29 Aralık 2019

2020'de çevre: "Daha gün o gün değil"

Ne yazık ki 2020 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nın içeriği ve hedefleri, bu ülke ve dünya açısından ekolojik bir yıkımı öngörüyor

Bir yıl daha bitiyor. Birkaç gün sonra insan uygarlığının kabulleri doğrultusunda yeni bir yıl başlayacak.

Aslında hiç farkı yok bir gün öncesi ve sonrasından yılbaşı dediğimiz günün... Ama insan, anlamsızlıklıktan anlam uyduran ve uydurduğu bu yalana inanarak insan kalabilen bir canlı. Aksi halde yaşam mümkün değil. Çünkü ölüme mahkûm edildiğini bilen, ama ölümü idrak edemeyen tek canlı kendisi.

Hal böyleyse, adına kültür dediğimiz gerçekliğimiz olan yalana inanmaya devam...

2019'dan 2020'ye...

Adet olduğu üzere yılın bu son günlerinde geçmiş yılda nelerin olduğunu özetleyen listeler sunmayacağım. Çünkü 2019'da çok şey yaşandı bu ülkede. Haksızlığın, adaletsizliğin, acının ve kederin daha ağır bastığı bir yıl oldu 2019. O nedenle her birimizin "yılın olayı" olarak kabul edeceğimiz gelişmesi birbirinden farklı pek muhtemelen.

Bana sorarsanız 2019'a hükmünü vuran; NATO zirvesi sırasında, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "İngiltere, Fransa, Almanya ve şahsım, dörtlü zirve yaptık" sözüdür.

İster bilinçdışı ses verdi deyin, ister kasten ifade edildiğini iddia edin fark etmez. Söz dile getirmiştir. Üstüne söz gereksizdir.

Öte yandan ifade edilen cümle bir gerçekliğe karşılık gelmektedir. Çünkü 2019, Türkiye Cumhuriyeti devletinin "şahsım" rejimine dönüştüğü yıldır.

O nedenle bu yazımda, 4 Kasım 2019 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan "2020 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı"nı irdeleyerek, "şahsım" rejiminin, 2020'li yıllar için nasıl bir ekolojik tahayyülü olduğunu anlamaya çalışacağım.

"Durmak yok, yola devam"

2020 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda 2018 – 2020 döneminde madencilik ve enerji sektörlerinde sabit sermaye yatırımlarının artacağı, ulaştırma alanında ise azalacağı öngörülmekte.

Kendi adıma bu ifadeden örneğin Karadeniz'i betona boğan ve derelerin drenajını ortadan kaldırarak yağmur gibi bir doğal olayı, insan yapımı sel felaketini dönüştüren "Yeşil Yol" gibi projelerin azalacağını anlıyorum. Bu duruma seviniyorum elbette. Ancak aynı satırlardan Cerattepe'den Kaz Dağları'na kadar bütün bir ülkeyi, doğasını, kurdunu – kuşunu tarumar eden madencilik belasının önümüzdeki yıllarda artarak devam edeceğini de okuyor ve ürküyorum...

Öte yandan sağlık alanında "Şehir (Dışı) Hastaneler"le kendisini gösteren ve ulusal mahkemeleri tamamen yetkisiz bırakan uluslararası tahkim uygulamasının, önümüzdeki yıllarda çevre alanında da bir hukuk rejimi haline dönüştürülmek istendiğini ifade ediyor program.

Anlaşılan yerel mahkemelerin ve özellikle Danıştay'ın çevre yıkımlarını iptal eden hükümlerinden oldukça rahatsız olmuş ulusötesi sermaye. Bu nedenle programın iş ve yatırım uygulama tedbirleri arasında yatırım uyuşmazlıklarının çözümlenmesi için uluslararası tahkim gibi çözüm yollarının kullanımının arttırılacağı ifade edilmekte.

Ben bu satırları, önümüzdeki dönemde yaşamı ve doğayı savunan bizlerin hukuki süreçlerden pek umutlu olmaması gerektiği biçiminde tercüme ettim. Bilmem katılır mısınız bu çeviriye? Kanaatimce "yerli ve milli" siyasi iktidar, yaşadığımız ekonomik kriz ortamında, altı ve üstüyle kabala satmaya karar vermiş memleketi...

Programın "Enerji" bölümünde ise ulusal enerji politikasındaki önceliğin, Türkiye'nin artan enerji talep artışının karşılanabilmesi olduğu ifade edilmekte. Yine bu başlık altında Akkuyu nükleer santralinin ilk ünitesinin 2023 yılında, tamamının ise 2026 yılı sonunda işletmeye alınmasının planlandığı belirtilmekte. Benzer biçimde "linyit sahalarının elektrik üretimi suretiyle ekonomiye kazandırılması"nın hedeflendiği de vurgulanmakta.

Özetle; memleketin dört bir köşesini cehenneme çevirecek olan Yatağan benzeri çevre felaketlerinin artarak devam ettirilmesi öngörülmekte...

Programın "Madencilik" bölümünde ise bir yandan linyit rezervlerinin santral kurulum ihalesine hazır hale getirileceği, kaya gazı ve metan gazı konusunda araştırma faaliyetlerinin yürütüleceği ve sentetik petrol üretimine yönelik çalışmaların başlatılacağı, diğer yandan da sürdürülebilir kalkınma ilkeleri çerçevesinde çevre ve iş güvenliği mevzuatına uyum bilincinin "verilecek çevre ve iş güvenliği eğitimleri" sayesiyle arttırılacağı ifade edilmekte.

