30 Mart 2021

Özdemir Nutku'dan "Suda Ayak İzleri; Anılar ve İzdüşümleri"

Nutku'nun Suda Ayak İzleri; Anılar ve İzdüşümleri adlı iki ciltlik otobiyografik kitabı, Türkiye tiyatrosun gelişiminde birikerek ortaya çıkan engellerin geniş bir analizi olarak okunabilir

Türkiye tiyatro tarihinde ilkleri gerçekleştiren bir tiyatro bilimci… 

Özdemir Nutku'nun, "Suda Ayak İzleri; Anılar ve İzdüşümleri" adlı iki ciltlik otobiyografik kitabı, Türkiye'de tiyatroya, sanata ve akademik sanat eğitimi anlayışına Nutku'nun anıları üzerinden, geniş ve tarihsel bir pencereden bakmamızı sağlıyor. Nutku'nun 60 yıllık sanat hayatı, çalışmaları, verdiği mücadele, kişiliği ve uzun akademik yaşamı ile harmanlanmış anılar kitabı, ileri ve demokratik kültürel gelişimin önündeki engeli; statükocu zihniyeti gözler önüne seriyor.

Sadece yurt içinde değil, uluslararası arenadaki çalışmalarıyla da tanınan Özdemir Nutku, Türkiye tiyatro tarihinde ilkleri gerçekleştiren bir tiyatro bilimci, araştırmacı, çevirmen, yazar, yönetmen ve eleştirmendir. Sürekli bir üretimin içinde olan Nutku, 88 yaşına sığdırdıklarını Suda Ayak İzleri; Anılar ve İzdüşümleri adlı iki ciltlik otobiyografik kitabında okuyucuyla paylaşıyor.

Nutkunun anılarını kaleme aldığı kitabının birinci cildi; tiyatroya getirdiği yeniliklerin yanı sıra daha çok kişiliği, hayatı, eğitimleri ve henüz başladığı akademik sanat hayatıyla ilgi anılarını kapsıyor.

1931'de İstanbul Kadıköy'de dünyaya gelen Nutku, anneannesinin ona anlattığı masallarla büyür, tiyatro ile ilk karşılaşması da onun sayesinde olur. Şiire ve müziğe aşırı tutkun olan babası, onun ve kardeşinin küçük yaşta piyano dersleri almalarını sağlar. Nutku bu sayede on bir yıl piyano dersi alır ve Scarletti, Bach, Mozart, Chopin gibi bestecilerin yapıtlarını çok iyi çalmaya başlar.1949 yılında ilk klasik piyano konserini veren Nutku, 50'li yıllarda bir caz kuarteti kurar, caz piyanisti olarak tanınır. 

Çalışkanlığıyla anılan Nutku'nun farklı alanlardaki merakı çocukluğuna dayanır. Daha beş yaşındayken babasının saatinin nasıl çalıştığını anlamak için içini açar, kapatmaya fırsat bulamadan yakalanır. İlkokulda bir okul gazetesi çıkarır ve merak uyandıran hikâyeler yazmaya başlar. Yeniliğe ve teknolojiye olan merakı onu hayat boyu takip eder. 1983 yılında aldığı bilgisayarı, fakültede tıpkı mahalleye gelen ilk televizyon gibi ilgi çeker…

Saçlarının arasındaki ampullerle dolaşan, yerinde duramayan bir genç

1942'de Robert Kolej'e giren Nutku'nun tiyatroya olan ilgisi kolej yıllarında başlar. Okulun temsil kolunda amatör olarak çeşitli rollerde oynar. 1946'da Kadıköy Süreyya Sineması'nda sahnelenen Franz Lehar'ın Tarla Kuşu operetiyle ilk kez profesyonel oyunculuğa adım atar.

Robert Kolej'i onun hayatında önemli bir yere sahiptir. "Kişiliğimi, kendime olan güvenimi ilk kez Robert Kolej'in orta kısmında bulmuştum" der. Kolejin kendisine sanatın, sporun ve en önemlisi öz yönetimin, düşüncelerini özgürce söyleyebilme ve tartışabilme hakkına sahip olmanın önemini öğrettiğini anlatır.

