28 Nisan 2025
Türkiye’de o kadar çok “çok ciddi mesele” var ki, konu ne kadar ciddi olursa olsun, bu kadar çok “çok ciddi mesele” arasında hak ettiği ilgiyi göremiyor.
Sanki her bir ciddi mesele, diğer bir ciddi meseleyi perdeliyor. Politika yapıcılar ve uygulayıcılar da, bu sis ve perdeleme arasında yapmak istediklerini veya yapmak durumunda kaldıklarını yapmaya devam ediyorlar.
Çok ciddi meseleler listesi çıkarırsak en başta, düşüncesi bile dehşete düşüren İstanbul depremi ihtimali akla geliyor.
Ardından, çoğumuzun belini büken hayat pahalılığı, iç siyasetteki gergin olan ortam, ülkenin çok önemli şahsiyetlerinin de isimlerinin geçtiği gayri yasal yollardan servetler edinilmesi iddiaları, “terörsüz Türkiye” denilen süreç, belediyelerle ilgili iddialar, Kanal İstanbul projesi vesaire geliyor.
Ayrıca, Selahattin Demirtaş, Ümit Özdağ ve Ekrem İmamoğlu gibi her biri kendi çapında Türk siyasetini şekillendirme kapasitesine sahip siyasi figürlerin (ayrıca, başka siyasi figürlerin ve farklı meslek gruplarından insanların) hapishanede tutulmasının tetiklediği bir toplumsal kaynama durumuyla karşı karşıyayız.
Dış politikada da Türkiye'nin pek çok meselesi bulunuyor ve bunların hiçbiri “Türkiye büyük ülkedir, rotayı biz çizeriz, alem de bizden sorulur” gibisinden kulağa hoş gelen boş laflar ve hamasi retorikle geçiştirilebilecek türden değil.
Bu ortamda, 26 Nisan Cumartesi günü, Kürtlerin ve uluslararası camianın çoğunun Rojava olarak adlandırdıkları Suriye'nin kuzey doğu bölgesinin ana şehri olan Kamışlı‘da, Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi (ENKS) ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) öncülüğünde Kürt Ulusal Konferansı toplandı.
Bu toplantı, Kürtler bakımından türünün ilk örneği. Geçmişten beri birbirleriyle çatışan, şimdi bile fikir ayrılıkları olan, farklı ülkelerden Kürt gruplar ilk kez bu şekilde bir araya geldiler.
Bir adım daha ileri giderek, bu toplantıyı, 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde toplanan birinci siyonizm kongresine veya 1913’de Paris’te toplanan Arap Ulusal Kongresine benzetmek bile mümkün.
400 civarında kişinin katıldığı söylenen konferansta Suriye içinden ve dışından birçok Kürt grubun temsilcilerinin yanısıra, sivil toplum örgütleri temsilcileri, yabancı ülke diplomatları ve kuşkusuz, muhtelif kartvizitler taşıyan istihbaratçılar bulunuyordu. Kim bilir başka kimler vardı.
Toplantı, kırmızı-yeşil-sarı renkler üstünde güneş sembolünden oluşan Kürt bayrağının asılı olduğu salonda, ulusal marş olarak tanımlanan “Ey Reqib”in çalınması ve çatışmalarda ölen Kürtler için saygı duruşunda bulunulmasıyla başladı.
Bu toplantının, Suriye’de ve Türkiye’de, Kürtlerin merkezinde olduğu yeniden yapılanma veya yeni bir düzen kurma süreçlerinin yaşandığı bir dönemde yapıldığının altını çizmeliyiz.
Toplantının amacı, Suriye’nin geleceği konusunda Şam yönetimi ile yapılacak müzakerelerde, başlıca grupları kapsayan tek bir Kürt delegasyonu ortaya çıkarılması ve Kürtlerin ortak taleplerinin belirlenmesi olarak takdim edildi.
