05 Mayıs 2025

Cazla düşünen, Balkanlarla konuşan müzik filozofu Vasko Atanasovski: Geleneksel müzik bana nasıl boyun eğmemem gerektiğini öğretiyor

Vasko Atanasovski: “Modern müzikal mitin kahramanları, yalnızlığa çekilmek yerine topluluğa can vermeye çalışan cesur ruhlardır”

Müzik eleştirmenlerine göre o, “Slovenya’nın sunduğu en iyi şey!” “Saksafon taşıyan bir Jim Morrison!”, “Doğu ve Batı arasında enerji ve duyguyla dolu bir köprü” ve hatta “Yeni bir müzikal iklim.”

Sloven besteci, müzisyen Vasko Atanasovski, cazdan klasiğe, rock’tan etnik müziğe uzanan çok katmanlı üretimleriyle uzun yıllardır dünyanın dört bir yanındaki sahnelerde yer alıyor. Onu farklı yapan müziğini düşünceyle, felsefeyle yoğurması. Sahnede doğaçlama müzikle felsefi anlatıları buluşturduğu Arthanatos ve Philo Klang gibi projeleri, onun müziğe, varoluşsal bir alan olarak yaklaştığının kanıtı.

Sanatçının son projesi TRANSBALKANIKA ise, Balkan coğrafyasının çok kültürlü mirasını çağdaş bir anlatıyla bir araya getiren sınır ötesi bir müzik kolektifi. Onun da söylediği gibi: “Yugoslavya’nın dağılması dünyayı köklü biçimde değiştirdi. Sadece siyasi yapı değil, müzik sahnesi de çöktü… Ve sanıyorum bu nostaljik etkileri tamamen yeni bir dünyaya, bambaşka bir dile aktararak kendi müziğimde yeniden dönüştürdüm.”

Şimdi Hıdırellez zamanı! Ve işte bu zamanlar da ülkemize “Balkanlardan soğuk hava kütlesi” yerine sımsıcak müziği gelir. 8 Mayıs’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda grubu Vasko Atanasovski TRANSBALKANIKA ile vereceği konseri öncesi Atanasovski ile yazıştık. 

Müzikal yolculuk ne zaman ve nasıl başladı?

Vasko Atanasovski: Aslında her şey çok erken başladı—beş yaşındayken keman çalarak. Bir yanda, büyüdüğüm ortamda Yugoslavya’nın güçlü müzik geleneği vardı; ki bu gelenek ben hayata atılmaya çalışırken çöktü. Diğer yanda, daha ilkokuldayken cazla tanıştım; benzer bir müziği kendim yaratma arzusu duydum. Genç yaşlarda, bilindik ve sık kullanılan yollardan sapıp kendi sesimi aramaya başladığım bir yolculuğa çıktım ve bu yol beni bağımsız albümlere ve uluslararası iş birliklerine götürdü.

Kariyerimin farklı dönemleri var fakat bir noktada tiyatro müziğiyle tanıştım ve bir süreliğine albüm yapmayı bırakıp saksafon ve flütle turnelere çıkan bir müzisyene dönüştüm. O dönemde cazdan rock’a, Çingene müziğinden avangarta kadar birçok grupta yer aldım. İşte bu süreçte farklı müzik dillerine hâkim bir icracıya dönüştüm. Ardından yeniden kendi üretimime döndüm; orkestralar ve klasik topluluklar için besteler yapmaya başladım. Vasko Atanasovski Trio kuruldu ve ilk kez vokalist olarak sahneye çıktım. On yıl boyunca dünyanın birçok yerinde konser verdik. Derken birdenbire eski Yugoslavya coğrafyasının kapıları tekrar açıldı ve bu bölgelerde daha sık sahne almaya başladım. Yolculuk hâlâ sürüyor ve bir sonraki durağın neresi olacağını bilmiyorum ama merakla bekliyorum.

Felsefe ile müziği birleştirdiğiniz projeleriniz ilgi çekici. Felsefe doktoru Magdalena Germek ile çalışmanız ve projelerinizden bahseder misiniz?

Vasko Atanasovski: Magdalena Germek’le iş birliğimiz, ölüm ve sanat temalarını merkezine alan Arthanatos adlı felsefi-müzikal tiyatro projesiyle başladı. O, sahnede felsefi bir anlatı sunarken ben de doğaçlama müzikle bu düşünsel akışa eşlik ediyorum. Hâlâ sahnelenen bu proje, beklediğimizin ötesinde ilgi gördü.