Bahis üzerine gece yarısı Arnavutköy'deki kızlar yatakhanesine giren, saçlarının arasındaki ampullerle dolaşan, yerinde duramayan bir gençtir Nutku. Yazları Bebek'te kulüplerde eğlenceyle geçen hayatı babasının Beykoz'daki bir fabrikada kendisine iş bulmasına dek sürer. Elinde cıvatalar, aklında Bebek'teki arkadaşları… Bu durum ilk başta canını çok sıksa da sonradan, "Hayatımın dönüm noktalarından biridir," diyebileceği bir değişime neden olmuştur. İşçilerin yaşam koşulları, sınıf farkı, ekonomik ve toplumsal adaletsizlik onun kendisini ve düzeni sorgulamasını sağlamıştır. Dünya görüşü değişen Nutku, atletizm takımının kaptanlığını bırakır, Marx, Engels ve Feuerbach okumaya başlar.

"İstanbul'dan Ankara'ya, denizden karaya…"

1950'de babasının milletvekili olmasıyla birlikte ailece İstanbul'dan Ankara'ya taşınırlar. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı kürsüsüne yazılır. Aynı dönemde merakı onu iki yıl arkeoloji ve iki yıl da felsefe okumaya yöneltmiştir. Bir yandan da, kolej yıllarında başlayan "küçük harflerle başlayıp üç noktayla bitirdiği" şiir yazma merakı ile 1950'de ilk şiir kitabı Eller'i yayımlar. Daha sonra "Maviciler" diye anılan, Atilla İlhan'ın "toplumsal gerçeklik" konulu yazılarıyla başyazarlık yaptığı bir grupla Mavi dergisini, Erdal Öz ile Değişim dergisini çıkarırlar.

eller titreyen elller,
beyaz,
esmer eller…
kimi pamuklar içinde,
kimi toprağın…
nasırlı eller,
yumuşak eller,
kimi makine başında
kimi insan kanında… 

1956'da Ankara Üniversitesi'nden mezun olan Nutku, bursla Almanya'da Georg-August Üniversitesi, Tiyatro Bölümü'ne ve Prof. Boetticher'in üst düzeydeki müzik seminerlerine kabul edilir. Almanya'da bulunduğu üç yıl boyunca, Göttingen Devlet Tiyatrosu Sanat Yönetmeni Heinz Hilpert'in asistanlığını yapar, çeşitli özel tiyatrolarda oyunlar sahneye koyar.

1959'da "Tiyatro Rejisörlüğü' eğitimini bitirince Muhsin Ertuğrul, Ankara Üniversitesi'nde bir Tiyatro Enstitüsü açılacağını ve kendisini orada asistan olarak düşündüğünü yazar. Enstitüde daha ilk dersinde karşısında öğrenci olarak Turgut Özakman, Aziz Nesin, Orhan Asena, Cahit Atay, Çetin Altan gibi Türkiye'nin birçok önemli genç yazarlarını ve şairlerini görünce hem şaşırır hem de heyecanlanır. 

Nutku, Türk tiyatrosunun her alanında yaptığı çalışmalarla -yazdığı kitaplar, incelemeler ve çevirilerle- geniş yelpazede zengin bir kaynak oluşmasını sağlamıştır. Yazdığı kitaplardan birkaçı da ödüllendirilir. Bunlardan biri, 1966'da, iki yarıyıl ders vermek için davet edildiği Viyana Tiyatro Enstitüsü'nde, yazmaların tozlu atmosferinde saatlerce araştırmalar ve okumalar yaparak hazırladığı Darülbedayi'in Elli Yılı adlı tez çalışmasıdır. Çağdaş Türk Tiyatrosu açısından önemli bir boşluğu dolduran kitap, Kültür bakanlığı Büyük Araştırma Ödülü'nü kazanır. Oyunculuk Tarihi kitabı çıktığında Yıldız Kenter, Şahika Tekand gibi tiyatro sanatçıları "tiyatro alanındaki bir başka boşluğu doldurduğu" için kendisini arayarak tebrik ederler.

