08 Aralık 2019

Sabahattin Ali’nin şarkıları izinde yeni bir oyun: Aldırma Gönül

Ferhat Göçer ve Ezel Akay’la bir araya gelerek Sabahattin Ali’nin hayatını anlatan bu ‘‘müzikli oyun’’u konuştuk

Türk edebiyatının öncü yazarlarından Sabahattin Ali’nin şarkılarından ilhamla yola çıkmış, onun hayatını günümüze taşıyan yeni bir oyun başlıyor: Aldırma Gönül. Sahnede ise Ferhat Göçer var.

Evet, nefes kesen performanslarıyla kendisini defalarca sahnede görmüş olsak da Türkçe müziğin bu özgün sesi ilk kez oyuncu kimliğini üzerine geçirerek sahneye çıkıyor. Gözlüğünü taktığı anda Sabahattin Ali’yi canlandırmaya başlayan Göçer, oyunda ünlü yazara ait bir simge olarak kurgulanan gözlüğünü çıkardığında ise bir anlatıcıya dönüşüyor, artık birer klasik sayılan şarkıları seslendirerek, Sabahattin Ali’nin hikayesinin peşinde bir zaman yolculuğuna çıkarıyor bizi de. Rejide ise sinema tarihine Neredesin Firuze, Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü gibi özgün yapımlar kazandırmış Ezel Akay var.

6 Aralık’ta Kocaeli’nde, Sabancı Kültür Merkezi’nde ilk kez izleyiciyle buluşan Aldırma Gönül, 11 Aralık’ta UNIQ Hall’da İstanbul izleyicisinin karşına çıkacak. Öncesinde Ferhat Göçer ve Ezel Akay’la bir araya gelerek Sabahattin Ali’nin hayatını anlatan bu "müzikli oyun"u konuştuk.

Edebiyat, müzik ve tiyatro gibi farklı disiplinlerin bir araya geldiği bir oyun Aldırma Gönül. Fikren nasıl yola çıktı bu proje?

Ferhat Göçer: Bir buçuk yıl kadar önce, Sabahattin Ali’nin şarkılarından oluşan bir albüm hazırlamak için bir teklif almıştım. Aldırma Gönül, Leylim Ley, Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Göklerde Kartal Gibiydim, Geçmiyor Günler gibi Sabahattin Ali’nin söz ve şiirlerinin olduğu tüm bu klasikleşmiş parçalardan oluşan bir albümdü bu.

Albüm için stüdyoya girip çalışmaya başladığımda Sabahattin Ali’yi biraz daha yakından tanımak istedim ve bütün eserlerini okumaya başladım. Ayrıca onun hakkında yazılmış kitapları da okudum; belgeselleri izledim. Hayat hikayesini öğrendikçe de bu işin özel bir sorumluluk gerektirdiğini kavradım. Basın danışmanı ve tiyatrocu arkadaşlarımızla konuştuğumuzda da bunu sahneye özel bir proje olarak sunmamız gerektiğine karar verdik. Yapımcımız İpek Kadılar ve basın danışmanımız Bircan Usallı Sılan, yönetmenler arasında Ezel Akay’dan bahsedince ben de büyük bir heyecanla Ezel’e teklif götürmelerini rica ettim. Ve Ezel’le yaptığımız ilk toplantıda birlikte çalışma kararı aldık. Böylece proje için de ilk adımı atmış olduk.

Ezel Akay: İlk aşamada metni oluşturmamız gerekiyordu. Evet, ne yapacağımızı biliyorduk: Sabahattin Ali’nin hayatını anlatan bir oyun olacaktı bu. Şarkıları ve şiirleri de bu oyunun bir parçası haline getirecektik.  

Elimizde enformatif bir metin vardı; bir tür arşiv çalışması gibi, Sabahattin Ali’nin hayatının çeşitli dönemlerine dair bilgiler yer alıyordu bu metinde. Edebiyatçı dostumuz, roman yazarı Haldun Çubukçu bu metni bir oyuna çevirdi; birlikte üzerinde dramatürji çalışmaları yaptık. Bu noktada da yapımcıları ve Ferhat’ı bir konu üzerinde ikna etmem gerekti: Sabahattin Ali’yi Ferhat’ı canlandırmalıydı!