Philo Klang ise bu iş birliğinin daha interaktif ve terapötik bir versiyonu gibi. Günümüzün yabancılaşma, tükenmişlik gibi psikolojik sorunlarını felsefi bir çerçevede ele alıyoruz. Ben de bu anlatıya ses manzaralarıyla eşlik ederek izleyicide kişisel bir katarsis yaratmaya çalışıyorum. Bunlar bana müziğin düşünceyle ne kadar derin bağlar kurabileceğini tekrar tekrar gösterdi.

“Dijital dünya sorular sormadan yanıtlar sunuyor”

Dijitalleşen bir dünyada, sanatsal üretim süreciniz nasıl değişti? Özellikle internet ve sosyal medyanın, bir sanatçı olarak özgünlüğünüzü koruma çabanız üzerindeki etkileri neler oldu?

Vasko Atanasovski: Yaratıcı fikir, enstrümantal ve bestecilikle ilgili çalışmalarımda daima yol gösterici olmuştur – müzik aracılığıyla yanıtlamaya çalıştığım belirli bir soruyla başlar her şey. Doğru soruları sorabilme yetisinin, özgünlüğün önünü açtığına inanıyorum. Fakat dijital dünya giderek daha fazla, sorular sormadan yanıtlar sunuyor ve bu durum, sanatsal üretimde pasifliği besliyor; tüketim odaklı bir zihniyeti güçlendiriyor. Bu dijital gelişmelere baştan karşı olduğum anlamına gelmiyor elbette. Aksine, ben de internet ve sosyal medyadan faydalanıyorum; bu sayede başka sanatçılarla bağlantı kuruyor, farklı yaratıcı içeriklerle karşılaşıyor ve bir topluluk hissi geliştirme imkânı buluyorum. Ancak tüm bunların işe yarayabilmesi için bilinçli bir şekilde yaklaşmak şart. Teknoloji, doğru kullanıldığında çok güçlü bir araç olabilir; ama sanatçının kendi öznel dünyasını aktif olarak inşa etmesi gerekir – dijital dünyanın öznesine pasifçe teslim olmadan.

“Geleneksel müzik bana nasıl boyun eğmemem gerektiğini öğretiyor”

Müziğiniz, sık sık kültürlerarası etkileşimlerle şekilleniyor. Peki modern toplumlarda giderek artan bireycilik ve küresel standartlaşma gibi eğilimler bu etkileşimleri nasıl etkiliyor? Sizce Balkan müziği gibi geleneksel bir çerçeveyi modern biçimlerde sunmak bir tür kültürel direniş sayılabilir mi?

Vasko Atanasovski: Modern toplumlarda küresel standardizasyon, ciddi bir sorun ve müzik endüstrisi de bu sürecin güçlenmesinde büyük bir rol oynuyor. Kültürel direniş elbette önemli, ama beni daha çok müzikal başkaldırı yönlendiriyor – çünkü müzikal formun kendisi de standartlaşmaya direnmelidir. İlginçtir, geleneksel müzik bu tek tipleşmeye karşı güçlü bir karşı duruş sunuyor. Saf bir özgünlükten doğan ve ruhun kendini ifade etme ihtiyacından beslenen geleneksel müzik , bana nasıl boyun eğmemem gerektiğini öğretiyor. Ben de kendi yorumum aracılığıyla bu sahici, içten gelen ifade ihtiyacını yaşatmaya çalışıyorum.

Müziğinizi dinlerken  “yuva” hissi aldığım parçalarınız oldu. Sizin için “yuva” neresi? Bir müzisyen olarak, küresel yurttaşlık fikriyle kişisel aidiyet duygunuz arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?

Vasko Atanasovski: Bu soru için teşekkür ederim. O dengeyi kurmak gerçekten kolay değil. Bir müzisyen olarak, en baştan iki duyguyu da derinden hissediyorum: dünyayı kucaklama arzusu ve kişisel bir sığınağa duyulan ihtiyaç. Zaman içinde doğru formülü keşfettim: Sığınağımı yanımda taşıyorum. Yuvam tek bir yerle sınırlı değil; benimle birlikte yolculuk ediyor. Bu da demek oluyor ki, birlikte çalıştığım insanlara güveniyorum ve farklı dünyalar arasında katı ya da yapay ayrımlar koymak yerine gerçek bağlantılar kurmaya çalışıyorum. Böylece yeni yerlerde asla yalnızca bir turist ya da dışarıdan biri gibi hissetmiyorum.

