07 Nisan 2019

NATO'da yaş 70 iş bitmiş mi?

Görünen o ki, 70 yıllık örgüt kendisini yenileyecek ve işlevsel kalmaya gayret edecek. Türkiye'nin de bir yandan Batı’dan kopup kopmayacağı tartışılırken, güvenlik açısında onunla NATO bünyesinde müthiş bir yakınlaşma şekillenmekte

Üç gün önce NATO’nun kuruluşu Washington’da Dışişleri Bakanları düzeyinde kutlandı. ABD liderliği olmadan pek bir anlam ifade etmeyecek olan örgütün bir varoluş krizinden geçip geçmediği uzun zamandır tartışılıyor. Bunun pek çok gerekçesi var ancak en önemlisi Başkan Trump’ın NATO’dan çıkmayı bile danışmanlarıyla tartışacak derecede örgüte karşı bir tavır almış olması. 

Fırsat buldukça örgütün üye ülkelerine özellikle de Almanya’ya yüklenip, hakarete varacak bir söylemle liderlerine saldırırken, hem NATO’nun artık miadını doldurduğunu söylüyor hem de örgütün temel şiarı olan “hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için” ilkesini içeren 5. Maddeyi içine sinerek zikredemiyor. 2018 yazında Brüksel’de yapılan NATO zirvesinin sonuç bildirgesi daha zirve başlamadan açıklanmıştı ki, daha önceki G-20 zirvesinde Trump’ın imzasını geri çekmesine benzer bir felaket yaşanmasın!..

Aslında Trump’ın NATO’ya yönelik eleştirilerinin en başında gelen Avrupalı üyelerin savunma harcamalarında üzerlerine düşen yükümlülüğü yerine getirmedikleri şikayeti yeni değil. Geçmiş Amerikan Başkanları da benzer bir şikayeti dile getirmişlerdi. Bugün herkesin hasretle andığı Başkan Obama, görevdeki son yılında Atlantic dergisinde çıkan, onunla yapılan konuşmaları da içeren “Obama doctrine” başlıklı uzun yazıda “Beleşçiler canımı sıkıyor” diye rahatsızlığını dile getirmişti. Obama’nın savunma bakanı Robert Gates görevden ayrılmadan önce Avrupa başkentlerini ziyaret ederek ABD’nin kendi altyapısı çökerken NATO harcamalarının yüzde 75’ini üstlenmeyi sürdüremeyeceğini sert sayılacak bir dille söylemişti.

Obama Avrupa’nın artık önemli bir güvenlik tehdidi altında olmadığına inandığından ve ağırlığı Asya’ya vermek gerektiğini düşündüğünden Avrupa’daki Amerikan askerlerinin bir bölümünü de çekmişti. Gene aynı yazıda Ukrayna meselesinin Rusya’nın arka bahçesinde gerçekleştiğini söyleyerek aslında bunun Batı ittifakını pek de rahatsız etmemesi gerektiğini de ima etmişti, ama Ukrayna krizi nedeniyle de Rusya’ya yaptırımlar uygulamaya başlamıştı.

Amerika, NATO'nun korunmasından yana

Trump’ın söyledikleri bir yana bırakılır ve neler yaptığına bakılırsa aslında ortaya daha farklı bir tablo da çıkıyor. Öncelikle Rusya’ya yönelik yaptırımlar ağırlaştırıldı. Rusya’ya komşu ve tarihsel olarak Moskova’yı hasım/düşman olarak gören Polonya, Letonya, Litvanya gibi NATO üyesi ülkelere asker gönderdi. Örgütün Doğu kanadındaki Amerikan mevcudiyeti arttı. Almanya’ya 1500 asker konuşlandırırken üye ülkelere 87 Abrams tankı ve 500 zırhlı araç gönderdi. Brüksel zirvesinde Kuzey Amerika ile Avrupa arasındaki deniz bağlantılarının güvenliğini artırmak üzere de iki yeni komutanlık kuruldu. NATO geçmiş 20 yıla kıyasla çok daha fazla tatbikat yapıyor ve Türkiye bunların çoğuna, daha önce görev almadığı alanlarda bile, katılıyor.

Bu gelişmeler Rusya’nın gerek Amerikan güvenlik belgelerinde gerekse AB üyesi ülkelerin çoğunluğunda bir güvenlik tehdidi olarak görülmesinin bir yansımasıydı. Her ne kadar Trump kendisini NATO’nun hamisi gibi görmüyor ve örgütün kurucu belgesi olan Washington sözleşmesinin ikinci cümlesindeki demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeleri hiç umursamıyorsa bile... Gerek Amerikan Kongresi gerekse Amerikan kamuoyu ezici çoğunlukla örgütün ve ittifakın korunmasından yana tavır alıyor.

Aslında NATO’nun kuruluş sebebi olan Sovyetler Birliği tarihe karıştıktan sonra çok uzun bir süre örgüt kendi varlık nedenini açıklamakta zorlanmıştı. Ancak Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinde rejimlerin değişmesinin ardından buralarda çıkabilecek çatışmalar veya görülecek istikrarsızlığa karşı genişleme kararı da almıştı. Genişlemenin ne ölçüde doğru bir siyaset olduğu, özellikle Rusya’nın kapı komşusu Baltık ülkelerini de içermesinin ne denli isabetli olduğu çok tartışıldı. Ruslar, Sovyetler Birliği’nin son lideri Gorbaçov’a NATO, Rusya sınırlarına kadar genişlemeyecek diye söz verildiğini savunurken, Amerikan tarafı bunun doğru olmadığını iddia etti.

