13 Haziran 2025
Madleen gemisi
İsrail, Gazze ablukasını kırmayı ve insancıl yardım götürmeyi amaçlayan İngiliz bandıralı Madleen yelkenlisine Gazze kıyı şeridine 185 km uzakta yani açık denizlerde müdahale etti. Aralarında iki Türk’ün, İsveçli aktivist Greta Thunberg’in de bulunduğu 12 kişi önce alıkonuldu, cezaevine gönderildiler. Daha sonra ülkelerine iade edildiler.
Bütün bu olaylar uluslararası hukuk bakımından yeni sorunlar ortaya çıkardı. Bu sorunları sırasıyla ele alalım. Gemiye yapılan müdahaleyi değerlendirmek için önce ablukanın uluslararası hukuka uygunluğunu incelemek gerekir. İsrail’in Gazze’de uyguladığı abluka uluslararası hukuka uygun mudur?
Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısından sonra İsrail 9 Ekim’de Gazze’de uyguladığı ablukayı daha da yoğunlaştırdı. “Total bir abluka” ilan ederek Gazze’ye yiyecek, su, ilaç, yakıt girmesini yasakladı. Zaman zaman bu mutlak yasağı gevşetip Gazze’ye sınırlı ölçüde insancıl yardım yapılmasına izin verse de, bu yardımlar sivil halkın içinde bulunduğu açlık tehlikesini ortadan kaldırmadı. 2 Mart 2025’te İsrail Gazze’ye her türlü yardım malzemesinin girmesini yasakladı.
Uluslararası hukuk gereğince bir savaş durumunda savaşan taraflardan biri öbürünü ablukaya alabilir. Bu ablukayı açık denizlerde de uygulayabilir. Ancak abluka sivil halka büyük bir zarar veriyorsa, sivil halkı açlığa mahkûm etmek gibi, o zaman abluka meşruiyetini kaybeder, hukuka aykırı olur. Sivil halkı açlığa mahkûm etmek, yaşam koşullarını ağırlaştırmak ise soykırım suçunun oluşmasına yol açabilir.
Uluslararası Adalet Divanı, B.M. Genel Kurulu’nun kararı uyarınca 26 Ocak 2024 tarihinde aldığı geçici önlem kararında İsrail’in Gazze’yi işgale son vermesini öngörmekte. İsrail’in Gazze’de yaşayan Filistinlilerin olumsuz yaşam koşullarını düzeltmek için gönderilen insancıl yardımın ulaştırılmasını sağlayacak önlemleri almasını istemekte. Ayrıca savaşta sivillerin korunmasına ilişkin 4. Cenevre Sözleşmesi’nin 154. Maddesinin Gazze’deki İsrail işgaline uygulanacağı belirtilmekte. 154. Madde 1899 tarihli savaş kurallarını düzenleyen Lahey Sözleşmesi’ne atıf yapıyor ve sivil ikamet yerlerinin ve sivil halkın bombalanmasını yasaklıyor.
Bunun yanında sivil halka yardım ulaştırılmasını, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukanın kaldırılmasını öngören pek çok B.M. Genel Kurul kararı var. Örneğin 19.12.2024 tarihli Genel Kurul kararında İsrail’in Gazze’ye insancıl yardım yapılmasını engelleyen her türlü eylemi durdurması isteniyor.
Bütün bunlardan İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere insancıl yardım verilmesini engellediği ve bu nedenle Filistinlilerin açlık tehlikesiyle karşılaştıkları, en temel sağlık malzemelerinden yoksun oldukları ortaya çıkmaktadır. Bu durum İsrail’in ablukasının, İsrail’in de taraf olduğu savaşta sivillerin korunmasına ilişkin 1949 tarihli 4. Cenevre Sözleşmesi’nin ihlalini oluşturmaktadır. Sözleşme’ye taraf devletler İsrail’in Sözleşme’ye uygun davranmasını sağlamakla yükümlüdür.
İsrail’in Madleen yelkenlisine açık denizlerde yaptığı müdahaleye gelince. Açık denizlerin serbestliği 18. yüzyıldan bu yana uygulanan bir uluslararası hukuk kuralıdır. 1958 ve 1982 Deniz Hukuku Sözleşmeleri’nde bu kuralı bulabiliriz. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 87. Maddesine göre açık denizler bütün devletlere açıktır. Teamüli bir kural olduğundan bütün devletler bakımından bağlayıcıdır. İsrail’in 1982 B.M. Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmaması bu kuralın İsrail için de bağlayıcı olduğu gerçeğini değiştirmez. Açık denizlerin serbestliği 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre seyrüsefer serbestliğini, uçuş serbestliğini, denizaltına kablo döşemek, balıkçılık yapmak, yapay adalar inşa etmek, bilimsel araştırma yapmak serbestliklerini içerir. Açık denizde seyreden bir gemi, bayrağını taşıdığı devletin yetki alanına girer. Başka hiçbir devlet buna müdahale edemez.
