09 Mayıs 2021

Özge Yılmaz: Bilginin akışkanlaştığı bir çağda insan ne kadar sabit?

Özge Yılmaz küratörlüğünde Versus Art Project'te devam eden "Fluid Dynamics" sergisi "akışkanlık" kavramına, bu kavramın birey-mekân ilişkisi içinde doğa, kent ve sanal mekânlar üzerindeki yansımalarına ve yaşamın içindeki akışkanlık vurgusuna sekiz sanatçının yapıtları üzerinden odaklanıyor. Özge Yılmaz'la, sergiye dair merak ettiklerimizi konuştuk

"Fluid Dynamics" sergisi Versus Art Project'te, Özge Yılmaz'ın küratörlüğünde ve Alper Aydın, Emine Boyner Kürşat, Didem Erbaş, Sibel Horada, Berka Beste Kopuz, Yelta Köm, Deniz Tortum ve Gülhatun Yıldırım'ın katılımıyla gerçekleşiyor. Başlığını hareket hâlindeki sıvı, gaz ve plazmaların davranışlarını inceleyen "Akışkanlar Dinamiği"nden alan sergide akışkanlığın farklı referansları, hayatın farklı katmanları üzerinden sorgulanıyor. Halihazırda çevrimiçi olarak da deneyimlenebilen "Fluid Dynamics" sergisi, kapanma döneminin ardından 21 Mayıs'a dek ziyaret edilebilecek.

Özge Yılmaz

- İlk olarak "Fluid Dynamics"in ilerlediği küratöryal akstan ve sergiye ismini veren "akışkanlar dinamiği"nin bu aksı nasıl beslediğinden bahsedelim isterim.

"Fluid Dynamics"in kavramsal altyapısını dört durağı olan, ucu da açık bırakılmış bir aks olarak konumlandırdım. Sıvı, gaz ve plazmaların hareket hâlindeyken moleküllerinin birbirleriyle kurduğu ilişkiyi araştıran bir alan aslında "akışkanlar dinamiği". İlk olarak su kavramı üzerinden düşünmeye başladım, sonrasındaysa daha geniş katmanlara olanak tanıyan "akışkanlık" kavramına uzandım. Su, beni bir şekilde akışkanlığa getirdi diyebilirim. "Akışkanlar Dinamiği"nde moleküllerin birbiriyle ilişkisi ve hareketi, planladığım sergiyle çok iyi temas ediyor ve doğru bir yerde konumlanıyordu. Başlığı da bu nedenle "Fluid Dynamics" olarak belirledim. "Akışkanlık" kavramı üzerinde daha zengin ve geniş bir alan açıyordu çünkü. 

"Akışkanlık"la kurduğumuz ilişki, sergide aslında sorular üzerinden şekilleniyor. Sanatçılarla beraber çalışarak mümkün mertebe yanıtlar vermek yerine sorular soran bir sergi olmasını istedik, bu bağlamda da serginin dört durağı var. Yerkürenin çekirdeğinden, magmanın akışkanlaşıp yeryüzüne çıkışından başlıyor. İkinci durak toprak; yeryüzündeki akarsular, denizler ve tabii hem suyun insanlık için manevi referansları hem de yıkıcı, yok edici yanı. Ardından biraz daha yükselip kent ve mimari düzleminde politik bağlamlarda akışkanlığın yerini araştırıyoruz. Dördüncü duraksa sanal mekânlar. Bu noktada hem kodların, dijital dünyanın akışkanlığı hem de artırılmış gerçeklik, yapay zekâ gibi kavramlarla "gerçekliğin akışkanlığı"na uzanıyor sergi.

- "Sorular soran bir sergi olmasını istedik" açıklamanıza bir parantez açalım isterim. Buradaki soru sorma pratiğine biraz daha eğilirsek sergi ve "akışkanlık" ile ilişkisine dair nasıl sorulardan bahsediyorsunuz?