Bu aslında onların planlamadığı bir konuydu. Oyunculuk gerektirdiği için başta biraz tereddüt ettiler. Ben de, "Olmazsa metni başkası okur" diyerek kandırdım onları. (Gülüşmeler.)

Ferhat, çok farklı seyirci kitlelerin karşısına çıkmış, güçlü performanslar sergilemiş bir müzisyen. O yüzden bu rolün altından kalkabileceğini biliyordum. Yine de oyunculuk herkesin kolaylıkla yapabileceği bir iş değil. Özellikle de ezber gerektirdiği için.

Karşınızda klasik bir oyun değil, çok farklı bir sahneleme şekli var. Prova süreci nasıl gelişti?

Ezel Akay: Öncelikle ezber sürecini hızlıca halletmeye çalıştık. Zaten Ferhat’tan, klasik bir ezber istemedim. Aksiyonuyla, ruh haliyle metni yansıtmamız gerekiyordu izleyiciye. Biz de bunun üzerinde çalıştık. Her sahnede, Sabahattin Ali’nin nasıl düşündüğü, hissettiği ve bunları ne şekilde aktarmamız gerektiği üzerinde durduk. Nasıl durmalı, ne tür bir tonlama kullanmalı; tüm bu hikayeyi izleyiciye nasıl anlatmalı. Esas provalarımızı bunlar üzerinden geliştirdik.

Müzik ise bir sonraki aşamada girdi. Elimizde hazırda parçalar vardı ama onları oyunun hangi bölümlerine dahil etmemiz gerektiği üzerine düşünmemiz gerekti. Hem ayrıca müziklerin olduğu bölümlere de oyunculuk eklememiz gerekti.

Bunun için de basit bir formül bulduk: Sabahattin Ali gözlüğünü çıkardığı anda Ferhat, anlatıcıya dönüşüyor ve şarkılar eşliğinde hikayenin farklı bir tarafına geçiyor.

Bu sebeple şarkılara da dramatürjik bir anlam yüklemeye başladık. Şarkılar da özel bir anlatı gibi seyirciye aktarılsın istedik. Orada da geçişler sırasında tavır değişiklikleri gerekti. Bu noktada bence oyun metniyle beraber şarkılara, "Sanki bu oyun için yazılmış gibi" dedirtecek şekilde yeni manalar kazandırdık.

Evet, şarkılar var ama Aldırma Gönül, müzikal tanımının çok dışında bir yerde duruyor sanki? Klasik bir müzikalden ayıran nedir bu oyunu?

Ezel Akay: "Müzikal" değil de "şarkılı oyun" dememiz de bu yüzden. Müzikal dediğimiz eserlerde genellikle sahnelenecek oyuna özel olarak şarkılar bestelenir, diyaloglar da şarkı formatında ilerler. Oysa Aldırma Gönül, var olan şarkıların üzerine yazılmış bir oyun. Onun için "şarkılı oyun" en doğru tanımlama.

Ferhat Bey, sizin bu oyun için özel yazdığınız şarkılar da var, değil mi?

Ferhat Göçer: Toplamda 11 parça dinleyeceksiniz oyun sırasında. Dört tanesi dediğiniz gibi, bu oyun için özel yazılmış parçalar.

Neredeyse artık müzikal diyebiliriz belki de. Oyun için yazılmış şarkıların sayısı neredeyse yarı yarıya. (Gülüşmeler.) Bu dört parçadan biri de oyuna özel olarak hazırladığımız tema müziği.

Tabii bunu bir müzikalden ayıran diğer özelliği de büyük koreografilerin ve dansların olmaması. Başkarakter hikayeyi anlatırken aralarda şarkılara geçiş yapıyoruz.