Nutku'yu ayakta tutan yazma, çalışma ve üretme tutkusu yaşamı boyunca devam eder. Kornea ameliyatı olmayı beklediği son yıllarında, İş Bankası Kültür Yayınları Sheakspearn Marlowe'un ve Ben Jonson'ın çevirilerini yapması için teklifte bulunur. Teklifi reddetmeyen Nutku, tek gözle, kalın puntolarla ve büyüteçlerle yazmaya, çevirilerini yapmaya devam eder.

Kitabının ikinci cildinde, bu defa "karadan denize; Ankara'dan İzmir'e" doğru bir yolculuk başlıyor. İkinci kitapta uzun akademik yaşamı boyunca eğitimde başlattığı yenilikler, eserleri, Türkiye tiyatrosu adına verdiği mücadele yer alıyor.

 

"Ben sahnesiz tiyatro bilimi ve sanatı olacağına inanmıyorum" 

Ankara'da Tiyatro Kürsüsü'nün bir sahnesi yoktur. Tiyatroyu sadece kuramsal eğitim veren bir bölüm olarak düşünmeyen Nutku, "Ben sahnesiz tiyatro bilimi ve sanatı olacağına inanmıyorum," diyerek, sahneye kavuşmanın yollarını arar. Mücadele aracı olarak bir oyun sahnelemeye karar verir. 

Böylece Fransa'da, Uluslararası Nancy Tiyatro Şenliği'ne, Şinasi'nin Pabuççu Ahmet'in Garip Maceraları oyunuyla katılmak için çalışmalara başlar. Öğrencilerle fakültenin boş buldukları alanlarında provalar alıp Nancy'nin yolunu tutarlar. Törenden "Menation Special" ödülü ile dönerler. Davet edildikleri Paris'te verdikleri temsil ile daha fazla dikkat çekerler, birçok gazetede haklarında övgü dolu yazılar yazılır. Beçançon, Metz, Toulouse ve Zürih şenliklerine davet edilirler…1965'te Erlangen'de (Almanya) düzenlenen Uluslararası Tiyatro Şenliğinde Savaş Oyunu ile En İyi Yönetmen Ödülünü'ne layık görülürler. Bunları, yıllara yayılan diğer başarıları ve ödülleri takip eder.

Sahneye kavuşmak için çıktıkları yolda uluslararası arenadaki başarıları birbiri ardına gelir; fakat hâlâ bir sahneye kavuşamamışlardır. Yurtdışında sanat eğitimine verilen önemin bir göstergesi olan üniversite binalarını düşününce bu durum daha fazla canını sıkar ve duygularını şöyle ifade eder: "Plastik sanatlar öğrencileri yine görkemli eski bir sarayın içindeydi. Bizdeki tapu kadastro binası gibi okullarda değil, Viyana'daki öğrenciler hak ettikleri binalarda okuyorlardı. Yetkililer, sanat eğitimindeki ambiyansın önemini kavramışlardı. Sanat öğrencilerinin, yaratıcılıklarını arttırmak için sanata uygun bir atmosfer içinde yetişmeleri sağlanmıştı." 

Mücadeleden vazgeçmeyen Nutku, bu defa radikal bir karar alır.

O dönemde, Tiyatro Kürsüsü akademik kadrosu, Camlı Köşk adı verilen bir salonda, bir arada oturuyordur. Üniversiteye ek olarak inşa edilen üç katlı bina ise henüz yeni bitmiştir. Nutku, arkadaşlarını bir araya toplar: "Bakın arkadaşlar, bu yeni bina tiyatro için çok elverişli, üst kata dershanelerimizi ve hoca odalarını, alt kata da sahnelerimizi yapabiliriz. Bodrum katını da kulislere ayırırız. Yarın en geç sabah altıda fakültede olalım," der. Ertesi sabah bütün sorumluluğu alarak binayı işgal ederler.

Türkiye'nin ilk güzel sanatlar fakültesinin ve tiyatro bölümünün kurulması

1976 yılında İzmir'de Türkiye'nin ilk Güzel Sanatlar Fakültesi'nin ve Tiyatro Bölümü'nün kuruculuğunu yapar. İlk kez üç meslek dalı olan bir tiyatro eğitimini başlatır. Hemen ardından dekan yardımcısı seçilir.