Su ve akışkanlığı hayatımızdaki kavram ve ilişkiler üzerinden nasıl okuyabileceğimizi araştırıyoruz aslında. Su ve suyun yönetimi, klasik Yunan literatürünün başat temalarından. Pindaros, Thales, Aristoteles, Plutarkhos su üzerine düşünmüş ve suya büyük anlamlar yüklemişler. Thales'in suyu "arke" olarak tanımlaması, gerek felsefî gerek politik olarak su üzerinden temellenen bir düşünce sisteminin sadece ilk nüvelerinden. Suyun farklı inanışlarda kutsal kabul edilmesi, ritüellerde kullanılması, fiziksel olarak arındırıcı özelliğinden de öte, ona ruhani bir arındırıcılık atfetmiş her zaman. Tabii ki suyun, antik dünyanın sel ve tufan hikâyeleriyle başlatıp günümüze dek getirebileceğimiz, yıkıcı ve yok edici bir yönü de mevcut. Gılgamış'tan Nuh'a dek gördüğümüz sayısız örnekte su hem bu yok edici rolü üstleniyor hem de bir tür "sıfırlayıcı" olarak her şeye yeniden başlanmasını sağlıyor.

Suyun insanlık tarihindeki kavramsal önemini, 17. yüzyıla dek zamanı ölçmenin en sağlıklı yolunun "su saatleri" olduğu gerçeğinden de görmek mümkün. Neredeyse 2000 yıl boyunca zamanın "clepsydra" adı verilen su saatiyle ölçüldüğünü öğrendiğimde de büyülenmiş ve bunu "suyun hareketini zamanın akışına tercüme etmek" olarak yorumlamıştım. Bu bağlamda "akışkanlık" bize oldukça zengin kapılar açıyor diye düşünüyorum. Sorular sınırsız ama örnek vermemi isterseniz; sergi metninde de bahsettiğim, N. Katherine Hayles'den hareketle, bilginin bedensizleştiği ve gerçekliğin sürekli akışkanlaştığı bir paradigmada filtreler, sanal gerçeklik gibi alanlarla "Bilgi ve gerçeklik bu kadar akışkanken insanlık ne kadar sabit?" sorusu bence serginin önemli sorularından. N. Katherine Hayles tarafından tanımlanan "post-insan" kavramı önemli bir yerde duruyor "Fluid Dynamics" için.

'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Beste Kopuz 
Fotograf Kayhan Kaygusuz

- "Fluid Dynamics"in "akışkanlığa" romantik bir yerden yaklaşmadığını görüyoruz. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Evet, serginin çıkış noktası su olsa da suyu salt pozitif referanslarıyla ele almak yerine suyun tahrip edici, yıkıcı ve sıfırlayıcı yönü de özellikle vurgulanıyor. Örneğin Sibel Horada'nın "Akış" adlı video yerleştirmesinde suyun dizginlenemez ve tahrip edici yönü, tüm politik okumalarıyla da birlikte açık bir biçimde vurgulanıyor. Didem Erbaş'ın "Mesafenin Mavisi" adlı mekâna özgü yerleştirmesindeyse sanatçının galeri mekânında uzunca bir süre çalışarak ürettiği amorf formun içinde, farkı doğa olaylarının yarattığı tahribata değindiği resimleri yer alıyor.

- Sergi metninde değindiğiniz gibi "moleküller arası mesafenin farklılaşması" yani maddenin formunun değişmesiyle referanslarının da değişmesi, serginin önemli izleklerinden. Bu durumu siz biraz açabilir misiniz?

Maddenin formunun değişmesi, pek çok farklı anlamlar evreni açıyor aslında bizlere. Yelta Köm'ün "Olasılıksal Zeminler" adlı video yerleştirmesinde de kurşunun erimesi ve bu erimeyle doğan olasılıklara eğiliyoruz. Fiktif bir topografyaya yukarıdan bakan bir video çekiminde görüyoruz bunu. Bu da maddenin form değiştirmesi ile bizim için ürettiği referansı değiştirmesi açısından önemli bir yerde duruyor. Kurşun aslında insanlık için çok kilit bir materyal; Antik Roma şehirlerinde, şehirleri birbirine bağlayan borularda o zamanlar kurşunun sıklıkla kullanıldığını görüyoruz. Moderniteyle beraber kurşunun, şiddete dair bir göstergeye dönüşümüne de tanık oluyoruz. Buradaki kurşun katı bir hâlde. Öte yandan "kurşun dökme" ritüelinde, kurşunu eritip sıvıya dönüştürdüğünüzde aslında bir şifa aracına dönüşmüş oluyor. Dolayısıyla şiddetin simgesi olan kurşun eridiğinde bir anda şifa, maneviyat, iyileştirme gibi anlamlar kazanıyor. Bu sadece Anadolu kültüründe görülmüyor. Maddenin hâliyle "anlam" arasındaki ilişki bence eğlenceli de bir düşünme alanı.

