04 Kasım 2023

Yozlaşan siyaset, halka ihanet, artan otoriterlik

Yirmibirinci yüzyıla girilirken ucube bir devlet şekli de ortaya çıktı. Görece genç ulus-devletlerin seçimle gelmiş siyasi liderleri tiranlaşmaya başlamakla kalmadılar; koltuklarını çocuklarına bıraktıkları “hanedan cumhuriyetleri” kurar oldular

İrsi monarşilerin despotik veya meşruti yönetimlerinin (Doğulu ve Batılı) ve tanrının yeryüzündeki “vekileri” olan kralların ve sultanların îlahi haklarının günü geçti. Dünya üzerinde kalan birkaç düzine monarşiye de tarihî antikalar ya da işlevsiz semboller olarak bakılmakta. Ne var ki yeni otokratik yönetimler 20. ve 21. yüzyılda hortlamış durumda. Faşist ve faşizan rejimler, führerler, duçeler, karizmatik şefler, plebisiter diktatörler, popülist otokrasiler eski monarşileri, sezarizmleri, bonapartizmleri aratmıyor.

Yirmibirinci yüzyıla girilirken ucube bir devlet şekli de ortaya çıktı. Görece genç ulus-devletlerin seçimle gelmiş siyasi liderleri tiranlaşmaya başlamakla kalmadılar; koltuklarını çocuklarına bıraktıkları “hanedan cumhuriyetleri” kurar oldular*. Cumhuriyet, demokratik bir devlet şekli iken, oligarşik bile değil monokratik bir hal almaya ve zıddı olduğu monarşinin şahsiliği ve keyfiliğine bulaşmaya başladı.

Bu tür bir “yürütmenin üstünlüğü”nü denetleyecek, kriminal yetki gasplarını ve siyasi-hukuki sapkınlıkları önleyecek anayasal düzenlemeler ise henüz dünya anayasalarına girmedi. Devlet benim diyen Louis’yi, ukase çıkaran Çar’ı, “yetki kanunu” ile yasama-yürütme-yargı yetkilerini elinde toplayan Hitler’i, ferman salan padişahı aratmayacak siyasi liderler yargıyı kolonize ettiler, yasamayı güdümlü hale getirdiler, yürütmeyi tek-adamın kanun hükmündeki kaprislerine ve emirnamelerine indirgediler. “Beni buradan ancak Tanrı alabilir” diyen Bolsonaro meczubu bütün insanlık için bir utanç vesilesi oldu.

Eski kurallar ve kurumlar tahrip ediliyor, evrensel normlar ihlal ediliyor, seçimlerin güvenliği ve geçerliliği şaibe altında, azınlık ve muhalefet hakları tanınmıyor, sandık çoğunluğuna yaslanan iktidarlar olgunlaşmamış seçmen kitlelerini güdüyorlar, demokrasinin bilinçli ve ehliyetli eşit yurttaş varsayımı yok sayılıyor, tepedeki baskıcı lider ve oligarşik kadrosu ile tabandaki amorf kitleler arasındaki hastalıklı ilişki demokrasinin karikatürü haline geliyor. Lideri denetleyecek ve kitleleri uyaracak ara-kademeler ve yapılar devre dışı bırakılıyor, işlevsiz hale getiriliyor.

Dünyadaki 190 küsur devletin sadece on beş-yirmisinde anayasaya usulen konmuş olan muğlak ve yetersiz bir “vatana ihanet” maddesi dışında, yürütmeyi frenleyecek ve yaptırıma uğratacak emniyet sübapı yok. Cumhurbaşkanları dokunulmazlık ve cezai sorumsuzluk   hükümleriyle sanki otoriter ve totaliter uygulamalara teşvik edilmekte. Tek tük istisnalar dışında--o da zayıf klişelerle ifade edilmiş olarak--cumhurbaşkanının hukuki-siyasi “suç”larını yargılamak şöyle dursun, beceriklice yaparsa rüşvet, komisyon, simsarlık, haksız iktisap gibi fiillerini kovuşturacak mekanizmalar da yok. Oysa, halka hizmet vaadiyle seçimle göreve gelmiş bir cumhurbaşkanının belki herkesten fazla denetlenmesi gerekir.

            Bir devlet başkanı nelerden sorumlu tutulabilir?