Resmi ismi “Rojava Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı” olmakla birlikte, amacı Rojava ve Suriye sınırlarını aşıyor.
Toplantıda belirlenen ilkeleri, sadece Suriye’de değil, zamanı geldiğinde, benzer müzakere ortamları doğan her ülkedeki süreçte ortaya konulabilecek bir “hak talebi” kataloğunun unsurları olduğu şeklinde düşünebiliriz.
DEM Parti de konferansa milletvekilleri ve MYK üyesi beş kişiden oluşan bir heyetle katıldı.
Yakın zamana kadar çok baş ağrıtacak bu katılımın, onayıyla demeyelim ama devletin itirazına haiz olmadan gerçekleştiğini öngörebiliriz.
DEM Parti’nin sosyal medya -X- hesabında, heyetin Türkiye'nin PKK’nın uzantısı terör örgütü olarak tanımladığı SDG/YPG’nin komutanı Mazlum Abdi ile çektirdiği fotoğraf yer alıyor.
Fotoğrafın arka planındaki raflarda 18 nci yüzyıldaki Fransa imparatoru Napolyon Bonapart’ın bir heykelciği ile iç savaş sırasındaki ABD başkanı Abraham Lincoln’un meşhur koltukta oturan heykelciği görülüyor.
Napolyon’un heykelciğinin poz verenlerden birinin kafasının üstünde, ABD'nin sembolü bir kartal heykelciğinin de Abdi’nin kafası üzerinde duruyor gibi çıkmış olması sanki “başımızın üzerinde yeriniz var” özdeyişinin şekil bulmuş hali.
Malum, ABD ve Fransa, Kürtlerin haklarının savunulması konusunda muazzam bir gayret içindeler. Hele Fransa, nasıl iştiyakla yapıyor bu işi.
Bu ülkeler sözkonusu politikalarını IŞİD’e karşı omuz omuza savaştıklarını söyledikleri Kürtlere ve YPG’ye bir vefa borcu olarak takdim ediyorlar ama tabii bunu salt bu çerçevede kabul etmek saflık olur.
ABD ve Fransa, aslında her ülke gibi, kendi gündemleri doğrultusunda politika belirliyorlar ve burada da, Kürtleri bölgedeki hasımlarına ve potansiyel hasımlarına karşı kullanılabilecek, onları rahatsız edebilecek bir unsur olarak ele alıyorlar.
Mazlum Abdi konferansın açılış konuşmasında, Suriye'yi bölme niyetlerinin olmadığını ve Suriye'nin toprak bütünlüğüne bağlı olduklarını dile getirdi. Kürtlerin hakkını verin ki Suriye güçlensin dedi. Suriye toplumunun tüm kesimlerine olumlu göndermeler yaptı.
Abdi’nin konuşmasının bu bölümleri doğru bir yaklaşım sergiliyor ve endişeli tarafları teskin edici nitelikte.
Öte yandan, Mazlum Abdi konuşmasının diğer bölümlerinde ve toplantıdan evvel yaptığı açıklamalarda, önümüzdeki dönem için ne istediklerini dile getirdi. İşin esası da zaten burada.
Toplantı sonuç bildirgesinde de yer alan ve aşağıda özetleyeceğim söz konusu talepler “Kurdistan24” başta olmak üzere, muhtelif haber kaynaklarında ve sitelerde ayrıntılı olarak yer alıyor.
Belli ki, Mazlum Abdi gibi kafası çalışan bir adam ve başta ABD ve Fransa olmak üzere, kendisini destekleyen ve “tavsiyelerde bulunan”, daha açıkçası yönlendiren üçüncü taraflar, Şam yönetimini, Suriye’nin diğer asli unsurlarını ve başta Türkiye olmak üzere, Irak ve İran gibi diğer ilgili ülkeleri zamansız ve gereğinden fazla tedirgin etmeyecek, onları üzerlerine sıçratmayacak bir yöntemle ve söylemlerle ilerlemeyi tercih ediyorlar..