“Müzik özünde ruhlar arası bir sohbet”

Bazı eleştirmenler müziğinizin modern bir mitoloji yarattığını öne sürüyor. Siz katılıyor musunuz? Eğer müzik gerçekten modern bir mit inşa ediyorsa, bu mitin kahramanları kimler, rolleri neler?

Vasko Atanasovski: Modern müzikal mitoloji, sürekli yeniden kendimizi yaratabileceğimiz bir alan sunuyor; henüz keşfedilmemiş sonsuz olasılıkları araştırmaya ve şekillendirmeye bizi davet ediyor. Bugün modern müzikal mitin kahramanları, yalnızlığa çekilmek yerine topluluğa can vermeye çalışan cesur ruhlardır. Onların rolü, bu ortak ve yaşayan enerjinin mümkün olduğunu kanıtlamak ve bizlere kodlanmış, otomatik bir yaşama teslim olmamamız gerektiğini hatırlatmaktır. Saksafon ve flütle icra ettiğim müziğimde bu hareketi – yapıcı, dinamik ve paylaşılan bir ruhun nefesini – uyandırmaya çalışıyorum. Müzik özünde ruhlar arasında bir sohbet. Bu mitolojiyi sahiplenerek, sanatsal ifadenin hâlâ insani, özgür ve birbirine bağlı kalabildiği bir dünyada, başkalarını da aktif katılımcılar olmaya ilham vermeyi umuyorum.

Felsefi açıdan bakıldığında, müziği yalnızca bir ifade biçimi olarak değil, aynı zamanda insanlığın varoluşsal acılarına bir çare olarak tanımlıyorsunuz. Bu bağlamda, müziğiniz insanlara nasıl bir “teselli” sunuyor? Bir besteci olarak, dinleyicilerin duygularını ya da dünya görüşlerini dönüştürmek gibi bir sorumluluk hissediyor musunuz?

Vasko Atanasovski: Bir besteci olarak müziğimin dinleyiciler üzerindeki etkisinin farkındayım. Müzik genel anlamda şekillendirici bir güce sahip – bakış açılarını dönüştürebilir, duyguları uyandırabilir, düşünceyi etkileyebilir; hem olumlu hem de olumsuz yönde. Bu yüzden sadece içten gelen ve benimle gerçek bir bağ kuran fikirlerle üretim yapmaya kararlıyım. Böyle bir fikir yoksa, ticari kaygılarla ya da mevcut zevklere uyum sağlamak adına zorlama bir mesaj yaratmam. Benim için müzik, klasik anlamda yatıştırıcı bir araç değil; tersine, şokla, beklenmeyenle iyileştirir. Amacı, dinleyicide merak uyandırmak, içindeki uykuda olanı uyandırmak ve kişinin duygularını ve kimliğini sahicilikle deneyimlemesine imkân tanımaktır. Alışıldık duyguları tekrar tekrar pekiştirmek yerine, ses ve benlik arasında daha derin ve etkin bir bağ kurulmasını ilham etmek isterim.

Balkan müziğinin taşıdığı tarihsel ve politik yükler sanatsal pratiğinizi nasıl etkiliyor? Bu gelenekten beslenirken, politik ya da toplumsal mesajlar verme gereği hissediyor musunuz?

Vasko Atanasovski: Balkan müzik mirasından ilham almak, bu kültürün içinde yer etmiş derin politik ve toplumsal çatışmalarla da kaçınılmaz olarak yüzleşmek anlamına geliyor. Bu karmaşanın farkındayım, fakat önceliğim ideolojik mesajlar üretmek değil. Bunun yerine, politik ayrımları aşan, bireylere ve topluluklara daha geniş, kapsayıcı bir düzeyde seslenen evrensel toplumsal temaları ele almayı tercih ediyorum. Müzik, benim için kutuplaşmanın değil, bağ kurmanın bir yolu. Ortak insanlık deneyimlerini ideolojik sınırların dışında keşfedebileceğimiz bir alan sunuyor.