            . Halka ve sosyal kategorilere hakaret etmek

            . Halkı ve siyasi rakiplerini tehdit etmek

            . Halkı kışkırtmak, birbirine kırdırmak

            . Halkı dünya nezdinde ısrarla küçük düşürmek

            . Halkın itibarını ve şerefini lekelemek

            . İç ve dış savaş tahrikçiliği yapmak, savaş çıkartmak

            . Etnik ve dinsel grupları karşı karşıya getirmek

            . Savaş tehlikesi yaratmak, savaş ticareti yapmak

            . Görevi sürdürme ehliyetini yitirmek

            . Düşmanla işbirliği yapmak

            . Irkçılık

            . Polis şiddetini onaylama

            . Doğal afetlerde ihmal, kusur, yolsuzluk

            . Paramiliter örgütleri himaye

            . Özgürlükleri kısıtlamak

            . Halka karşı şiddet kullanmak

            . Halka yalan söylemek

            Yukarıdakilerin hepsi daha somutlaştırılabilir ve kanunsuz suç olmaz ilkesine göre açıkça anayasaya ve ceza kanununa yazılabilir; yeni hukuk yaratılmış olur.

            Başka neler olabilir ve bunların hangileri “halka ihanet” sayılabilir? (Bu arada, cezaî sorumluluğu bir tek--o da muğlak--vatana ihanetle sınırlamamak lazım.)

            . Görevi suistimal etmek, özel çıkarlar için nüfuz kullanmak

            . Rüşvet, komisyon, simsarlık bedeli almak

            . Makamıyla bağdaşmayacak işler yapmak

            . Rejim yasalarını ihlal

            . Anayasayı ihlal (örneğin laiklik ve cumhuriyetçilik ilkelerini değiştirmeye çalışmak) de bu listeye eklenebilir ve vatana ihanet olarak formüle edilebilir.

            . Silahlı kuvvetleri kullanmak; yabancı silahlı kuvvetlere yer vermek

            . Yargı kararlarını tanımamak

            . Yasamaya saygısızlık

            . Yürütme yetkilerini kötüye kullanma

            . Laikliği ihlal

***

Eski siyasi teorilerin ve kurumların işlevselliği giderek azalıyor. Bunlara aykırı argümanlar, pratikler ve yapılar ortaya çıkıyor. Otoriter ve diktatoryal rejimler vaktiyle norm kabul edilen davranışların dışına çıkıyor ve yaptırım görmüyor. “Melez rejimler”kuruluyor, ucube anayasalar, seçim kanunları, parti kanunları vr tabii kanun hükmünde kararnamaler çıkıyor, devletler camiasından tepki ve yaptırım görmüyor.       

John Locke halkların kötü yönetimlere karşı direnme hakkını tanıyıncaya kadar, adaletsiz hükümdarların ancak öbür dünyada tanrılarına hesap verecekleri kabul ediliyordu. Mutlakçı monarşinin büyük kuramcılarından kabul edilen vatandaşı Thomas Hobbes’in tersine Locke, başlarda oligarşik de olsa, liberal parlamenter demokrasinin temelini atanlardandı. Bu başlangıcın üzerine zamanla formel prosedürel temsili demokrasinin başka unsurları eklenecekti. Kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı, yasamanın üstünlüğü ve yürütmeyi denetlemesi, özgür genel seçimler gibi. Alternatif bir gelişme de, şeceresi J.J. Rousseau’ya giden radikal doğrudan katılımcı demokrasi doktriniydi--ki zamanla sosyalist demokrasi teorisiyle kesişecekti.

Ne var ki 1.ci Dünya Savaşı’yla birlikte parlamenter demokrasi kapitalizmi gerekçelendirme konusunda müflis sayılacak ve faşizan teoriler gerçek demokrasinin gereği olduğu gerekçesiyle “yürütmenin üstünlüğü”nü ileri süreceklerdi. Günümüzde artarak görülmeye başlayan otoriter ve totaliter rejimlerin atası bu görüştür. Gücün ve iktidarın diktatoryal ellerde merkezileşmesi ve yoğunlaşmasının gerekçesi olarak hızlı ve kararlı icraatı mümkün kılması gösterilmiştir. Tabii, bu eğilime daha büyük yatkınlık gösteren sistemler başkanlık sistemleri olmuştur--ideal-tipik ABD başkanlık sisteminden yoz Asya ve Latin Amerika başkancı sistemlerine kadar.