'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Alper Aydın
Fotograf Kayhan Kaygusuz

- Akışkanlık tabii ki salt suya işaret eden bir kavram değil; hatta sıvı, gaz ve plazmaları kapsıyor ama siz de başlangıç noktasının su olduğunu söylediğiniz için, bireyin su ve genel olarak doğa ile olan ilişkisini sergide nasıl görüyoruz diye sormak isterim

Gülhatun Yıldırım'ın "Submerge" başlıklı çalışması, aynı adlı performansından fragmantal olarak sergiye yansıyan iki fotoğraf. Suya kendini sunan, onunla bir olan bir beden söz konusu. Burada bireyin suyla ilişkisinin en intim ve ritüelistik hâlini görüyoruz diye düşünüyorum. Alper Aydın'ın "Yol" adlı çalışması da bireyin doğayla ilişkisi ve doğanın kendi içindeki "akışkanlık" üzerine düşünme imkanları sunuyor. "Yol", Alper'in İzmir, Nazarköy ve Belgrad Orman'ında seçtiği mekânlarda doğada akmakta olan suyun akışını elleriyle oluşturduğu kil labirentlerle değiştirmesine dayanıyor. Sergide bu sürecin sonucu olan fotoğraflar, sürecin tamamını içeren bir dokümantasyon videosu ile birlikte sunuluyor. Böylelikle zamanlararası bir yan yanalık da sağlanmış oluyor.

- "Fluid Dynamics"te, çalışmaları mimari mekânla nasıl bir ilişki içinde konumlanırdınız? Özellikle Emine Boyner Kürşat'ın resminin yer aldığı koridordaki pembe led ışıklandırma tercihi dikkat çekici.

"Köklenen" adlı zeytin ağacı soyutlamasındaki pembe renk, aslında Emine'nin şekerciboyası meyvesinden ürettiği özel bir bitki mürekkebi. O renkle birebir aynı renkteki pembe ışığın koridora yayılması da biraz doğanın ötekileştirilecek, fetişleştirilecek ya da romantize edilecek bir şey olmadığı ve her yerde olduğuyla ilgiliydi. Kentin içinde bile olsak doğa var; yol asfaltla da kaplı olsa, bir apartman dairesinde de olsak aslında yerkürenin üzerindeyiz, doğadayız. Buradaki küratöryal tercih açısından ışık kullanımının amacını, işin mimariyle ilişkiye girip galeri mekânına yayılması, belki istila etmesi olarak açıklayabiliriz. Serginin genelinde mimariyle ve hatta kentsel mekânla ilişki içinde olma durumu söz konusu. Tabii coğrafyalar arası bir geçiş bu bir yandan. Cunda'daki bir bitkinin, gelip Beyoğlu'nda 20. yüzyıl başına tarihli bir apartmanda led ışık aracılığıyla rengini mekâna yayması olarak da okunmaya açık. 

Özge Yılmaz

- Toplum, kent ve doğa ilişkisini konuşurken doğa çoğu zaman insandan ayrı tutuluyor. Aslında bu politik ve yıllardır da süregelen bir tartışma konusu. Bu noktada toplum, kent ve doğa ile ilişkimiz sergi içerisindeki üretimler ve "akışkanlık" bağlamında nasıl irdeleniyor?

Bu yanıta İstanbul'la başlamak isterim çünkü İstanbul kadar suya yakın ama bir o kadar uzak olunabilen bir kent var mı şüpheliyim. Boğaz, Haliç, dereler, denizler, su İstanbul'da hep başrol ama biz o suyla bir türlü ilişkilenemiyoruz. İstanbul'da yüzmek dahi mümkün değil. Kentin uzun süre su sıkıntısı çektiği gerçeği de var. İstanbul'un mitolojik hikâyelerinde de suyla güçlü bir ilişki kurulduğunu görebiliriz… Bunlarla birlikte İstanbul'un dereleri maalesef bugün cadde adı olarak yaşıyor çoğu semtte. "Fluid Dynamics"te Berka Beste Kopuz'un "İzi Sürülemeyen" isimli çalışması da İstanbul ve su ilişkisi üzerine düşünme ve soru sorma fırsatı veriyor izleyiciye. Beste eskiden Anadolu Yakası'nda akmakta olan Dinlenç ve Seyid Ahmed derelerinin izlerini sürdü. Bu çalışma bir haritalandırmaya ve eskiden geçmekte olan dere yollarında bugün nelerin olduğunu araştırmaya, fotoğraflamaya dayanıyor. Ben, kent belleği açısından da böyle bir araştırmayı sergiye dâhil ettiğimiz için mutluyum. Bir de ses yerleştirmesi var ve aslında o ses bize dereyi dinletiyor. Çok ufak bir kısmı, bugün imara açılması da tartışılan Validebağ Korusu'nda hâlâ akmakta olan dereye ait sesi de sergi mekânında duymuş oluyoruz böylelikle.

