24 Eylül 2023

Fırtınada Ağrı zirvesi

Artan fırtına nedeniyle zirveden vazgeçip geri dönen bir İsrailli ekiple karşılaştık. Klimenjero 5000 m. üzerinde olduğu gibi içim bulanıyor, zaman zaman halsizliğim daha da artıyor, tükeniyor, sıklıkla mola istiyordum. Bora, sert esen rüzgârda sesini duyurabilmek için var gücü ile bağırıyordu: "Necdet derin nefes al, derin nefesler aaaal"

Herkese merhabalar...

Ağrı tırmanışı yapanların sayısı her yıl giderek artıyor. Ben de medyadan takip ettiğim tırmanış haberleriyle heyecanlanıyor, oraları tekrar anımsıyorum. 2000 ve 2002 yıllarında iki kez efsanelerin dağına ben de merhaba demiştim. Dilerseniz bu merhaba deyişlerimi, Ağrı Dağı'nda görme engelli bir tırmanıcı olarak yaşadıklarımı, hatırladığım kadarıyla sizlerlede paylaşayım.

Necdet Turhan, dağcı arkadaşlarıyla birlikte Ağrı Dağı zirvesine doğru yol alıyor. (Temmuz 2002)

İsfehan Oteli'nden Ağrı panoroması 

2002 New York Maratonu'nu koşmadan kısa bir süre önce ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu antrenöNevzat Öntaş liderliğinde, Serkan Girgin, Tuncay Canpolat, Bora Balya ve Hakan Kocakulak'tan oluşan ekibimizle 5137 m. Ağrı Zirve tırmanışını gerçekleştirmiştim. Personeli olduğum Bursa Nilüfer Belediyesi'nin desteklediği bu etkinlik Beş Kıta projemin en zorlu üç tırmanışından ilkiydi. (Diğerleri, Month Blanc ve Klimenjero.) İlk Ağrı Dağı deneyimimi 2000 yılında yaşamıştım. O yıl kalabalık bir ekip olarak Ağrı'ya gidildi. Türkiye'de tırmanış yapmak isteyen Sofya Üniversitesi dağcıları Dağcılık Kolu danışmanımız Prof. Ali Gökmen ile büyükelçilikleri üzerinden iletişim sağlamış ve ODTÜ'lü dağcılarla Ağrı tırmanışı planlanmıştı.

Necdet Turhan, Ağrı Dağı tırmanışında. (Temmuz 2002)

Bu etkinliğe kabul edilmem benim için büyük şans oldu. Nevzat Öntaş'ın belirlediği sınır olan 4.500 metreye Ali ve eşi Prof. İnci Gökmen ile tırmandım. Bu tırmanış daha sonra yapacağım zirve etkinliği için güzel bir deneyimdi. Dağı tanımış, anlatımlar katkısıyla belleğimde zihin haritamı ve fotoğraflarımı oluşturmuştum, Ağrı Dağı'nı artık zihnimde görüyor, nasıl bir dağda zirveye ulaşmaya çalışacağımı biliyordum. Aradan iki yıl geçmişti. Ancak Ağrı zirvesine tırmanma amacımı hep canlı tutuyordum. 1994 yılında mezun olmam sonrası Bursa'ya dönmüştüm. ODTÜ'de eksik kalmış olan ve Ağrı tırmanışında ihtiyaç duyacağım eğitimlerimin bir bölümünü Uludağ Üniversitesi dağcılarıyla gittiğim Kaçkar Buzulu'nda kapasitem yettiğince tamamlamaya çalıştım. İlk kez krampon takıp yürüdüğüm Kaçkar Buzulu'nda beni en çok şaşırtan şey alabildiğince koyu olan rengiydi. Oysa buzul denildiğinde ilk aklıma gelen şeffaf bir kütle ile karşılaşmaktı. Bu beklentim "Takke Buzul" olarak adlandırılan ve cam gibi şeffaf olduğu söylenen Ağrı Buzulu'nda da gerçekleşmedi. Zira yeni yağmış ve dona çekmiş kar buzulu kapatmıştı. Bu benim için avantaj oldu. Bir yanı Öküz Deresi'ne açılan 100-150 m. riskli sırt hattını ip birliği içinde kolaylıkla geçecektim. Nihayetinde 2002 yılında artık Ağrı'daydım.

Bir akşam üstü Doğubeyazıt İsfehan Oteli'nin balkonunda oturuyorduk ve Nevzat Öntaş bana Ağrı Dağı'nın bulutlar içindeki görkemini anlatıyordu.

