05 Mayıs 2025

Patron eşleri saltanatı

Patronun eşi TGRT Haber’de saltanat kurmuş, editoryal bağımsızlığı fiilen ortadan kaldırılmış… , “Olumsuz KJ yok, yazılmayacak”, “Başka patron mu var benim bilmediğim”, “Yapmak isteyen istifa etsin”, “Son uyarı” talimatları yağdırıyor üst perdeden

Patron eşleri saltanatı

Medyada artık bir de “patron eşleri saltanatı” başladı. Geçen yıl Demirören Medya’nın sahibi Yıldırım Demirören’in eşi Revna Demirören’in, Eylem Tok’un oğlunun karıştığı kazanın haberini engellemesini yazmıştık. Şimdi de İhlas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mücahid Ören’in eşi Aslıhan Yeltekin Ören’in TGRT Haber Merkezi’ndeki gürlemesini duyduk.

Eş durumundan Medya Grubu Başkanı olan Aslıhan Ören’in, WhatsApp yazışmalarını Metin Cihan X’ten duyurdu; birçok yerde de haber oldu. Gazetecilik adına çok üzücü o yazışma.

Patronun eşi, “Olumsuz KJ yok, yazılmayacak”, “Başka patron mu var benim bilmediğim”, “Yapmak isteyen istifa etsin”, “Son uyarı” talimatları yağdırıyor üst perdeden. “Hadi şimdi bir kişi bu yazdıklarımı versin birilerine” diye de tehdit ediyor.

TGRT Haber Genel Yayın Yönetmeni Ercan Seki de “Peki Aslıhan Hanım”, “Bunu düzeltiyoruz hemen” ve “Daha dikkat edilecek” yanıtı veriyor; haber hemen yayından kaldırılıyor. Hanımefendiyi bu kadar sinirlendiren de “Çocuk işçi sayısı arttı. Yoksulluk çocukları çalışmaya zorluyor” haberi.

Bu olayı, Aslıhan Ören ile o yazışmayı yapan Ercan Seki’ye de sordum; aynen şu yanıtı verdi:

1) Söz konusu çocuk işçiler haberi TGRT Ana Haber’de yayınlanmıştır.

2) Haberin hazırlanmasına ve yayınına onay veren bizzat benim.

3) Her kurumun bir yayın politikası vardır, haberlerin de bu politikaya uygun olması gerekir.

4)Yoğun gündem esnasında gergin anlar yaşanırsa, yöneticiye düşen görev, tansiyonu düşürmek, çalışma barışını sağlamaktır.

5)TGRT Haber, en huzurlu ve editöryal anlamda en özgür haber kanalıdır.”

Ercan Seki’ye katılmıyorum. Elbette her kuruluşun yayın politikası olur. Ama gazetecilikte haberler olumsuz ve olumlu diye kategorize edilemez. Sırf “olumlu” haber vererek, ülkeyi güllük gülistanlık göstermeye çalışarak gazetecilik olmaz. Gazeteci, acı da olsa gerçekleri süzgeçten geçirmez; olumsuz da olsa aktarır. Kırmızı çizgimiz “çalışma barışı” değil, gerçeklerdir.

Asıl mesele, patronun eşinin editoryal sürecin başında olması, gazetecilere yakışıksız bir üslupta talimatlar yağdırması. Anlıyoruz ki, patronun eşi TGRT Haber’de saltanat kurmuş, editoryal bağımsızlığı fiilen ortadan kaldırılmış… O yazışmalarla deşifre olan da bu…

Bir manşetin uçurulma öyküsü

28 Nisan günü, Nefes gazetesinin taşra baskısında “Zeytinlikleri söktüler yerine beton diktiler” manşeti yer alıyordu. Başlığın hemen altındaki spotta da şöyle yazıyordu:  “TOKİ, sanki başka yer kalmamış gibi Hatay Dikmece’de yüzyıllık zeytinlikleri söküp yerine deprem konutları yaptı. Depremzedeler, ‘Ne toprağımız kaldı ne umudumuz’ diyor. Resmen doğa katliamı yaşanıyor.”