- Sergi yerleşiminde dikkat çeken bir diğer unsur da videolar. Az evvel bahsettiğimiz video yerleştirmelerin yanı sıra, Deniz Tortum'un birini Klavdia Zemlianova ortaklığıyla geçekleştirdiği iki videosunu peş peşe izlediğimiz ayrı bir oda var.

Evet, izleyicilerin kimi çalışmalarla baş başa kalmalarını istedim. Galeri mekânı da buna olanak tanıyan bir mimariye sahip zaten. Deniz Tortum'un "Selyatağı" videosu aslında 360 derece çekilen bir sanal gerçeklik çalışması. Tabii biz sergi için yaratılmış, tek kanallı bir video olarak kurgulanmış yeni versiyonunu gösteriyoruz. "Selyatağı" merkeze şiir okuyan bir ağacı ve ormanı -hatta ormanları- alan bir çalışma. Deniz'in sinirbilimci Klavdia Zemlianova ile ortak projesi "Duygusal Bilim" ise spekülatif bir deney üzerinden bilginin akışkanlığına, pikselize iPhone estetiği ile yaklaşıyor. Piksellerin hareketini izleyerek nöronların ilişkilerine dair bir deneyi okuyoruz metinde.

- Bu bağlamda, sergideki "akışkanlık" kavramı birey, beden ve gerçeklik algısında nasıl konumlanıyor dersiniz?

N. Katherine Hayles'in de dediği gibi; bilgiyi, bugün bedensiz bir akışkan olarak katmanların arasında, anlamını ve niteliğini koruyarak seyahat edebilen bir değer olarak tanımlamak mümkün. Sergide yapmak istediğim de buna dair sorular bırakmaktı diyebilirim. Hayles, bilginin gövdesini kaybetmesi ve akışkanlaşmasını açıklarken, "post-insan" kavramıyla, insan ırkının varlığının zamanın teknolojik manevralarıyla artık "insan sonrası" bir varlık alanına ulaşmasını araştırır. Kaldı ki, "gerçek" ve "bilgi" dediğimiz kavramlar dahi akışkanlaşmışken ve robot olmadığımızı her gün defalarca "Ben robot değilim" yazan bir kutucuğa tıklayarak ispat etmek zorunda olduğumuz bir paradigmada, artık katı ve sabit bir homosapiens varlığından söz etmek ne kadar mümkün, insan ne kadar sabit? Buradaki sabit olmama üzerine sorular soran bir yaklaşım sergiliyor "Fluid Dynamics" aslında.

'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Sibel Horada Yelta Köm 
Fotograf Kayhan Kaygusuz

- Pandemi süreci "Fluid Dynamics"i nasıl etkiledi?

Bu süreçte bir sergi hazırlamanın standart zorlukları tabii ki var ama herkesin özverili çalışması sayesinde serginin adına yakışan, akıcı bir süreç oldu diyebilirim. Gerek sanatçılarımız gerekse Versus Art Project ekibi tüm süreç boyunca harika bir işbirliği ortaya koydular. Ayrıca bu dönemde kolektif bir iş ortaya çıkarmanın herkese iyi geldiğini de düşünüyorum. Serginin karşılaştığı yoğun ilgi de mutluluk verici. 8 Mayıs'ta açıldı ve kapanma döneminin ardından, 21 Mayıs'a dek Versus Art Project'te ziyaret edilebilecek. "Fluid Dynamics" ayrıca çevrimiçi olarak da deneyimlenebiliyor.

- Son olarak, hayatla ilişkilenme açısından "akışkanlık" kavramına ve "Fluid Dynamics"e dair neler söylemek istersiniz?

Ben özellikle küratöryal pratik bağlamında akışkanlıkla ilişkimi sorgulamaya başladığımda ve bu çıkış noktasının sekiz sanatçının üretimleriyle beslenerek vardığı sonuç olarak "Fluid Dynamics"e baktığımda; akışkanlığın, yaşamı yorumlama, yaşamla ilişkilenme şeklimize dair çok fazla alan açıcı ve zenginleştirici bir kavram olduğunu gördüm.