08 Nisan 2024

Bahçeli’ye “Neredeydiniz” diyemediler

Türkiye’de öyle bir medya düzeni oluştu ki, günlerce ortada görünmeyen, miting düzenlemeyen iktidar ortağı bir partinin genel başkanına nedeni sorulamıyor...

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, seçim günü oy kullanmaya gittiğinde yüzünde ve alnında morluklar vardı; omuzu da askıya alınmıştı. Fakat gazeteciler nedenini soramadı.

Bir gazeteci “Efendim seçim sonuçlarını nereden takip edeceksiniz?” gibisinden önemsiz bir soru sordu o kadar. Bırakın morlukların nedenini sormayı “Geçmiş olsun” bile diyemedi muhabirler. Bahçeli de birkaç cümlelik açıklama yaptıktan sonra yanlarından uzaklaştı.

Bahçeli’nin yüzündeki morluklar, ekran başındakilerin bile dikkatini çekince kısa haberlere konu oldu. Haberlerin ardından MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, Bahçeli'nin “kurultaydan önce evinde bir kaza geçirdiğini” açıkladı. Bu da “Yüzündeki morlukların nedeni belli oldu” diye yazıldı bazı haber sitelerinde.

Oysa nedeni çok da belli olmamıştı. Ev kazasının nasıl olduğunu anlatmamıştı Ataman. Sabah namazına kalktığında başı mı döndü, yoksa televizyon kumandasını almak isterken halıya mı takıldı düştü? Bahçeli’ye de sorulmayınca orası bir muamma olarak kaldı.

Üstelik MHP’nin kurultayı 17 Mart’taydı; Bahçeli o gün kürsüye çıktığında omuzu askıdaydı ama yüzünde morluk görünmüyordu. Yüzündeki morluklar fondötenle kapatılmış, foto muhabirlerinin yakın çekimine izin verilmemiş, yakın fotoğraflar da partiden dağıtılmıştı. Askıyı soranlara da “ters bir hareket sonucu omuzunu burktuğu” söylenmiş, düşmeden söz edilmemişti.

Bahçeli’ye seçim günü sorulması gereken bir soru daha vardı; “Neden seçim kampanyası yapmadınız?” Bu soru da Bahçeli’ye sorulmadı ya da sorulamadı.

Halbuki Bahçeli, -28 Ocak’ta Mersin ve 4 Şubat’ta Manisa dışında- hiç seçim mitingi düzenlememiş, Oksijen gazetesine göre kurultaydan sonra seçime kadar geçen 14 gün boyunca sadece bir yazılı açıklama yapmıştı. Kurultay öncesinde de 13 Şubat’ta Meclis grup konuşması için kürsüye çıkmış, 29 Şubat’ta basın toplantısı yapmıştı. Bu durumda kamuoyu önüne çıkmamasının, seçim kampanyası ve miting yapmamasının tek gerekçesi “ev kazası” olamaz!

Fakat Türkiye’de öyle bir medya düzeni oluştu ki, günlerce ortada görünmeyen, miting düzenlemeyen iktidar ortağı bir partinin genel başkanına nedeni sorulamıyor. Günboyu gazetesindeki “Bahçeli’nin yaralı hali seçime katılımı etkiledi” haberi dışında gündeme bile getirilemiyor. Hatta MHP’nin gazetesi Türkgün’e kalsa o bile yazılamayacak, onlar gibi tüm medyanın Bahçeli’nin yüzündeki morlukları fotoşoplayıp öyle yayımlaması zorunlu olacak!

Artık politik gazetecilik, toplumu bilgilendirmek değil iktidar mensuplarını memnun etmek üzerine kurulu. “Seçim öncesinde neredeydiniz” deyip “Efendim”i kızdırmak da var işin içinde.