Bu ilke Daimi Adalet Divanı’nın 1927 tarihli Türkiye’nin taraf olduğu Bozkurt/Lotus kararında belirtildi. Türkiye’nin kazandığı Bozkurt/Lotus davasındaki Daimi Adalet Divanı kararı, açık denizlerde işlenen suçların geminin bayrağını taşıdığı ülke mahkemesince kovuşturulmasını öngörmektedir. Kararda ayrıca geminin bayrak devletinden başka hiçbir devlet tarafından tutuklanamayacağı, alıkonulamayacağı belirtilir. Bu ilke 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 97. Maddesinde de yer alır. Bu kurallar açık denizlerin serbestliği ilkesinin sonucudur.
Uluslararası hukukun bütün devletlerce kabul edilen hem yazılı, hem de teamül nitelikteki kuralları karşısında İsrail’in açık denizlerde kendisi için hiçbir tehdit oluşturmayan, dolayısıyla meşru savunmanın söz konusu olmadığı Madleen teknesine müdahalesi açık denizlerin serbestliği ilkesinin ve bu ilkeden doğan uluslararası hukuk kurallarının açık bir ihlalidir. İsrail’in uluslararası hukuka aykırı bu eylemi devletin sorumluluğuna yol açar. İsrail’in bayrak devletine tazminat ödeme yükümlülüğü doğar.
Teknede bulunan 12 kişinin İsrail güvenlik güçlerince tutuklanması, ayrı bir uluslararası hukuk ihlali. Açık denizlerdeki tekneler için İsrail yasaları geçerli değil. Bayrak devletinin yasaları geçerli. O nedenle İsrail güvenlik güçlerinin açık denizlerdeki bir teknede bulunan bir insanı tutuklamaya ve yargılamaya yetkisi yok. Tutuklanan insanlara İsrail’in tazminat ödemesi gerekir.
Bazı basın yayın organlarında İsrail’in bu eylemleri korsanlık olarak nitelendiriliyor. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi, 109. Maddeye göre korsanlık suçunun oluşması için eylemin özel amaçlarla yapılması gerekli. Siyasal nedenlerle açık denizde yapılan müdahale “korsanlık” tanımına girmez. Ancak İsrail’in eylemleri yukarda değinilen nedenlerle uluslararası hukukun ihlali.
İsrail güvenliğini güç kullanarak ve uluslararası hukuku ihlal ederek korumaya çalışan bir ülke. Her ülkede olduğu gibi İsrail’de de demokrasiden uzaklaşan, milliyetçiliğe sarılan popülist bir iktidar başa geçince sorunları şiddete başvurarak çözme eğilimi de güçleniyor.
Oysa İsrail’in güvenliği savaşa değil barışa bağlı. İsrail bölgede Filistinlilerle birlikte eşit koşullarda yaşamayı, iki devletli bir çözümü kabul ettiği, sınırlarını genişletmekten vazgeçtiği zaman bir barış ışığı yanacaktır. İsrail’in anlaması gereken gerçek şu: Kendi insanının güvenliği ve huzuru başka insanları reddetmekten, öldürmekten geçmiyor. Tersine kendi insanının güvenliği ve huzuru bölgedeki bütün insanların huzur ve güvenlik içinde yaşamasına, barışın sağlanmasına bağlı.
Rıza Türmen kimdir?Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı. Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu. 1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı. 1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı. 1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu. 1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü. 2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı. 2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı. 2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi. İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları", "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" ve "Bir AİHM Yargıcının Not Defteri" adlı üç kitabı yayımlandı. Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor. Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor. |
Şurası gerçek ki PKK, Öcalan’ın çağrısına uyarak silahları bıraksa, sonra da kendisini feshetse bile Kürt sorunu var olmayı sürdürecek. Bu sorun Türkiye toplumu ve devleti için bir demokrasi sınavı olacak. Sorunun çözümünü AKP-MHP blokundan beklemek boşunadır
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına tek sınırlama, gösterinin barışçı olması. Barışçı bir gösteriyi polisin şiddetle dağıtması, hakkın özünü ortadan kaldırmakta
Türkiye’de ağır insan hakları ihlalleri meydana gelirken, yargı iktidarın sopası olarak kullanılırken bunları görüp rapor eden yabancı gazetecilerin sınır dışı edilmesi ya da bunları yurt dışında dile getiren muhalefet liderinin “Türkiye’yi dışarıya şikâyet etmekle” suçlanması, ancak hakikatin bilinmesini önlemek kaygısıyla açıklanabilir
© Tüm hakları saklıdır.