, sen, ben bir de kehribar gözlü, karga hariç. Zamanın ağına düştük. Sen bir renge dönüşüyorsun, ben başka bir renge, kehribar gözlü zaten kahverengi, tepemizde karga kuzguni siyah. Bize bakanlar gökkuşağını görüyor. Yağmur diniyor, biz kayboluyoruz zamanda…

Talat Kırış kimdir?

Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul'da Süleymaniye Doğumevi'nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi.

Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan'la birlikte Van'da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda ihtisasını tamamladı.

1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix'te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü'nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.

Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı, Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.

Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.

Kırış'ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100'den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.

Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021'de yayımlanan "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları" adını verdiği kitabında anlattı. Kırış’ın hikâyelerini bir araya getirdiği “Uzak Deniz Küçük Yağmur” adlı kitabı 2023’te yayımlandı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika'dan Antarktika'ya kadar uzanan yelkenli seyahatler gerçekleştirdi, Grönland'da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçişi yaptı.

Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.

Ağustos 2019'dan itibaren T24'te düzenli yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Manzanares Nehri kenarında ağlayan kadın

Ne zaman Hieronymus Bosch’un eserlerinin sergilendiği bölüme gelseler, Maria Fernanda “Yedi Ölümcül Günah ve Son Dört Şey” isimli tablonun başına gider, dalar, dua eder gibi durur, haç çıkartır ve ağlamaya başlardı. Ibar Ojeva'nın bakışları, gözlerine dokunduğunda “ne olur sorma” der gibi bakardı buğulanmış gözkapaklarının arasından

Majestelerinin gemisi Beagle’in iki kaptanı da neden intihar etti?

Majestelerinin gemisi Beagle’ın iki kaptanını da atlattıkları onca fırtına, tehlike, macera, kükreyen kırklar, öfkeli elliler dize getirememiş, ancak zorlu hayatlarından süzülen birikim, hayatlarına kıymalarına neden olmuştur

Kırmızı, Mavi ve Mor

Uzun zamandır Dolunay Öyküsü yazmıyordum. Nisan ayının öyküsü bir şarkıdan çıktı geldi. Ahmet Kaya’nın ‘Bir Acayip Adam’ şarkısından. Bu öykü, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve adalet için sokaklara çıkıp da devletin şiddetini yaşamış ve bundan sonra yaşayacak olan gençlere ithaf edilmiştir

"
"