İlk sayfanın yarıdan fazlasını kaplayan habere “Nefes Özel Haber” logosu konulmuştu, fotoğraflardan da muhabir Dilan Kutlu ve foto muhabiri Selahattin Sönmez’in sırf bu haber için bölgeye gittikleri anlaşılıyordu.

Fakat şehir baskısında bu haber uçtu, uçuruldu. 28 Nisan’da şehirlerde dağıtılan Nefes gazetesinin manşetinde “Bakan’a göre, 20 yıl önce ilkokul yokmuş” haberi yer alıyordu. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in taşrada altta olan haberi sonradan manşete çıkarılmıştı.

Sonradan çarpıcı bir haber gelmişse ilk baskılardaki manşetin yıkılıp yeniden yapılması anlaşılır gazetecilikte. Ama burada eldeki bir haber üste çıkarılıyor, manşetteki özel haber alta da alınmıyor, tümüyle siliniyor, yok ediliyor. Web sitesindeki haber de kaldırılıyor!

Enteresandır, Nefes, beş gün sonra internet sayfasında ANKA’nın “Samandağ'da kamulaştırma krizi: Mahalleliye müdahale” haberini kullandı. Aslında bu da uçurulan Dikmece haberi gibi, Samandağ’daki kamulaştırma tepkisini konu alıyordu ama şirketler farklıydı.

Bir açıklık getirilmedi ama “Zeytinlikleri söktüler yerine beton diktiler” manşetinin uçurulması gibi bir değişiklik ancak editoryal sürecine müdahaleyle olur. Çünkü yalanlanması, içeriğinin yanlış çıkmış olması olasılığı olmayan böyle bir haberi, ancak habere kızan, haberden çıkarı etkilenen, etkili birileri müdahale ederek kaldırtır. 

Üstelik “Nefes aldıkça umut hep vardır” sloganıyla yayımlanan Nefes, muhalif bir gazete. İktidarı belki de bazı şirketleri rahatsız edecek, depremzedelere sahip çıkan bir manşeti gazetecilik dışı kaygılarla yok etmeleri, eleştirel gazetecilik çabalarına gölge düşürdü.

Saplanan bıçakla derinleşen ilişki

Okudum, bir daha okudum. Posta gazetesindeki “Nisan’ın Eşref’e sapladığı bıçakla derinleşen ilişkide büyük kıvılcım, parktaki öpüşmeyle doruğa yükseldi” cümlesi beni benden aldı.

Oyuncular Demet Özdemir ve Çağatay Ulusoy’un öpüşme fotoğrafının yer aldığı metnin başlığı da “İlk Öpücük”tü. Öpüşmenin yarattığı “kıvılcım”dan girip, “doruk”tan çıkmışlardı! Öpüşmenin ilişkiyi doruğa yükseltmesi, kıvılcım çakması tamam da “Nisan’ın Eşref’e sapladığı bıçak” ilişkiyi nasıl derinleştiriyor? Bunu anlamadım işte. Şiddet övgüsü, şiddeti normalleştirme desem o bile değil, saçma.

Bu afili cümlelerin amacı Demirören grubu televizyonlarından Kanal D’deki “Eşref Rüya” adlı dizinin tanıtımıydı Amaç reyting almak olunca muhafazakârlık da unutulmuştu, “genel ahlak” dedikleri amorf dayatma da.

Haber gibi sunulmuştu ama metin gazeteciden çok bir reklamcının elinden çıkmışa benziyordu. Keşke yazdıktan sonra bir daha okusalar ve “Bu bir reklamdır” uyarısı koysalardı…

Dil sürçmesi nasıl düzeltilir?

İktidar medyası, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, Mersin mitingindeki “O huzuru getirecek olan isim ise bizi Silivri’deki zindanından, odasındaki küçücük telefonundan koca yüreği ile izleyen Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu’dur” cümlesini pek sevdi.

A Haber, “Özgür Özel ifşa etti! İmamoğlu cezaevine telefon sokmuş”, Akşam, “Özgür Özel’in telefon ifşası! Ekrem İmamoğlu’ndan kurtulmak mı istiyor”, Yeni Akit, “Özgür Özel itiraf etti: Ekrem hapse telefon sokmuş”, Haber7, “Özgür Özel’den İmamoğlu’nu zora sokan itiraf”, Takvim “Tele ifşa”, Türkiye, “Silivri’deki telefonu Özgür Özel ifşa etti” haberleri yayımladı.