“Güzel Cemal Reşit Rey Salonu, artık var olmayan eski Yugoslavya cumhuriyetlerinden gelen dört Balkan ülkesinden müzisyeni sıcaklıkla ağırlıyor ve onları ses aracılığıyla bir araya getiriyor”

Sosyolojik açıdan bakıldığında, müziğinizin farklı kültürlerden dinleyiciler arasında bir bağ kurduğunu düşünüyor musunuz? Sizce bu bağ, günümüz dünyasında azalan toplumsal dayanışma duygusuna bir çare olabilir mi?

Vasko Atanasovski: Gerçekten inanıyorum ki müzik, bağlantı kurmak için çok güçlü bir araç. Transbalkanika müzik projesini mümkün kılan da tam olarak bu inanç. Farklı kültürel ve müzikal mirasları tek bir sanatsal anlatıda buluşturma çabası. Güzel Cemal Reşit Rey Salonu, artık var olmayan eski Yugoslavya cumhuriyetlerinden gelen dört Balkan ülkesinden müzisyeni sıcaklıkla ağırlıyor ve onları ses aracılığıyla bir araya getiriyor. Öte yandan, benim türler ötesi yaklaşımım çoğu zaman kolayca sınıflandırılamıyor; dinleyiciler beni kültürel ya da müzikal bir çerçeveye hızla yerleştirmekte zorlanıyor. Ama ben bunu bir avantaj olarak görüyorum – katı ikiliklerden uzaklaşmak için bir davet. Tür, gelenek ya da kimlik temelli aidiyet mantığının sınırlayıcı etkisine direnen sanat anlayışım, başka türden bir bağ kurmayı amaçlıyor. Müzikal, kültürel ve toplumsal bir dayanışmayı teşvik ediyor; karşıtlıkları yeniden üretmek yerine, ortak bir alan açıyor. Bu bağlamda müzik, sabit sınırların ötesinde bir akış ve karşılaşma mekânına dönüşüyor.

Geçmiş projelerinizin birçoğunda teatral ögeler ön planda. Sizce sahne performansları ve dramatik anlatılar müzikle birleştiğinde izleyiciyi nasıl etkiliyor? Bugünün “hızlı tüketim” kültüründe bu tür anlatılara yer açmak kolay olmasa gerek?

Vasko Atanasovski: Evet, bu gerçekten büyük bir zorluk. Çünkü hızlı tüketim kültürü, gösterişe dayanır ve çoğu zaman yalnızca yüzeysel cazibeyi yeniden üretir. Benim konserlerim de son derece etkileyici olabilir ama bu, yüzeyde kalan bir gösteriden ibaret değil. Sahneye tamamen teslim olurum; müziğimin yarattığı enerjiye kendimi bırakırım ve dinleyiciyle aramdaki fiziksel mesafeyi bu şekilde kapatırım. Bu teslimiyet, yalnızca bir performans eylemi değil, derinden hissedilen bir karşılaşmadır benim için. Anın yoğunluğu, salt görsel ya da enerjik bir uyaran olmanın ötesine geçerek neredeyse spiritüel bir deneyime dönüşür. Benim konserlerimdeki "gösteri" unsuru, basit eğlenceden değil; ses, duygu ve paylaşılan varoluş hâlinin filtresiz bir bağından doğar. Bu yönüyle performans, yalnızca izlenen bir şey değil, daha derin bir yankı ve anlam alanı hâline gelir.

“Günümüzde müzik çoğu zaman ideolojik ya da ekonomik amaçlar için yüceltiliyor”

2025 yılı itibarıyla müzik hâlâ “dünyanın evrensel dili” olarak tanımlanabilir mi? Günümüzün karmaşık, çok kültürlü ve hızla değişen toplumlarında hâlâ bir uzlaşma aracı olabilir mi?