Bu konferansta Kürt tarafının ortak tutumu olarak teyit edilen ve benimsenen ilkeleri/talepleri aşağıda özetliyorum:
-Suriye’nin çok etnili, çok dinli ve çok kültürlü, federal ve ademi merkeziyetçi sistemle idare edilen bir ülke olması talebinden hareketle, Kürt bölgelerinin federal bir Suriye içinde tek ve birleşik bir siyasi ve idari birim olarak kabul edilmesi,
-Kürt bölgesindeki altyapının yeniden inşa edilmesi ve doğal kaynakların (başta petrol) adil dağılımının sağlanması.
-Kürtçe’nin ikinci resmi dil olarak tanınması.
-Kürtlerin tüm devlet kurumlarında temsilinin garanti altına alınması.
-Geçmişteki Arap Kuşağı projesi politikalarının tersine çevrilmesi ve önceki döneme ait tüm demografik mühendislik kararlarının iptal edilmesi.
-Kürtlerin haklarının (lisan, eğitim vs) anayasal garantiye kavuşturulması.
Türkiye'den bu konferansla ilgili bir açıklama, en azından bugün itibariyle, yapılmadı.
Kamışlı Konferansında ilan edilen, başta Suriye'nin gelecekteki idari yapısı olmak üzere muhtelif unsurlar, en üst düzey Türk yetkililerin geçtiğimiz haftalarda kamuoyu önünde ilan ettikleri “kırmızı çizgilerle” uyumlu değil.
Bu durumda ne olacak?
Teorik tanımlama yapacak veya resmi bir konuşma notu yazacak olursak, ülkemizin milli çıkarlarını gözeten, akılcı, gerçekçi ve tutarlı bir politika belirlenmelidir denilebilir. Tabii önemli ve zor olan, bu söylemin içinin hakkıyla nasıl doldurulabileceğidir.
Bir seçenek de, Türkiye'nin askeri yöntemlerle işi çözmeye çalışmasıdır ama en azından gelişmelerin bu aşamasında pek olamaz gibi geliyor. Trump’ın yönetimindeki ABD ile sorun çıkar. Şam Yönetimiyle bile yaklaşım farkı doğması ve anlaşmazlık yaşanması muhtemeldir. Askeri yöntemler çok daha farklı bir noktada devreye girebilir. Ne sonuç alınır kestirilemez.
Bir başka seçenek, “bu da ailevi bir meseledir ve biz ailevi meseleleri kamuoyu önünde tartışmayız“ diyerek, yoğun bir iletişim kampanyası ve her şey dahil ikna kampanyaları eşliğinde, durumu kılıfına uydurma diplomasisi uygulanmasıdır.
Her halükarda, Kamışlı konferansı çok önemliydi.
Mesud Barzani’nin konferansta kürsüden okunan mesajında bu toplantının Kürt halkı için tarihi bir dönüm noktası olarak nitelendirilmiş olması boşa değildir.
ABD hiç ilgisi olmadığını açıkladı ama İsrail’in bu operasyonları ABD'nin bilgisi ve hatta dahli dışında yaptığını düşünmek saflık olur...
Erdoğan ile Esad önümüzdeki günlerde veya haftalarda bir araya gelseler dahi, hepsi bir şekilde iç içe geçmiş onca sorunun çözümünün yıllara yayılacağı, bazı sorunların da belki çözülemeyeceği bir süreç beklenebilir
İsrail uçaklarla ve füzelerle Gazze’deki Hamas altyapısını ve hastaneler, okullar, evler, ibadethaneler dahil, kullanabilecekleri her şeyi yok ediyor. Aynen İtalyan işgalcilerin 1910’larda Libya’da, Nazilerin 2. Dünya Savaşında Varşova Gettosu'nda yaptıkları gibi...
© Tüm hakları saklıdır.