AKP’li yazarların özeleştiri çağrısı

AKP yanlısı yazarlarda da yenilmişlik duygusu egemen. Yeni Şafak yazarı Ali Saydam, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim değerlendirmesinde “AK Parti'nin dünya görüşünü benimseyen medya”ya da mesajlar olduğunu, medyanın da kendi duruşlarıyla ilgili ders çıkarması gerektiğini vurguladı. Saydam, medyanın da “kendi davranış dilini ve olayları ele alış biçimini gözden geçirmesi” gerektiğini savundu.

Akşam gazetesi yazarı Taceddin Kutay da artık partisini ne kadar içselleştirmişse “AK Parti otokritik yapabilecek mi” başlıklı yazısında “her birimiz kendi mecramızda, evvela kendimizden başlamak üzere kendimizle ve şu güne kadar yapıp ettiklerimizle yüzleşmeliyiz” diye yazdı.

Özeleştiri çağrısı yapan Saydam ve Kutay dışındaki AKP yanlısı başka yazarlar da yenilginin nedenleri üzerine derin arayışa girdi. Aniden emekli maaşlarının düşük kaldığını, hayat pahalılığını, adayların yanlış olduğunu, AKP’nin gerçeklerden koptuğunu keşfettiler.

Oysa seçim öncesinde görebildiğim kadarıyla iktidar yanlısı yazarlar arasında Cem Küçük, Ali Saydam, Mehmet Metiner, İsmail Kılıçarslan gibi az sayıda isim satır aralarında da olsa iktidarın hatalarından, eksikliklerinden söz ediyordu.

Şimdi “Seçmende akıl tutulması” diye yazıp seçmeni suçlayan Yeni Akit yazarı Ali İhsan Karahasanoğlu dışında hemen tüm iktidar yanlısı yazarlar, AKP’nin eksiklerini, yanlışlarını yazıp duruyorlar. Ancak hepsinin ortak noktası, asla ama asla Cumhurbaşkanı Erdoğan’da hiçbir hata görmüyor olmaları. Hiçbiri de Erdoğan’a toz kondurmuyor.

En ileri giden de İstiklal gazetesi yazarı Arzu Erdoğral oldu. “AK Parti neden kaybetti” başlıklı yazısında “Yazık değil mi Recep Tayyip Erdoğan’ın bunca emeğine?” diye yazdı.

Sanırsınız adayların belirlenmesinde Erdoğan’ın hiç söz hakkı yoktu; sanırsınız iktidarın ekonomik icraatları Erdoğan’dan habersiz ve onayı alınmadan sürüp gidiyor! Bu kadar taraftar olunca olup bitene nesnel bakabilmeleri, analiz yapabilmeleri mümkün olamıyor.

    

Kibir hastalığı” nasıl ayıklandı?

Bir zamanlar, “kulis gazeteciliği” vardı bu ülkede. Bakanlar Kurulu'nda bile yaşananlar bile mutlaka siyasi kulislere yansır, parlamento ve siyaset muhabirleri de ayrıntılarıyla yazarlardı.

Son yıllarda “kulis haberciliği” neredeyse bitti. CHP ve öbür muhalefet partilerine ilişkin kulis haberlerine rastlanıyor ama AKP çevreleri son derece ketum. AKP’den kulis haberi diye yazılanların büyük bölümü de aslında partiden sızdırılan, “bilgi notu" denilen metinler. Bakmayın siz “kulis haber” diye sunulmasına, bunlar düpedüz yönlendirmece... 

Son örnek de seçim sonrasında yapılan Merkez Yönetim Kurulu toplantısına ilişkin haberler. İktidar medyasında yer alan haberlere göre Erdoğan, seçim sonuçlarını değerlendirirken özeleştiri yapmıştı. “Öğrenildi”, “bildirildi”, “kaynaklara göre” falan denilse de aslında AKP’den gönderilen metin kullanılmıştı. Gazeteciliğin katkısı, kısaltmak ve başlıklandırmakla sınırlıydı.

Ancak Akşam, Türkiye ve Yeni Şafak gibi gazetelere göre, Erdoğan toplantıda “kibir hastalığı”na dikkat çekmiş, “güneşi gören buz gibi erimemek için hataları görüp toparlanmak” gerektiğini söylemişti. Bu bölüm, Hürriyet, Milliyet ve Sabah gibi gazetelerde ise yoktu!