İster başkanlık sistemlerinden evrilsin ister parlamenter sistemlerde yetki gaspından kaynaklansın, yürütmenin üstünlüğüne dayanan otoriter ve totaliter rejimler (birincisi siyasi alanı, ikincisi diğer toplumsal alanları da denetleyen), kendilerine vekalet veren seçmenlerin iradesini suistimal ederler; geniş atama yetkilerini kendilerinde toplarlar, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkilerini gaspederler, yasama inisiyatifini meclislerinden kendilerine alırlar, anayasayı ve yasaları sürekli ihlal ederler. Bütün bunları cezaî sorumsuzluk şemsiyesi altında yaparlar. Kişisel çıkarlarını devletin ve milletin yüksek çıkarları olarak takdim ederler.

Her türlü eleştirel görüşü ve muhalefeti terörizm, fitne-fesat, vatana ihanet olarak kriminalize ederler. Kendilerinin ve korumaları altındaki veya aracısı oldukları sermaye gruplarının yolsuzlukları, yoksullaştırıcı politikaları, devlet suçları vs. cezaî sorumsuzluk ile korunur. Bu adamların ancak devrildikleri veya öldükleri zaman haklarında “post mortem” değerlendirme yapılabilir. Olan topluma olmuştur. Geçmiş ola.

***

Devlet şekilleri ve siyasi rejimler tipolojilerinin geçerliği pek kalmadı. Klasik üçlü ve yoz formlarının (monarşi/tiranlık, aristokrasi/oligarşi, demokrasi/yığın yönetimi) niteleyen terimler artık daha çok sıfat olarak kullanılıyor.

Bugün dünyada 192 devlet var: 2’si devasa nüfuslu, 10’u çok büyük (90-340), 20’si büyük (40-90), 60’ı orta (8-40).

100 kadar devlet çok küçük nüfuslu (8 milyondan az), çoğunlukla çok küçük arazili, bir bölümünün bağımsızlığı ve egemenliği tartışmalı. 100 devlet ise daha büyük bölümü itibarile “minyatür” devletler--karada küçük cepler ve okyanuslarda adacıklar. Devlet şekilleri ve siyasi rejimleri çok çeşitli: Cumhuriyet, krallık, emirlik, sultanlık. Çoğu turizm cenneti ve Birleşmiş Milletlerde eski kolonyalist güçlerin oy portföyünde kartvizit.

Economist’in “Demokrasi Endeksi”nde yapısal/kurumsal/biçimsel/hukuki özellikleri ne olursa olsun ülkelerin siyasi rejimleri dörtlü bir tasnife tâbi tutuluyor: Tam demokrasiler (20), kusurlu demokrasiler (55), melez rejimler (35), otoriter rejimler (60). Bu tipoloji, kavramlaştırma mantığı ve yararları bir yana, şunu gösteriyor. 170 (167) ülke içinde tam demokrasiler (20) en küçük kategori (yarısı da monarşi). Onu melez rejimler (35) izliyor. Kusurlu demokrasiler (55), tam demokrasilerin 2.5 katından fazla. En kalabalık kategori ise otoriter rejimler (60). Tam (!) demokrasiler 170’te 20. Dünya anti-demokrasiye kayıyor. Iskalanın birinci sırasında Norveç, 167. sırasında Afganistan yer alıyor. Demokratiklik kriterleri arasında adil seçimler, temel ve siyasal özgürlükler, güçler ayrılığı, çok partililik, vs var.                     

Ülkeleri demokratiklik derecesine göre benzer bir sıraya dizme egzersizi Göteborg Üniversitesi’nin “Demokrasi Çeşitleri Endeksi”. İncelenen 179 ülke arasında Türkiye’nin Ukrayna, Afganistan, Irak, Pakistan’dan sonra 142. sırada yer aldığı bu ıskalada demokratiklik, ülkelerin seçimli-liberal-katılımcı-müzakereci-eşitlikçi özelliklerine göre değerlendiriliyor.   En üst sıralarda yine Kuzey Avrupa ülkeleri bulunuyor. Demokratiklik kriterleri arasında oy hakkı, seçim, özgürlükler, medya, hukukun üstünlüğü, yürütmenin denetlenmesi var.