Şarkıları da bir orkestra eşliğinde canlı olarak seslendiriyorsunuz bildiğimiz kadarıyla. Peki oyunun arkasında nasıl bir ekip var?

Ferhat Göçer: Ezel ve benim dışında bu projede çok değerli isimler yer alıyor. Dekor ve kostüm tasarımı Naz Erayda’ya ait. Metnin hazırlanmasını da Ezel’in de söylediği gibi Haldun Çubukçu üstlendi. Müziklerde düzenlemeleri Selim Öztürk yaptı. Altı kişilik canlı çalan orkestramızın şefi de Cenk Kandıralı. Işık tasarımı ise Mustafa Bal’ın çalışmalarıyla gerçekleşti. Bu saydıklarımızın hepsi tiyatro ve sahne dünyasının ödüllü, usta isimleri. İzleyicilerimiz de bu isimlere aşinadır muhtemelen. Yani anlayacağınız üzere çok sağlam bir ekibin çalışmalarıyla ortaya çıktı Aldırma Gönül. Bu yüzden çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum.

Bir oyuncu olarak bu ilk sahne performansınız olacak. Ayrıca şarkıları da canlı olarak seslendireceksiniz. Sizin için nasıl bir süreçti bu? Özellikle oyunculuk olarak bu proje sizin tarafınızda nasıl ilerledi?

Ferhat Göçer: Daha önce hiç oyunculuk deneyimim olmadığı için bazı korkularım oldu elbette ama en çok ezber kısmında zorlanacağım diye korkuyordum. 30 sayfalık bu metni nasıl ezberleyeceğimin derdine düşmüştüm. O noktada da Ezel bana çok cesaret verdi. Bir taraftan da bu içten içe duyduğum korku tetikleyici oldu; günlerce çalıştım metnin üzerinde.

Diğer taraftan bir müzisyen olarak sahnede kendime güvenim vardı. Uzmanı olduğum bir alan, sahnede şarkı söylemek. Bana sahnede Sabahattin Ali’yi canlandırma konusunda cesaret veren konulardan biri de bu oldu zaten. Ezber kısmını da çözünce büyük bir engeli aşmış gibi hissettim kendimi. Sonrasındaki süreci de Ezel üstlendi zaten. Duyguları izleyiciye ne şekilde ileteceğimiz konusunda onun uzmanlığı ve yönetimiyle ilerledik.

Aldırma Gönül konu olarak Sabahattin Ali’nin hayatına dair hangi dönemleri kapsıyor?

Ferhat Göçer: Sahnede izlediğiniz hikaye, Sabahattin Ali’nin ölümünden bir gün öncesine gidiyor. Kendi hayat hikayesini anlatırken görüyoruz Sabahattin Ali’yi. 17 yaşından itibaren bütün hikayesini anlatıyor… Öğretmenliğe başladığı ilk yıllar, Almanya’ya gidişi, Türkiye’ye dönüşü, hapishane yılları; Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Nazım Hikmet ile olan hikayeleri, eşiyle tanışması, çocuğunun dünyaya gelmesi… Bir buçuk saatlik bu oyunda, 10 ayrı hikaye ile hayatını özetliyoruz aslında. Hayatının her döneminden birer kesit göreceksiniz.  

Kürk Mantolu Madonna, yıllardır Türkiye’nin en çok satan kitaplarından. Yine de bir edebiyatçı olarak ne kadar tanınıyor sizce Sabahattin Ali? Ya da şöyle soralım: bu oyun, yeni kuşaklar tarafından Sabahattin Ali’nin daha yakından tanınmasında nasıl bir rol üstlenecek?

Ferhat Göçer: Aslında amacımız, izleyicinin oyunu izledikten sonra Sabahattin Ali’ye dair daha çok merak duyarak salondan ayrılmasını sağlamak. Benim de birinci hedefim bu. Benim günümüzdeki tanınırlığım vesilesiyle Sabahattin Ali’nin de tanınırlığını artırmak. İzleyicinin peşini bırakmayacak bir oyun bu. Biz de Türkiye’nin dört bir yanına giderek bizimle olan izleyiciye Sabahattin Ali’nin hikayesini göstermek ve ona karşı duyulan ilgiyi, merakı daha da artırmak istiyoruz. 