Meğerse -Murat Yetkin ve Nuray Babacan’ın aktardıklarına göre- AKP’den medyaya ilk gönderilen “Bilgi notu” sonradan değiştirilmiş, ikinci metinde “kibir hastalığı” ve “güneş gören buz” gibi cümleler çıkarılmış. Asıl ilginci, iktidar medyasının bir bölümünün Erdoğan’ın sözleriyle ilgili bu “sansür” girişimine aldırış etmemiş olması…

Basın özgürlüğünü anımsadılar

Nasıl oldu da Yeni Şafak, yerel seçimin ertesi günü “Hani basın özgürlüğü” başlıklı bir haber yayımlamaya yüz bulabildi, anlayamadım. Yeni Şafak, muhabirinin CHP İstanbul İl Başkanlığı’na alınmamasına tepki gösteriyor, “CHP’nin basın mensuplarının haber yapma özgürlüğünü engellediğini” savunuyordu.

Elbette Yeni Şafak muhabiri de engellenmemeli. Ancak aynı akşam Now muhabiri de dahil muhalif medyadan hiçbir gazeteci AKP İstanbul İl Başkanlığı binasına alınmadı. Kaldı ki, Cumhurbaşkanlığı yıllardır muhalif medyaya akreditasyon engeli çıkarıyor ve muhalif medyadaki muhabirler hiçbir etkinliğe alınmıyor.

Muhalif medyanın engellenmesine itiraz etmeyen Yeni Şafak’ın, muhabiri engellenince “basın özgürlüğü”nden dem vurması tam bir çifte standart. Basın özgürlüğünü samimi olarak savunsalar muhalif medyaya akreditasyona karşı çıkarlardı. Nerede o tutarlılık?

Gazeteciliği falcılığa dönüştürenler de kaybetti

Evrensel gazetesi anımsattı. Fulya Öztürk, geçen yıl 26 Eylül’de CNNTürk’teki programa astrolog Nuray Sayarı’yı çıkarmış, “Siyasetin astroloji”ni sormuştu. Sayarı’nın, İstanbul ve seçimleri için tahminini almıştı.

İstanbul’da seçimi AKP’nin alacağını söyleyen Sayarı, “Ekrem İmamoğlu bu seçimlerde kaybediyor ve bitiyor. Mansur Yavaş Ankara’da devam edecek” demişti. Yerel seçim sonuçları, Sayarı’nın tahmininin İstanbul bölümünü yalanladı.

Sonuçlar, siyasi programa astrolog çıkarıp seçimi sormanın yanlışlığını kanıtladı. Bu durumda izleyiciye saygı, açıklamayı ve özür dilemeyi gerektirir. Tabii bundan sonra astrologları magazin programlarında tutsalar gazeteciliği falcılığa dönüştürmemiş olurlar. Hem belki böylece seçim geceleri reytingleri Now TV ve Sözcü TV'ye kaptırmazlar.

Gazetecilere “Deepfake” oyunu

Osman Müftüoğlu da kendisinin adının ve fotoğrafının kullanıldığı sahte reklamlardan şikayetçi. Hürriyet’teki köşesinde “Lütfen bu sahtekarlara inanmayın” diye yazdı.

“Yapay zeka” programları çıktı çıkalı, eskisi gibi sahte reklamlarda ünlülerin fotoğraflarının kullanılmasıyla kalmıyor; ünlülerin kendi sesinden reklam görüntüsü oluşturuluyor.

“Deepfake” denilen kişilerin sesini kullanarak istediği şeyi söyleten ve başka görüntülerle eşleştiren teknolojinin kurbanlarından biri Prof. Dr. Özgür Demirtaş’tı. Sahte videoda Demirtaş’a, bir finans uygulamasının reklamını yaptırmışlardı. Defne Samyeli, Esra Erol, Alper Altun gibi isimlerin de sesleri ya da görüntüleri reklam ve dolandırıcılık amacıyla kullanıldı.