Rusya’nın Vladimir Putin döneminde güç kazanması ve özellikle 2008 yılında NATO genişlemesinin Gürcistan ve Ukrayna’yı da içermesine Rusya’nın ilk ülkede savaş, ikincisinde de müdahale ile cevap vermesi klasik bir jeopolitik çatışma ikliminin oluşmasına yol açtı. Bu bağlamda NATO kendisi için yeni bir hedef bulmuş oldu.

Bir "barış gücü" olarak NATO

Aslında Avrupa ülkeleri üzerinde daha önceden başlayan ve Trump döneminde yoğunlaşan baskılar sonuç da verdi. NATO’nun Avrupalı üyeleri giderek savunma harcamalarını artırmaya başladılar. 2014-2018 arasında Avrupalıların toplam savunma harcamaları yüzde 13 civarında arttı. Almanya bile dökülen ordusunu toparlamak için harcamaları yükseltme yoluna girdi.

Görünen o ki, 70 yıllık örgüt kendisini yenileyecek ve işlevsel kalmaya gayret edecek. Avrupalılar kendi savunmalarını geliştirmedikleri ve ABD, Avrupa’dan tümüyle çekilmediği taktirde de bir şekilde gündemde olmayı, barış gücü gibi görev yapmayı da sürdürecek. İki eski Amerikalı büyükelçi Nicholas Burns ve Douglas Lute’nin hazırladıkları “NATO 70 yaşında: Krizdeki İttifak” raporunda çeşitli jeopolitik sorunlar ve savunma harcamaları meselesinin yanısıra iki nokta ön plana çıkıyor. İki büyükelçi ABD’nin NATO liderliğini gerektiği gibi yapmaması halinde ittifakın zayıflayacağını ve demokratik sistemden giderek uzaklaşan üyelerin varlığını ittifakın birliğini tehdit edeceğini savunuyorlar.

Bu yaklaşımda NATO’yu yalnızca bir güvenlik örgütü olarak görmemek, Asya’dan yükselen jeopolitik ve stratejik bir meydan okumanın yanısıra, üye ülkelerdeki anti-demokratik yükselişle de mücadele edilmesi gereğinin altı çiziliyor.

Türkiye"de hâlâ NATO'ya "NO" yok!

Türkiye NATO’ya 1952 yılında üye oldu. Zamanında İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’nin tarafsız kalmayı tercih edip edemeyeceği çok tartışıldı. Bu tartışma bir şekilde bugün de devam ediyor. Son dönemde, ortalığı kasıp kavuran Amerikan ve Batı düşmanlığına rağmen NATO üyeliğine destek yüksek. Özellikle ABD’de pek çok yorumcu Türkiye’nin NATO üyesi olup olmadığını, yani üyeliğin gereklerini yerine getirip getirmediğini sorgularken ve üye ülkelerle Ankara arasındaki güven düzeyi yerlerde sürünürken, Türkiye NATO’nun gelecek planları, kurumlaşması ve tatbikatlarında ön plana çıkıyor.

Örneğin “Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti’nin (VJTF) komutasını 2021’de (Türkiye’nin) üstlenmesi (söz konusu). Bu kuvvet 2002’de oluşturulan ve Türkiye’nin de içinde yer aldığı NATO Acil Müdahale Birliği’nin (NRF) ‘Mızrak Ucu’, yani ‘Öncü Kuvveti’ olarak düşünülmüş”.

Bu açıdan bakıldığında bir yandan Türkiye’nin Batı’dan kopup kopmayacağı tartışılırken güvenlik açısından müthiş bir yakınlaşmanın NATO bünyesinde şekillendiği görülüyor.

Bu durumda ister istemez S-400 meselesinin nasıl çözüleceği, hangi çerçevede değerlendirilmesi gerektiği, Türkiye’nin yalnızca güvenlik açısından değil kendi siyasi kimliği açısından da hızla değişen ve yapısı biraz da el yordamıyla şekillenen dünya düzeninde kendisini nasıl konumlandırmak istediği hakkında bugüne kadar hüküm süren ciddiyetsizliği sürdürmeyen/bir kenara atan yeni bir tartışma başlatmak gerekiyor."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Trump'a "Boku yedim" dedirten rapor

Mueller ve ekibinin raporu, kullandıkları dil ve sundukları bilgilerin ışığında Trump açısından Başkanlık sonrası dava ihtimalini açık tutuyor

Birleşik Krallık'ın tatsız vodvili: Brexit

Perişanlığı, kapasitesizliği ve genelde sınırlı beceriye sahip olanlara özgü inadıyla Theresa May Brexit meselesini kötü yönetti

Hoş geldin başkaldırı!

Cezayir’deki isyanın önemi, başı çekenlerin kentli, orta sınıf ve laik kesimleri daha fazla temsil ediyor oluşu. Bu aydınlık, umut dolu direnişten çıkarılabilecek bir mesaj da otoriter rejimlere karşı yeni bir direniş dalgasının ufukta gözüktüğü olabilir