Günümüzdeki rejimlerin giderek daha çoğunun otoriterleşmesi göz önüne alındığında bir “otoriterlik ıskalası” da karşımıza çıkabilir. Mantıksal uzantısı da şu olur: Ultra/çok/ılımlı/az/yok denecek kadar az demokratiklik. Siyasi rejimler/devlet şekilleri artık daha çok otoriter ve daha az otoriter diye sınıflandırılmaya başlayabilir. Böylece, vaktiyle Robert Dahl’ın rejimleri daha çok demokratikten daha az demokratikliğe doğru merdivenin basamaklarına dizen “polyarchy” kavramlaştırmasının simetriğine dönülmüş olmuyor mu?

Not: “Cumhuriyet fazilettir.” Eğer populist, diktatoryal, oligarşik, otokratik, otoriter, totaliter, vs. değilse. Cumhuriyetin erdem sayılabilmesi için demokratik, laik, hukuka ve insan haklarına saygılı, sosyal refah ve adalete bağlı olması gerekir. Bugün dünyada makul bir demokratlık sınavından geçebilecek ülke azdır. Karşılanması gereken birtakım koşulları bir kontrol listesi şeklinde sayacak olursak bazıları şunlardır. Bunların da büyük bir bölümü hukuk devletinin nitelikleriyle örtüşür.

Seçme ve seçilme hakkı

Genel oy; mülkiyet ve eğitim koşulu yok

Düzenli ve serbest seçimler (tek dereceli, gizli oy, açık sayım)

Sürekli ve çeşitli katılım

Çoğunluk kuralı

Azınlık haklarına saygı

Hukuki ve siyasi eşitlik

Laiklik

Temel ve siyasal özgürlükler

Düşünce ve ifade özgürlüğü

Çoğulcu rekabet (dernekler, partiler)

Sandık sonuçlarına göre barışçıl hükümet değişikliği

Keyfi kişi ve devlet yönetimi değil anayasal hukuk devleti

Yasamanın üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı

Güçler ayrımı ve dengesi

Yürütmenin denetlenmesi

Askerin sivil otoriteye tabi olması

Kanunlar hiyerarşisi

Uluslararası hukukun iç hukuka üstünlüğü

Doğal mahkeme ve yargıç

Kanunsuz suç ve ceza olmaz

Cezalar zalimane, gayri insani, onur kırıcı, oransız olamaz

Yaşam hakkı

Kişi dokunulmazlığı

Vicdan ve inanç özgürlüğü

Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü

Parti ve sendika kurma özgürlüğü

Grev ve toplu sözleşme hakkı

Sosyal güvenlik

Çocuk, kadın ve hayvan haklarına saygı

Sağlık hakkı

Eğitim hakkı

(Bu liste tüketici değil örnekleyicidir)


* Bazı örnekler: Türkmenistan’da Niyazovlar, Azerbaycan’da Aliyevler, Libya’da Kaddafiler, Mısır’da Mübarekler, Pakistan’da Buttolar, Kazakistan’da Nazarbayevler, Suriye’de Esadlar,  Belarus’ta Lukaşenko, Macaristan’da Orban, Angola’da dos Santos, Ekvador Ginesi’nde Mbasogo, K.Kore’de Kim Jong Un vd, vd.      

Yazarın Diğer Yazıları

Tarım ve madencilik

Siyanürlü muazzam atık toprak kütlelerini tasfiye etmek için 400 bin kamyon gerekir diyerek bu saatte işin imkansızlığını ima eden bakanlar, bunu bilmiyorlar mıydı? Niye bu yönteme izin verildi? Gangster şebekesinin bu yığını arkasında bırakıp sıvışacağı belli değil miydi? Nal toplamak devlete mi düşerdi?

Profesyonel politikacılar ve boşuna siyaset

Türkiye’de partiler, başka yerlerde genellikle olduğu gibi, birbirlerinden ayrışarak farklı sınıf kesimlerini, çıkar ve baskı gruplarını, ideolojileri ve programları temsil etmiyorlar. Büyük çoğunluğu merkez sağda ve aşırı sağda toplanmış durumda. Amaçları daha çok iktidar, daha çok vurgun

Deprem, lanet ve hayalet şehirler

Benim binam çökmedi, sadece yan yattı diyen veya deprem 7.5 değil 7.4 şiddetinde olsaydı benim yaptıklarım çökmeyecekti diyen veya ben inşaattan anlamam onun için beni suçlamanız yasalara aykırı diyen (yanlış duymadınız tam böyle dedi) "müteahhit"ler gerçek insanlar mıdır, insan suretindeki yok-insanlar mıdır, yok-kentleri kuran?