Vasko Atanasovski: Evet, müziğin hâlâ evrensel bir dil olduğuna inanıyorum – fakat bu evrenselliğe ulaşmak artık çok daha zor. Günümüzde müzik çoğu zaman ideolojik ya da ekonomik amaçlar için yüceltiliyor; sanatsal evrensellikten çok, piyasa taleplerine göre şekilleniyor. Müzik endüstrisi, ortak yaratım alanı olmaktan çıkıp daha çok rekabete dayalı bir sisteme dönüştü; bu da bir müzisyenin kendi vizyonuna sadık kalarak mesleğini sürdürmesini zorlaştırıyor. Çok kültürlülük, aslında müziğin evrenselliğini engelleyen bir şey değil. Tersine, evrensellik özgünlükle kurulur – farklı seslerle, sahici ifadelerle. İstanbul’da gerçekleştireceğim Transbalkanika konseri de bu farklı sesleri bir araya getirecek. Sadece geleneksel müziğin yeniden yorumuyla değil, kendi bestelerimle de. Bu yüzden bence bağlantıyı kısıtlayan şey kültürel çeşitlilik değil; gerçek bir sanatsal diyalogdan çok ticari çekiciliği önceleyen endüstriyel yapılar.

Kariyeriniz boyunca sizi en çok etkileyen tarihsel figür ya da dönem hangisi oldu? Özellikle, hangi tarihsel olaylar müziğinizi etkiledi?

Vasko Atanasovski: Benim için ve içinde büyüdüğüm çevre için, Yugoslavya’nın dağılması dünyayı köklü biçimde değiştirdi. Sadece siyasi yapı değil, müzik sahnesi de çöktü ve bu alanda bir kariyer veya yaratım süreci geliştirmek artık mümkün olmaktan çıktı. Benim jenerasyonum için – tam da hayata atıldığımız o dönemde – her şey büyük bir bilinmezlikti. Uzun süre, çevremizdeki dünyanın yeniden bir yapıya kavuşmasını bekledik. Bu durum elbette hem yaratıcılığımı hem de kariyerimi derinden etkiledi. Her şey oldukça plansız, kendiliğinden gelişti; adeta ay ay yaşar gibi… Ama tabii ki, çocukluğumda Yugoslav müziğiyle büyüdüm ve bu müzik beni etkiledi. Ancak artık bu grupların konserlerine de gidemiyordum. Bu deneyimler zamanla nostaljiye dönüştü. Ve sanıyorum bu nostaljik etkileri tamamen yeni bir dünyaya, bambaşka bir dile aktararak kendi müziğimde yeniden dönüştürdüm.

Kısa ve uzun vadedeki projeleriniz neler?  

Haziran’da Pekin’de konserlerim olacak. Aynı zamanda İstanbul’dayken Üsküp’te “The Truth” adlı tiyatro oyununun prömiyeri yapılacak—yönetmen Vladimir Jurc, müzikler bana ait ve Slovence şair Dane Zajc’ın şiirlerinin Makedoncaya çevrilmiş hâli bu eserde yer alıyor. Bunun dışında Ljubljana’da sahnelenecek “The Snow Queen” adlı aile operası için müzik bestelemeye devam ediyorum. Haziran ayında ayrıca ölüm ve sanatı ele alan felsefi müzikal tiyatro “Arthanatos” yeniden sahnelenecek. Ardından Dr. Magdalena Germek ile “Requiem for Time” adını taşıyan yeni bir felsefi müzik tiyatrosu yöneteceğim. Daha sonra büyük ölçekli bir beste planım var: solistler, koro ve orkestra için “Ode and Requiem” adlı bir eser. Ayrıca gelecek yıl başında, Slovenya’nın en önemli yazarı Ivan Cankar hakkında Silvan Omerzu’nun yönettiği bir kukla tiyatrosu için müzik yazacağım.

CRR Konser Salonu’nda 8 Mart’ta gerçekleşek konseriniz hakkında sizden bir cümle alalım.

Vasko Atanasovski: Yoğun, tüyleri diken diken eden bir tutku ve enerji dolu bir akşam olacak. Sanırım sevecekler.

Teşekkürler, konserinizde görüşmek dileğiyle…

Anlamlı ve ilham verici bir söyleşi için çok teşekkür ederim.

*Konser biletleri Biletix’te ve CRR Konser Salonu gişesinde satışta. Hem de bir bardak kahve fiyatına…

Vasko Atanasovski hakkında

Saksafon virtüözü, besteci ve flütçü Vasko Atanasovski; Avrupa müzik mirası, Balkan ritimleri ve çağdaş cazı harmanladığı enerjik performanslarıyla tanınıyor. 2.500’ü aşkın konser veren sanatçı, 200’den fazla konser eseri ve 20’yi aşkın tiyatro/dans yapımı için müzik besteledi.