Viyana, Almanya ve ABD'den aldığı burslar ve davetler üzerine üniversitelerde dersler, konferanslar verir, seminerler düzenler; stüdyo ve atölye çalışmaları yönetir. "Bana çok şey öğretti," dediği ve birkaç yönetmenle çalışma fırsatı bulduğu Berliner Ensemble, Yale Üniversitesi'nde "ışıkta devrim" yaratan George Iseneur'un atölyesi, Actors Studio'yada "Stanislavski'nin ardılı" olarak anılan Lee Strasberg'in çalışmaları, Chicago Üniversitesi Tiyatro Bölümü'nde Brecht üzerine düzenlediği atölye katıldığı uluslarası çalışmalardan birkaçıdır.

Gözlemlediği çalışmalardan öğrendikleriyle ülkeye dönen Nutku'nun kafasında, "sahne sanatları eğitiminin ne olması gerektiği ile ilgili düşünceler" iyice belirginleşir. Katıldığı bu farklı çalışma tarzlarını sentezleyerek kendi çalışma biçimini ortaya çıkarır. Kısıtlı bir örneğini, olanakların verdiği ölçüde, İzmir'de hayata geçirmeye çalışır. Böylece GSF Sahne Sanatları Bölümü, tiyatro alanında önemli bir konuma gelir. İzmir GSF mezunları aranılan adaylar olarak kabul edilir.

Yerel ve dünya tiyatrosuna hâkimiyeti, onun evrensel boyutlarda düşünceler üretmesini, bu düşüncelerini uluslararası platformlarda ortaya koyarak etki bırakmasını sağlamıştır. 1975 baharında, Haldun Taner ile birlikte katıldığı, Berlin'de gerçekleştirilen Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) kongresinde de böyle bir etki bırakır. Uluslararası öğrenci ve amatör tiyatro şenliklerinde "pedagojik açıdan yanlış bulduğu, genç tiyatrocuları futbol maçlarındaki gibi bir fanatizme ittiklerini gözlemlediği yarışmaların kaldırılması önerisi" oy çokluğuyla kabul edilir.

Tiyatroyu drama ekseninden daha çok sahne sanatları, performans sanatları ekseninde ele alan ve bu bağlamda eğitim anlayışını kuran tiyatro akademisyeni, bu yaklaşımını 1978'de, Venedikte yapılan Uluslararası Tiyatro Enstitüsü kongresinde de hazırladığı bildiri ile dile getirir. Bildiride, "Avrupa'da, üniversite düzeyindeki tiyatro eğitimlerinin sadece kurumsal oldukları için yetersiz oldukları ve kolektif bir eğitim sisteminin benimsenmesi, yüzde 70 uygulama, yüzde 30 kuramsal olması gerektiğinden" bahseder. Bu bildiri büyük tartışmalara neden olur. ABD, İngiltere, İsveç, Fransa ve Sovyet Rusya delegeleri kendisini desteklerler. Önerisi kongrenin sonunda oy çokluğuyla kabul edilir.

1990 yılında ise Minnesota Üniversitesi Tiyatro Bölüm Başkanı Artur Ballet, İzmir'de Tiyatro Bölümü'nün Oyun Yazarlığı öğrencileriyle uyguladığı eğitim programını kendi üniversitesinde uygulamaya geçirir.

İzmir Şehir Tiyatrosu Serüveni ve Türkiye'nin ilk kamyon tiyatro etkinliği  

İzmir Şehir Tiyatrosu'nun kurulması için 1980'li yılların başından beri sarf ettiği çaba ancak 1989'da sonuç verir. Aynı zamanda Türkiye'de "İlk Kamyon Tiyatro Etkinliği"ni başlatır.

Gazetecilerin karşısında Nutku ile fotoğraf çektirip İzmir Şehir Tiyatrosu'nun kurulacağının haberini yaptıran dönemin Belediye Başkanı Yüksel Çakmur için; "Kültür Park'ta Gelinlik, Damatlık ve Abiye Fuarı'na katıldığı için bu etkinliğe katılamaz," der ve ülkede politikacıların, bürokratların, aydınların sanat ve kültür etkinliklerini kendileri için bir tür vitrin olarak gördüklerinin vurgusunu yapar.