Ne güzel değil mi: yerin altını üstüne getir, zaten hemen hiç çevre önlemi alınmayan santral kurulum ihalelerini sermaye için daha da kolaylaştır, sonra da çevre güvenliğine uyum sağlamak için eğitim yap!

Garip ama bu topraklarda hemen herkes, hangi sorun olursa olsun çözümünün eğitimde saklı olduğunu zannediyor. Oysa eğitim ve farkındalık gibi kavramlar, çoğu zaman sorunun gerçek nedenini gizlemeye ve çözüm yollarının üzerini örtmeye yararlar –konu örneğinde olduğu gibi.

İklim krizi

Bildiğiniz gibi Oxford Sözlüğü, 2019 yılının kelimesini Climate Emergency (İklim Krizi) olarak seçti. Ancak iklim krizi, bizim programın çevre bölümünden teğet geçiyor –hem de hangi biçimde...

Söz konusu programda madencilik alanında izin süreçlerinin kısaltılıp kolaylaştıracağı ve fosil yakıtlarına yönelik olarak arama faaliyetlerinin hızlandırılacağı belirtilmekte.

Yaşam açısından ne isabetli bir hedef(!) Öyle ya dünyada aklı başında olan herkes fosil yakıtlarının dünyanın sonunu hızla yaklaştırdığını ve bunun için ivedilikle önlem alınması gerektiğini ifade ederken, çocuklar ve gençler yaşamlarına sahip çıkmak için yollara dökülmüşken, biz fosil yakıt arama faaliyetlerini hızlandıracağımızı ifade ediyoruz.  

Ama bu kadar değil...

2020 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nın "Çevrenin Korunması" başlıklı bölümde, "artan nüfusun, şehirleşmenin, ekonomik faaliyetlerin ve çeşitlenen tüketim alışkanlıkların çevre üzerindeki baskıyı arttırdığı" ve bu faktörlerin "iklim değişikliği, çölleşme, biyolojik çeşitlilik kaybı ve kuraklık gibi çevre problemleri"ne yol açtığı ifade edilmekte.

Hiç kuşkusuz saptamalar çok doğru. Ancak garip olan program kapsamında bu satırlar dışında kalan hemen tüm hedefler, yapılması amaçlanan tüm faaliyetler, bu bölümde ifade edilen problemleri arttıracak cinsten. O nedenle bu bölümde ifade edilen "ülkemizde çevre sorunlarına duyarlı politikalar(ın), sürdürülebilir kalkınma ilkeleri çerçevesinde" geliştirildiği ve uygulandığı yaklaşımı tümüyle gerçek dışı. Laf olsun diye yazılmış cümleler tüm bunlar. Bunun son kanıtı ise (Ya) Kanal (Ya) İstanbul çılgınlığı...

Ancak daha kötüsü de var: Programın "Çevrenin Korunması" bölümünde, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi altındaki Paris Anlaşması'nın 2016 yılında Türkiye tarafından imzalandığı ancak söz konusu anlaşmaya taraf olunmadığının altı çizilerek; "ülkemiz gerçeklerini gözeten ve daha kabul edilebilir bir uluslararası çerçeve" sağlanması için uğraşıldığı ifade edilmekte.

Mealen; küresel ısıtma denilen kıyamete dair ülke olarak hiçbir sorumluluk üstlenilmeyeceği belirtilmekte. Akıllara ziyan biçimde, çevrenin korunması bölümünde çevrenin korunmayacağı deklare edilmekte.

Peki program çerçevesinde ne yapmak hedefleniyor: Çevre etiket sistemini yaygınlaştırmak ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlama kapasitesini arttırmak...

Yani bir yandan çevre konusundaki tüm yükümlülükleri yurttaşların omuzlarına yıkmak, diğer yandan da sürdürülen politikalar nedeniyle karşılaşılan sellerin, hortumların, kasırgaların takdir-i ilahi olarak kabullenilmesini sağlamak.

Bir yandan memleketi doğal olmayan insan yapımı afetlerle kırıp geçirmek, diğer yandan bu afetlerin kader olduğuna inandırmak.

"Daha gün o gün değil"

Nazım, Hürriyet Kavgası şiirinde, "Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar" diyerek safları sıklaştırmamız gerektiğini söyler.

Ne yazık ki 2020 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nın içeriği ve hedefleri, bu ülke ve dünya açısından ekolojik bir yıkımı öngörüyor.

Hal böyleyken, kendimiz, çocuklarımız ve gelecek kuşaklar için, Nazım'ın dizelerinde olduğu gibi kitaplarımız, türkülerimiz, bayraklarımızla dalga dalga aydınlık olmak ve yürümek gerekiyor karanlığın üstüne.

Zapt etmek için meydanları.

Var etmek için yaşamı...

Yazarın Diğer Yazıları

Yaşam, ölüm ve Gezi

Ölen, öldürülebilen, ama kurban edilemeyen, ama intihar haberleri 140 karakteri geçmeyen, yaslarının yaşanmasına da asla izin verilmeyen o ölümler nedeniyle adına Türkiye denilen cehennemde süregiden hayat ölümüne bir iktidara tabi kılınabiliyor

"Sigara haramdır"

Siyasi iktidar, her konuyu fırsat bilip dinbaz siyasetini topluma ne kadar dayatırsa, toplum genelinde dayatılan inanca olan tepki ve red o oranda artıyor

Virüs var; takmayın maske!

İstanbul’a gelen Tayvanlı turistin çantasının üzerine "Çinli değilim. Tayvanlıyım, Ölürüm Türkiyem" yazmak zorunda kalmasından bahis açıyorum