Hindistan’dan Arjantin’e, ABD’den Avrupa’ya uzanan turnelerinde Festival Ljubljana, Town Hall New York, Jazz Festival Athens gibi saygın sahnelerde yer aldı. Tommy Emmanuel, Vlatko Stefanovski, Marc Ribot, Hindi Zahra gibi isimlerle çalıştı.

17 albüm yayımlayan Atanasovski’nin “Best of” albümü 2015’te Croatia Records, son iki albümü ise MoonJune Records etiketiyle yayımlandı. Ustalık, yüksek enerji ve türler ötesi yaklaşım, müziğinin temelini oluşturuyor.

Vasko Atanasovski TRANSBALKANIKA hakkında

TRANSBALKANIKA, Slovenyalı besteci ve saksafon virtüözü Vasko Atanasovski’nin liderliğinde hayat bulan çok uluslu bir müzik projesi. Slovenya, Sırbistan, Hırvatistan ve Kuzey Makedonya’dan gelen altı usta müzisyeni aynı sahnede buluşturan bu oluşum, Balkan coğrafyasının zengin kültürel dokusunu çağdaş bir müzikal anlatıyla yeniden yorumluyor.

Atanasovski’nin özgün besteleri ve etkileyici düzenlemeleriyle şekillenen repertuvar; caz doğaçlamaları, etnik tınılar ve yüksek enerjili performanslarla dinleyicisini hem geçmişe hem bugüne bağlayan bir yolculuğa çıkarıyor. Mistik, içten ve sınırları aşan bu müzik dili, Balkan ruhunu evrensel bir sese dönüştürüyor.

Kadrosunda Vasil Hadzimanov (piyano), Zoran Majstorović (ud, gitar), Dobrila Grašeska (vokal), Žiga Golob (kontrbas) ve Marjan Stanić (davul, perküsyon) gibi güçlü isimleri barındıran TRANSBALKANIKA, müzik aracılığıyla ortak hafızayı canlandırmayı ve sınırları aşan bir bağ kurmayı hedefliyor.

Dinleyiciyi kalbin en derin ritimlerine, aidiyetin ve ifadenin ortak alanına davet eden bu proje; çağdaş Balkan müziğinin en güçlü ve yaratıcı örneklerinden biri olarak sahnelerde yerini alıyor.

 

 

 

 

Sümeyra Gümrah kimdir?

Sümeyra Gümrah Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu.

Öğrenim süreci boyunca Kanal D bünyesindeki radyolarda görev aldı. Yönetmen yardımcısı olarak başladığı kariyerini, kültür sanat sektöründe basın danışmanlığı yaparak devam ettirdi.

2006 - 2013 yılları arası Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda görev yaptı.

Fatma Berber ile kaleme aldığı Destek Yayınları'ndan Bir Pera Masalı isimli gezi kitabı ve Pink Floyd - Kilidi Açamazsan Kır Kapıyı isimli biyografi kitabı; Ayrıntı Yayınları Düşbaş Kitapları'ndan Bir Porsiyon Sanat isimli kitapları bulunuyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Antik kent nasıl gezilmez?

“Taşla selfie çekmekten daha fazlası” rehberi…

'Gilgameş’ operasının rejisörü Caner Akın: Besteci hayatta değil ve hiç prodüksiyon yapılmamış, el yazması notalardan yola çıkarak hazırladık

"En zorlayan yanı hayatta olmayan bir besteci var ve hiç yapılmamış bir prodüksiyon var. Dünyada ilk kez sahnelenecek ve o sırada gözünüzü kapatıp Ahmed Adnan Saygı'nın hem libretosunda yazdığı için acaba burada ne hissetti, neyi vurgulamak istedi, neyi göstermek istedi, neye dokunmak istedi bunları keşfetmeye çalışmak..."

Piazzolla’nın tek öğrencisi Marcelo Nisinman, topluluğuyla ilk kez İstanbul’da: Tango, çalınan ve dans edilen hüzünlü bir duygudur

Bir şehrin ruhundan doğup dünya sahnelerine yayılan, hem kaybı hem arzuyu aynı anda fısıldayan bir müzik... Buenos Aires’in uykusuz gecelerinden çıkan bu duygusal hafıza dili, şimdi beş farklı kültürden gelen beş müzisyenin ellerinde yeniden şekilleniyor

"
"