Zaten Şehir Tiyatrosu hayata geçirilmez, hiçbir gerekçe gösterilmeden Nutku'nun görevine de son verilir. Nutku bu durumu, "Kadrolarımız verilmemiş, tiyatroya ayrılan kadrolar İtfaiye, Parklar ve Bahçeler Müdürlüğü'ne, Zabıta'ya ve benzeri şubelere dağıtılmıştı," diye açıklar. Bu durum Almanya'daki Recklinghausen Belediyesi'nin tiyatrosunu yaşatmak için verdiği çabayı aklına getirir ve şu açıklamayı yapar: "Bir kentte tiyatro kapandı mı bu olay o kent için bir utanç vesilesi oluyor… Recklinghausen Belediyesi'nin tiyatrosunu yaşatmak için bulduğu formül bizim belediyelerimize de örnek olması gereken bir anlayışa ışık tutuyor. Belediyeler, eğer gerçekten bir kentin ihtiyacı olan sanat hareketlerinin öncüsü olmak ve özellikle tiyatrosunu kurmak istiyorsa, bunun parasal çareleri bulunur. Yeter ki bu gösteriş olarak değil, içtenlikle inanılarak yapılsın."

Türkiye'de siyasetçilerin, iktidarların sanatla, sanatçıyla, sanat eserleriyle arasındaki sınır ihlaline, yaşamının her döneminde maruz kalır. Zira İzmir Büyükşehir Belediyesi, Nutku'nun yıllar önce başlattığı 27 Mart Tiyatro Günleri'nde her yıl yapılan değerlendirme toplantısına 2017'de tiyatro akademisyenlerini istemez. Nutku: "Çünkü bizler belediyenin isteklerine ambargo(!) koyuyormuşuz. Oysa biz bu şenliğe hangi tiyatro topluluklarının katılacağı konusunda titizlik gösteriyorduk. Belediye ise hiç anlamadıkları bir konu üzerinde başka bir anlayışla duruyordu; topluluk kötü de olsa partiye yararlı olacak bir oyunsa, kabul etmek istiyordu." diyerek, sanatın gelişimine engel olan anlayışı ağır bir şekilde eleştirir.

Tiyatroların önündeki engeller; bütçe sorunu, sansür, yasaklar… 

Tiyatrodaki uluslarası gelişmeleri yakından takip eden Nutku, Türkiye Tiyatrosu'nun gelişiminin önündeki en büyük engellerden birinin ve en önemlisinin sanata, tiyatroya ayrılan bütçe olduğunun altını çiziyor. Berlin duvarı yıkılırken (1989) gözlemlediği Almanya Tiyatrosu'nu özetle sunduğu kitapta, tiyatroların özerk bir biçimde çok hızlı gelişim gösterdiklerinden, en küçük tiyatrolarda bile, ileri teknoloji ürünlerinin varlığından ve tiyatroların bütçelerinin yüzde 75'ini ödenek olarak aldıklarından, kalan yüzde 25'ini ise bilet satışlarından sağladıklarından bahseder. O dönemde Frankfurt'ta öncü tiyatrolardan Theater am Turm'un aldığı yardım yılda 8 milyon marktır. Türkiye'deki durum ise çok farklıdır: "Özel tiyatrolara yardım on ayrı katagoride birçok özel tiyatro arasında paylaştırılırken bir spor klübüne bir defada milyarlarca lira vermenin adalet duygusuyla nasıl bağdaşabildiğini düşünmek gerek! Çağdaş bir süper devlet olmak sözü ağzımızdan düşmüyor, ama daha ne sinema ne de tiyatro endüstrisini kurabilmiş değiliz…"

Kitapta ekonomik nedenlerden dolayı, "yeni bir tiyatro yapılanması nasıl olmalı, onu başarılı kılan nedir, yeni estetik arayışlar, eğilimler nelerdir" gibi konuların henüz Türkiye tiyatrosunun önceliği olamadığına yer verir. Ayrıca eğitimde, sanatta getirilen yasaklamalar, sansürler, engellemeler de bu gelişimin önündeki engeller olarak karşılaştığı örnekleriyle yer alır kitapta.