Ezel Bey, bu sene üç oyunla izleyici karşısına çıktınız. Yiğit Özgür’ün karikatürlerinden uyarlanan Hunililer, yedi farklı kadın karakterin hikayesini anlatan Lâl Hayal ve şimdi de Aldırma Gönül… Sizi özellikle tiyatroya yönlendiren nedir? 

Ezel Akay: Bunu tiyatro endüstrisinin son yıllardaki yükselişine bağlıyorum. Bu üç proje de bana teklif olarak geldi. Ben aslında tiyatro eğitimi almıştım ama filmlere odaklandığım dönemde tiyatro oyunu yapmaya fırsat bulamıyordum. Bu üç oyun da sinema filmi çekmediğim bir-iki seneye denk geldi ve dediğiniz üç oyunu yönetmenliğini üstlendim. Severek yapıyorum bu işi.

Tiyatrocular bana kızmasın ama bir sinema yönetmeni için tiyatro yönetmenliği çok daha kolay ve rahat diyebilirim. Sinema yapımlarında müthiş bir kalabalıkla uğraşmak zorundasınız. Kalabalık fikirler, kalabalık ekipler, kalabalık bir iş takvimi… Olağanüstü bir yoğunlukta ilerliyor tüm çekim süreci. Çok fazla zorluk ve tesadüfle de başa çıkmak zorundasınız ayrıca.

Halbuki tiyatroda bir yönetmen olarak oyuncuyla karşı karşıya aylar geçiriyorsunuz. Başka hiçbir şey yok bu ilk aşamada. Dekor ve aksesuarlar, sonlara doğru devreye giriyor. Oysa sinemada oyuncularla defalarca prova yapma fırsatımız pek yok. Bu geniş hazırlık süreci hem bir rahatlık hem de büyük bir entelektüel alan sağlıyor bizim için. Meseleleri daha da derinleştirme imkanımız artıyor.

Tiyatro endüstrisinin yükselişinden bahsettiniz. Sizce izleyici tarafında artan bu ilginin sebebi nedir?

Ezel Akay: Çünkü bu bir yeraltı faaliyeti. Kimsenin görmediği karanlık bir yere giriyorsunuz. Oynuyorsunuz veya seyrediyorsunuz. Sonra da doğrudan evinize yollanıyorsunuz. Böylece insan olduğunuzu hatırlıyorsunuz, enerjiniz yerine geliyor. Ayrıca, düşünceleriniz yüzünden suçlanmıyorsunuz ama son derece radikal fikirlerle de eğlenebiliyorsunuz. Çünkü çok sofistike, çok derin ve çok radikal fikirlerin dile getirildiği bir yer, Türkiye’de tiyatro sahnesi.

Aldırma Gönül’ü tiyatrodan sonra sinemaya uyarlama konusunda ne düşünürsünüz?

Ezel Akay: En iyisi bunu izleyiciye sormak: Sizce Sabahattin Ali’nin hikayesini sinemaya aktaralım mı? Bu oyun, biraz da bu sorunun bir oyunu.

Ferhat Göçer: Evet, Aldırma Gönül izleyiciyle buluşmaya başlayınca bu sorunun da cevabını alacağız.

Sabahattin Ali hakkında bir oyun hazırlıyor olmak size nasıl bir sorumluluk yükledi? Gerçek bir hikaye, gerçek bir karakter var çünkü karşımızda… Hem de Türkiye’nin geçmişinden bir kesit sunan oldukça trajik bir hikaye bu.