Oysa Silivri’deki cezaevine değil telefon, bir kalem, bir çiçek sokmak bile olanaksız. Koğuşlar da sık sık aranıyor. Kaldı ki, İmamoğlu’nun koğuşunda televizyon olduğu da biliniyor. Hem de Özgür Özel, “telefondan izlemek”ten söz etmişti, telefonla konuşmak ya da yazmaktan değil.

Bu verilere rağmen İmamoğlu, cezaevinde cep telefonu kullanıyormuş gibi yazmak iyi niyetli bir tavır değil. Tabii burada CHP’nin de hatası var; “dil sürçmesiydi” gibisinden bir açıklama bile yapmadılar. Ama partinin web sitesinde o cümleyi “…odasındaki küçücük televizyonundan koca yüreği ile izleyen…” diye düzelterek yayımladılar.

Muhalif medya da bu cümleyi ya görmedi ya da “televizyonundan” diye düzelterek haber yaptı. Siyasi parti başkanının sözünü, nedenini açıklamadan metinde düzeltmek de ayrı sorun.

Kim sordu o çanak soruyu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dış gezilerine katılanların Cumhurbaşkanlığı uçağındaki işlevleri artık herkesin malumu. Ama İtalya dönüşü Erdoğan’a sorulan bir soru, taraftarlık çıtasının giderek daha da yükseklere taşındığını gösterdi:

“CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İBB'deki yolsuzluk iddialarını perdelemek ve manipüle etmek için ne yazık ki, illegal örgütlerle bile iş birliği yapmaktan, ticaret kanununu ihlal başta olmak üzere yasal anlamda suç sayılabilecek fiillere teşebbüsten imtina etmiyor. İç güvenliği, hatta milli güvenliği tehdit eden bu tehlikeli gidişi, nasıl değerlendiriyorsunuz?”

Madem “gazeteci” kimliğini taşıyan bir kişi, böylesine yargı içeren, objektiflikten uzak, temas mesafe kuralı tanımayan çanak soru sorabiliyor; ismi de açıklanmalı, kim olduğu bilinmeli.

Fakat bırakın böyle soru soranın adını, medyadaki haberlerin çoğunda sorular bile yoktu. İletişim Başkanlığı’nın sayfasındaki metinde de sorular ayıklanmıştı.

Çanak sorularla yapılan kolaylaştırıcılığın gizlenmek istenmesi anlaşılır bir durum. Zira o gazetecileri yönlendiren de İletişim Başkanlığı. Özgür Özel’in Başakşehir’deki konuşmasının izini süren Barış Terkoğlu, TV programlarına katılan AKP’lilere ve gazetecilere gönderilen notu paylaşarak deşifre etti. Fahrettin Altun da yalanlayamadı o notu. Açıklamasında “Güvenli bir medya ekosistemi oluşturmaya” çalıştıklarını, “hakikat mücadelesi” verdiklerini savundu ama o notta “bilgi” değil, “anlatın”, “çekinmeyin”, “kriminalleştirin”, “gündemde tutun” gibi yönlendirmeler yer alıyordu.

Tek parti döneminin devlet memurları ve gazetecileri işbaşında…

Eşini otobüste unutmamıştı

“45 yıllık eşini otobüste unuttu” başlıklı haberi DHA ve İHA geçmişti. AHaber, NTV, Halk TV, Tele1, Haberler, Haber7, EnsonHaber ile Cumhuriyet, Milliyet, Nefes, Türkiye ve Sözcü de aynı başlıkla yayımladı bu haberi.

Fakat haberi okuyunca anlıyorsunuz ki, Bursa’daki olayda 75 yaşındaki Hasan Akgül, eşini otobüste unutmamış; durakta kendisi otobüsten inerken, eşi kalabalık nedeniyle otobüs hareket etmeden inememişti. Zaten kadın bir durak sonra inip geri gelmişti. Bütün olan buydu.

DHA ve İHA’nın haberini kullanan medya kuruluşlarının editörleri, başlık ile haber arasındaki bu uyumsuzluğu fark etmemiş olamaz. O başlığı aynen kullanarak, DHA ve İHA’nın haberi çekici hale getirmek için kurdukları “tık avcılığı” tuzağına ortaklık etmiş oldular.