Örneğin Enstitüye asistan olduktan iki yıl sonra, 1961'de, Devlet Tiyatrosu Edebi Kurul üyeliğine seçilir; fakat Edebi Kurula önerdiği Mrozeck'in Polisler oyunu sakıncalı olduğu gerekçesiyle kaldırılınca kuruldan istifa eder. 2001 yılında başkanlığa tekrar seçilir. Bu defa da 2005 yılında yeni Kültür Bakanı, Lemi Bilgin genel müdürlükten alınca, üyelerden Tuncer Cücenoğlu ile birlikte tavırlarını koyarak istifa ederler.

1979'da 16. Antalya Film Festivali'nin seçici kurulunun başkanlığını yaptığı süreçte üç film, Yavuz Pağda'nın Yolcular, Yavuz Özkan'ın Demiryol, Ömer Kavur'un Yusuf ile Kenan sansüre uğrar. Seçici kurul sansüre karşı bir karar alır ve uzun metrajlı filmlerle ilgili değerlendirme yapmayacaklarına dair bir açıklamada bulunurlar. Daha sonra Yürütme Kurulu da kendilerine destek verir. 

İkinci kez davet edildiği ABD'den yurda döndüğünde, birkaç hocayla birlikte 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'ne çağrılılır. Bu defa Türk tiyatrosunun ilerleyememesinin nedenlerini anlatmak için ölçüt olarak ABD tiyatrolarıyla ilgili izlenimlerini dile getirir… "ABD'deki tiyatro yaşamı gerek düşünce açısından, gerek estetik açıdan yeni yollara girmişti. Bunda sansürün olmamasının da bir katkısı vardı. Sanat adamlarına ve yazarlara, gazetecilere mutlak özgürlük verilmişti."

Nutku'nun Suda Ayak İzleri; Anılar ve İzdüşümleri adlı iki ciltlik otobiyografik kitabı, Türkiye tiyatrosun gelişiminde birikerek ortaya çıkan engellerin geniş bir analizi olarak okunabilir.

"Gözlerimin önüne yıllardır çözümlenemeyen sorunlarıyla Türkiye'deki tiyatrolar gelmişti. Kırk yıllık bir süreçte bu sorunlar durmadan yinelenmiş, benim gibi birçok yazar yazmış ama Türk tiyatrosunun sorunları bir çözüme kavuşmamıştır. Bazı ufak tefek adımlar atılmakla birlikte, tiyatro yaşamımız daha çok gösterişten öteye geçememiştir. Toplum, tiyatronun önemli bir gereksinim olduğunu anlamadıkça, bazı iyi niyetli çabalar, bu alanda yapılan özveriler de kum üstüne yazı yazmaktan öteye geçemeyecektir. Bu ölü toprağı tek şeyle kalkabilir: EĞİTİM'le… Bir de sanatı hakkıyla yapan sanatçılarla; başlarını sallayıp maaşlarını almakla yetinen memurlarla değil…"



Suda Ayak İzleri; Anılar ve İzdüşümleri / Özdemir Nutku / İş Bankası Yayınları / 1203 s. / 2021

Yazarın Diğer Yazıları

İstanbul’da oryantasyon sorunu yaşayan adaylara, Kalabalık Duası’nın meddahından kılavuzluk hizmeti

Muzip bir oyun, muzip bir metin ve muzip bir Güray Dinçol rejisiyle karşımızda: Kalabalık Duası!

On Adımda Unutmak = Anti-Prometheus

Oyunda, çağdaş insan birey olamadan, yakıştırılan aidiyetlere oynayarak, kabullerini ve önyargılarını değiştirmeden, dolayısıyla reflekslerini değiştirmeden, bütün sayıklamalarının ardından 10. Adımda unutmayı seçer!

Sınırın ötesinden, ama bir o kadar bizden bir hikâye: Leyla'nın Kardeşleri

Leyla’nın Kardeşleri, sinemasal olarak bir kez izlemenin yeterli olmayacağı destansı bir ustalık filmi