 Ezel Akay: Bu biraz klasik bir soru. Zaten bizim yaptığımız işin kendisine karşı bir sorumluluğumuz var. Sahnelemeden oyunculuk yönetimine kadar, her yönüyle anlattığımız hikayenin derinlerine inmek, ahlaklı ve vicdanlı kararlar vermek zorundayız. Dersimizi çalışmak, boşluk bırakmamak, konuyu üstün körü bir hale getirmemek, hamaseti bir kenara koyup hakikatle ilgilenmek… Eğer gerçek sanatı icra etmek istiyorsak bunların hepsi bizim birer sorumluluğumuz.

Şüphesiz Sabahattin Ali söz konusu olduğunda da aynı şeyler geçerli ama bir de tabii sosyal sorumluluk da ekleniyor işin içine. Çünkü bize ait bir karakter değil sahneye taşıdığımız. Tarihte gerçekten var olan bir karakterin gerçek hikayesini anlatıyoruz. Onun ayrı bir imgesi var; edebiyatının kendine has özellikleri var. Bunları da dikkate almak zorundayız. Onun kamusal imgesini zedelemeden ya da zedeleyecekseniz bile doğru kararlarla bunu yapmak zorundasınız. Bence sorduğunuz soruyu bu şekilde ele almak daha doğru olabilir.

Ferhat Bey, bir müzisyen ve oyuncu olarak sahnede Sabahattin Ali’yi canlandırmak sizin açınızdan neleri değiştirdi?

Sabahattin Ali’nin hayatını araştırırken 1930’lu ve 1940’lı yılların Türkiye’sine doğru bir yolculuğa çıkmış oldum. Coğrafya kaderdir lafı var ya; ne kadar doğru olduğunu bir kez daha gördüm. Aradan o kadar süre geçmiş olmasına rağmen, siyasi ve ekonomik konjonktürler pek çok noktada farklılıklar gösterse de aslında değişen hiçbir şey yok. Türkiye’nin kendi içinde yaşadığı mücadeleler, diğer dünya ülkelerine karşı almaya çalıştığı pozisyonlar ve ilişkiler… Dönüp baktığınızda fark ediyorsunuz ki 2000’li yıllarda da neredeyse aynı hepsi. Her şey çok tanıdık geliyor. Bunu görmek tüylerimi diken diken etti. Bu açıdan söyleyebilirim ki bu bir buçuk yıllık hazırlık süreci bende büyük bir farkındalık ve değişim yarattı. Bu sürecin üzerimde katkısı çok büyük. Gerek oyunculuk adına gerek kariyerim ve sanatım adına gerekse de kişiliğim ve psikolojim adına inanılmaz farkındalıklar ve değişimler yaşadım.

Yazarın Diğer Yazıları

Moda dünyasının ipliğini pazara çıkaran Instagram hesabı: Diet Prada

Bunların hepsi belki de bir tür pazarlama stratejisi olarak zorunluluktan sahipleniyor markalar tarafından ama bu "zorunluluk" bile büyük bir kazanım. Diet Prada gibi, moda bekçileri sayesinde...

'Black Lives Matter' hashtag'i, siyah kareler ve sosyal medyada bir ayaklanma

Black Lives Matter hareketine destek olmak için dünya çapında sosyal medyada yapılan paylaşımlar, bir noktadan sonra hareketin eylemlerine köstek olmuş olabilir mi? Peki sadece "siyahiler değil, tüm hayatlar önemlidir" diyen "All Lives Matter" sloganındaki sorun nerede? Ya da "iyi niyetli" gibi gözüken ama içselleştirilmiş bir ırkçılığın bas bas bağırdığı paylaşımlarda anlaşılmayan ne? İnsanlık yine sosyal medyada ağır bir sınavdan geçiyor…

Ergenlik ömür boyu: Günümüz dünyasında yetişkin olma çabası

Durun ve "Annem-babam benim yaşımdayken neredeydiler, ne yapıyorlardı" diye düşünün. (Karantinada olmadıkları kesin, şimdilik o noktaya takılmayın, büyük resme bakın!) Onların sizin yaşlarınızdayken olduğu noktaya varmak, 10 yıllık planlarınız içerisinde bile kendine pek yer edinememişse, bu yazıda bazı ortak dertlerde buluşacağız demektir.