Türkiye gazetesi yazarı Cem Küçük’ün fotoğrafı, Hürriyet gazetesi logosuyla birleştirilerek, “Cem Küçük’ten zengin eden sır” başlıklı sahte haber üretildi. Fatih Altaylı’nın fotoğrafı da “Kameralar kapatıldıktan sonra ona ne oldu?” yazılı capslere yerleştirildi. Altaylı, bu görselleri hem savcılığa hem de sosyal medya platformlarına şikayet etse de sonuç alamadı.

Avrupa Parlamentosu’nun yapay zeka ile ilgili kararını örnek alarak Türkiye'de de yasal düzenleme yapılması gerekiyor. Medya kuruluşları da acilen yapay zeka uygulamalarının kullanımıyla ilgili ilkeler benimsemek zorunda.

    Tek cümleyle:

  • Dipnot Tv, Haber3, Gazete Pencere, Karar, Milli Gazete ve Yeni Şafak, Kadir İnanır’ın 12 Aralık 2021’de Pamukkale Üniversitesi hastanesinden taburcu olurken çekilen fotoğrafını geçen hafta Ümraniye Eğitim Hastanesi'nden ayrılırken çekilmiş gibi kullandı.

  • Milliyet’in, dünyanın en zenginleri haberlerinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar ve kardeşi Haluk Bayraktar’ın da Forbes’in listesine girdiği bilgisi eksikti.
  • Selçuk ve Haluk Bayraktar’ın “Dünyanın en zenginleri” listesine girdiği haberi yayımlayan Akşam, İHA, Sabah, Türkiye, Yeni Akit, iki gün sonra da “Baykar’dan ekonomiye 12,2 milyarlık katkı” başlıklı bir “sempatik gösterme” haberi kullandılar.
  • Merkez Bankası'nın yıllık enflasyon hedefi yüzde 36 iken Yeni Şafak, ilk üç ayın enflasyon oranının yüzde 15,6’ya çıktığını aktaran habere “Hedefle uyumlu enflasyon" başlığını attı.
  • Polis, Van’da seçimi kazanan Abdullah Zeydan’a mazbata verilmemesine tepki eylemlerini izleyen gazetecileri şiddet maruz bıraktı ve yedi gazeteciyi gözaltına aldı.
  • Hürriyet, DHA mahreçli “Estetik kâbusu” haberinde suçlanan özel hastanenin adını gizledi.
  • Türkgün, “Algı operasyonlarına rakamlarla cevap” manşetinde “oran” ve “sayı” ile rakam sözcüklerini karıştırarak Türkçe yanlışı yaptı.
  • Yeni Şafak’ın yerel seçim ile sinemayı ilişkilendiren “Seçim sonuçlarına bir de bu açıdan bakın” başlıklı yorum yazısında imza yoktu.

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]

Faruk Bildirici kimdir?

Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı.

Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı.

Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı.

31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı.

TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı.

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi.

19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. 

Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor.

Yayımlanan kitapları:

Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarı kavga etti, haber değişti

Bir gazetenin, yazarının bir siyasetçiyle kavgaya girişmesi karşısında nesnel tavır alması gerekir. Ancak Yeni Şafak, o olayı okurlarına aktarmadan yazarının yanında saf tuttu

“Teflon gazetecilik” işbaşında

Teflon üreticileri şimdilik zafer kazandılar ama Fransa’da yasaklanacağını duyuran Türkiye medyası, bu gelişmeleri haber yapmadı. Yasağı haber verenler fikri takip yapıp da sonra ne olduğunu yayımlamadı. Böylece Fransa’da yasaklanacağı haberini okuyanlar, o bilgiyle kaldılar...

Linç kültürünü besleyen dizi

Her koşulda hukuktan ve adaletten yana olması gereken gazetecilik, dizideki “yargısız cezalandırmaya” karşı çıkmalı, eleştirmeliydi