Okuru ve izleyiciyi hep birlikte kandıranlar, gazeteciliğin maraton işi olduğunu unutuyor. Güvenilirliği ve inanılırlığı kazanmak zordur; kaybetmek ise çok kolaydır. Kandırıldığını anlayan okuru, izleyiciyi bir kere kaybettiniz mi geri getiremezsiniz. 

Tek cümleyle:

• Akşam, Türkiye, Yeni Akit ve Yeni Şafak’ın, Ulaştırma Bakanı Uraloğlu’nun “Kanal İstanbul’u kesinlikle yapacağız” sözlerini yayımladığı gün, Sabah, sadece bakan Murat Kurum’un konuşmasını haber yaptı; Uraloğlu’nu hiç görmedi.
• Yeni Şafak, “Kameraları bantla kapattılar” haberindeki “İBB’den metro yapım ihalesi alan Adnan Çebi’ye ait Le Meridien Otel’de” bölümünü internette sildi.
• Odatv’nin, Sırrı Süreyya Önder hakkındaki “Cenaze programı belli oldu” başlıklı haberinde “Cenaze programı hakkında henüz net bilgi paylaşılmadı” yazıyordu, okur kandırılıyordu.
• THY, Hürriyet, Posta, Türkiye ve Yeni Şafak’tan bir grup gazeteciyi, Osaka Expo Fuarı için Japonya’ya götürdü; onlar da THY’nin geçen yılki 1.8 milyarlık zararını sormadan Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Bolat’ın demecini yazdılar.
• Yeni Şafak, Konya B. Belediye Başkanı İbrahim Altay’ın, Akşam da Bursa Yıldırımlar Belediyesi’nin tanıtım metnini “Bu bir ilandır” uyarısı koymadan yayımladı.
• Cumhuriyet, “İmamoğlu’nun diploması e-Devlet’te hâlâ geçerli” haberinde Now TV ve Alican Uludağ’ı kaynak göstermedi.
• Sözcü, “Çocuğun kumbarasındaki parasına da el koydular” haberindeki bilginin Nefes gazetesi yazarı Soner Yalçın’ın yazısından alındığını belirtmedi.
• Sabah’ın “Vicdansızlar Tunahan’a tazminata ‘israf’ dedi” başlığıyla haberin içeriği çelişiyordu; ABB’den “israf” diyen yoktu, sadece avukat kendi kanaatini belirtiyordu.
• Sözcü’nün, “Boykotlar işe yaradı; Mc Donald’s’ta dev zarar” haberinde zararının nedeninin boykot olduğuna dair hiçbir veri yoktu; boykot sözcüğü bir kere bile geçmiyordu.
• İktidar medyası, Limak ve TOKİ işçilerinin eylemlerini yok saydı; muhalif medya da Çiğli Belediyesi’nden atılan işçilerin Ankara’ya yola çıkışlarını haber yapmadı.
• Sabah’ın düzenlediği “İstanbul doğal kaynaklar zirvesi”ne özel şirketlerin yanı sıra Halkbank, Vakıfbank, Ziraat Bankası, Borsa İstanbul, Türk Telekom ve THY sponsor oldu.

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com

Faruk Bildirici kimdir?

Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı.

Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı.

Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı.

31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı.

TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı.

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi.

19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. 

Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor.

Yayımlanan kitapları:

Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aslolan LeMan’daki karikatürün son karesi

Son karikatür karesindeki gibi bir ülkedeyiz, bu gidişle içeriye girmeyen “muhalif” bırakmayacaklar. Fikir ve ifade özgürlüğü alanı her geçen gün biraz daha daralıyor...

Nefes’in şeffaflık yükümlülüğü

Siyasi manevraları bilemem ama böyle “manşet” yayımlamak ve sonra da başını kuma gömüp yokmuş gibi yapmak okurlarıyla güven ilişkisini zedeler

Ahmet Hakan fena yanılmış

Gazetecilere özgü olması gereken “basın kartı” taşımaları ise çözülmesi -ve İletişim Başkanlığı’nın da yanıtlaması- gereken bir problem...

"
"