18 Şubat 2024

İyiyle kötü arasında duran fark

140Journos'un Adnan belgeselinde Fincancı neden üzerine basa basa hem solcuuu hem de fe-mi-nist söylemiyle yeniden linç ediliyor, üstelik bu kez kendine muhalif diyen medyayla birlikte? Bence havada yeni bir Fincancı davası kokusu var

Komplo teorilerine pek yatkın değilimdir ama 140Journso'nun Adnan belgeselini seyrettikten ve sonraki yayınları gördükten sonra fena halde huylandım. Acaba Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile ilgili yeni bir gelişmeyle mi karşılaşacağız önümüzdeki günlerde? Okumayan kaldı mı bilmem ama bu hafta Gökçer Tahincioğlu'nun Adnan Oktar dosyasının unutulanları: El öpenler, vazgeçenler ve Deniz Kuvvetleri'nin işkence suçlaması yazısını okuduysanız, Adnan Oktar davasının akışını görebilirsiniz. Tahincioğlu, "140journos'un Adnan adlı belgeselinin ikinci bölümünde de Türkiye, nedense yeniden eski TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı'yı anımsadı. Yıllarca örgüt adına çalışan, onlarca kişinin bu örgütün ağına düşmesine yol açan bir eski örgüt üyesi, zaten "işkence" sözcüğü ile meselesi bulunan bir polis şefinin anlatımları üzerinden Fincancı, Adnan Oktar grubunu kurtaran kişi ilan edildi," yorumunu yapmış.

Prof. Dr. Fincancı eminim bu tür suçlamalara karşı şerbetlidir. Nitekim bu hafta Evrensel'de yayımlanan Büyük Kavga başlıklı yazısında, öğrenciliğinden bu yana bazıları meslektaşları tarafından yapılan ihbarlarla uğradığı soruşturma ve linçleri yazmış. Yazısına göre, MLKP'den İGD'ye, PKK'den DEV-YOL'a kadar suçlanmadığı örgüt kalmamış. İşin ilginç tarafı bu suçlamaların tamamının verdiği raporlardan sonra yapılmış olması.

International Rehabilitation Council for Torture Victims konsey üyeliği de yapan Fincancı, örgüt adına 2012'de Bahreyn'e turist gibi giderek, denizde boğulduğu iddia edilen bir gencin bedeninden doku örnekleri almış, Türkiye'ye getirdiği örnekleri inceleyerek gencin işkence ile öldürüldüğünü tespit etmişti. Dostluğu ve düşmanlığı olaydan olaya değişen Fincancı o günlerde kahramanımızdı. 1996'da Bosna-Hersek'in Kalesija bölgesindeki toplu mezarlardan çıkarılan cesetlerin otopsi ve teşhis çalışmaları sırasında da dost kuvvetlerdendi!

Her raporundan sonra olağan suçlu ilan edilmesine alışık olduğumuz -hatta artık haber değeri bile taşımaz hale geldi- Fincancı'nın belgeseldeki lanse ediliş şekline dönersek ciddi bir yenilikle karşılaşıyoruz: Hem solcuuu hem de fe-mi-nist! Belgeselin ana aktörleri olan bir polisin, bir eski örgüt üyesinin ve bir avukatın üzerine basa basa defalarca tekrarladıkları bir kalıptı bu: Hem solcuuu hem de fe-mi-nist! İşte burada huylandım! Adının sol örgütlerle yan yana getirilmesi bugüne kadar yeterince zarar vermediğine göre yeni bir yol mu aranıyor acaba?

Burada bir parantez açmam gerekiyor. İşkence raporlarının olaydan yedi yıl sonra verilmesi de solcuuu ve fe-mi-nist Fincancı'nın görev yapış şekli üzerinde bir leke olarak veriliyordu belgeselde. Eski örgüt üyesini bir kenara bırakırsak, eski polis ve avukatın işkencenin yıllar sonra da saptandığını bilmiyor olmaları mümkün mü? Bilmiyorlarsa şuraya iki adres bırakıyorum işkencenin nasıl tespit edildiği konusunda. Biri İstanbul Protokolü diğeri de Birleşmiş Milletler, İşkence Mağdurları Bireysel Başvuru Usulleri El Kitabı. Neyse, zaten bilmediklerini düşünmüyorum.

Fincancı'nın belgeselden sonra yaptığı açıklama son derece net: "Çatlı işkence görse onun hakkında da rapor hazırladım." Dün de öyleydi bugün de. Peki bu belgeselle Fincancı neden "aşırı solcu, örgüt üyesi, dış mihrak uşağı" değil de üzerine basa basa hem solcuuu hem de fe-mi-nist söylemiyle gündeme getirildi, üstelik bu kez kendine muhalif diyen medyayla birlikte? Bence havada yeni bir Fincancı davası kokusu var.

Bu koku da bana Ceza'nın bir şarkısının sözlerini hatırlatıyor: "İyiyle kötü arasında duran fark var / Seninle iyi arasında büyük bir fark var…"

Ceza, Fark Var, 2006

Şengün Kılıç kimdir?

Şengün Kılıç, Gazi Üniversitesi, Maliye Fakültesi'nden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı'na devam etti.

1986 yılında gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazete, dergi, radyo ve televizyonlarda muhabirlik, editörlük ve haber müdürlüğü yaptı. 

Biz ve Onlar/Türkiye'de Etnik Ayrımcılık (1992, Metis Yayınları), Beyaz Bir Düş (2004, Epsilon Yayınları), Sinemada Ulusal Tavır/Halit Refiğ Kitabı (2006, İş Kültür Yayınları), Erozyon Dede, Hayrettin Karaca Kitabı (2008, İş Kültür Yayınları), CHP'li Yıllar 1946-1992 (2010, İş Kültür Yayınları), Hayatım Mücadeleyle Geçti/Kemal Kurdaş Kitabı (2010, İş Kültür Yayınları), Çayın 90 Yılı (2014, Kesişim Yayınları), Haberde Yargı/Yargı Haberciliği Elkitabı (2019, bianet), Kadehlerdeki Dudak İzleri (2002, Overteam,) adlı kitapları yayımlandı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Otomobil uçar gider

1960’larda dede Turan Feyzioğlu’nun makam aracı en az yirmi yaşındaki Chevrolet SW iken, 2000’lerde torun Metin Feyzioğlu’nunki sıfır yaşında Volkswagen 2.0 TDI idi. Türkiye’nin makam aracı itibarı tam çözülmüşken nereden çıktı bu tasarruf tartışmaları

Dağlılar’dan Yaylacılar’a

Muhalefet zor, parti içi muhalefet daha zor, lidere karşı çıkmak ise çok çok zor ve de bir kişinin ne kadar keskin muhalefet yaptığı bir ölçü değil… Örneğin; bir bakanlık kaptı mı, partisinin en önde savunucusu olabilir!

Diyarbakır ilçe, Van belde olsun

Bir yerde seçim mi kaybettin, eskiden olsa illiğini elinden alır, rütbesini ilçeliğe indirirdin! Neyse ki Türkiye büyük bir gelişme kaydetti de sadece seçilenin mazbatasını vermeyerek iş hallediliyor. Peki fatura kime kesilecek? Onun da kolayı var: Sarol Formülü!