Necdet Turhan. Ağrı Dağı hatırası. (Temmuz 2002)

Hevidar'in suskunluğu

Ertesi gün çok sayıda köyün tapusunu elinde bulundurduğu için medyada Ağrı Dağı'nın sahibi olarak bilinen Ahmet Çoktin'in jeepleriyle Eli Köyü'ne ulaştık ve oradan da yürümeye başladık. Ayran satmak isteyen yöre çocukları koşarak yanımıza geliyor, çevremizi sarıyor ve para, pil, şeker, çerez gibi o an yanımızda olan ne varsa onlara verebileceğimiz her şeyi alıyorlardı. Gelen grup içinde bir de küçük kız çocuğu olduğunu fark etmiştim. Elini tutup yanaklarından sevdim. "İsmini öğrenebilir miyim?" diye sorduğumda yanındaki diğer kız çocuğu, "Hevidar," diye cevapladı. Başka şeyler de sordum. Ancak küçük kızımızdan yine yanıt yoktu. Yanındaki kız çocuğu yine devreye girdi ve "O okula başlamadı, Türkçe bilmez," dedi. Ben de Hevidar'ın ana dili Kürtçe'yi bilmiyordum. Aradan yıllar geçmesine karşın Hevidar'ı onun suskunluğunu, çocuk masumiyetiyle güzelleşen sevimliliğini unutmadım. Hevidar isminin manasını da biliyorum artık; Hevidar Türkçe "Umutlu" anlamına geliyor.

Hevidar'ın yaşadığı Eli Köyü arazisinden ayrılıp, inişli çıkışlı bir patikayı takip ederek yolumuza devam ettik. Sesine yoğunlaştığım çanımı Nevzat Öntaş taşıyordu. Benim hızımla ortalama beş altı saat içinde 3.200 metre olan ilk konağımız yeşil kampa ulaşmıştık.

Zorlu tırmanış başlıyor

Kış bitiminde gitmemize karşın o yılın çok yağışlı geçmesi sebebiyle 4.200 metre sonrası oldukça karlıydı. İlk kamp yeri olan yeşil kamp ardından konakladığımız 4.200 kampında sert rüzgarlar ve dolu yağışlarıyla geçen bir iki gece ardından gelen sakin bir günün sabahında erkenden tırmanışa geçtik. Bir süre sonra artan ve sertleşen kar nedeniyle krampon takmamız gerekiyordu. Her olasılığa karşı da beni ortaya alıp ip birliği yapıldı. Hemen önümde giden arkadaş Bora Balya'ydı. Yükseldikçe rüzgarla karşılaşıyorduk. Rüzgâr giderek etkisini artırıyordu ve zirve yakınlarında fırtına halini almaya başladı. Öylesine ki Bora'nın taşıdığı çan sesini duyamaz hale gelmiştim. Bu görme engelli bir tırmanıcı olarak benim için kritik bir durumdu. Gideceğim yönü bulmakta zorlanıyordum. İfade ettiğim gibi ortada ben olmak üzere ip birliği ile yürüyorduk. Aklıma, sağ elimdeki batonun perlonunu bileğime takıp emniyet kemerime bağlı olan ipi tutmak geldi. Ve öyle de yaparak, Bora'nın bir miktar gergin tuttuğu ipin yönlendiriciliğinde tırmanışa devam ettim. Zirve yakınlarındaydık. Artan fırtına nedeniyle zirveden vazgeçip geri dönen bir İsrailli ekiple karşılaştık. Klimenjero 5000 m. üzerinde olduğu gibi içim bulanıyor, zaman zaman halsizliğim daha da artıyor, tükeniyor, sıklıkla mola istiyordum. Bora, sert esen rüzgârda sesini duyurabilmek için var gücü ile bağırıyordu:

"Necdet derin nefes al, derin nefesler aaaal." Kısa molalarda derin nefesler almaya çalışırken bir taraftan da her zorlu süreçte yaptığım gibi içsel diyaloglarla direnmem, ve başarmam gerektiğini kendime telkin ediyordum. O günlerde belleğime aldığım bir söz vardı: "Direnmenin ustası, çilenin piri olmak." Bu söhatırladığımda hissettiğim enerji iyi geliyordu bana. Tükenişlerimde beni destekleyen telkinlerimle tırmanmaya devam ediyordum.

Uçurum olması sebebiyle beni en çok düşündüren yer Öküz Deresi sırt hattını yeni yağmış ve sertleşmiş kar üzerinden kolayca geçip zirve noktasına ulaştık. Fırtına devam ediyordu. Konuşarak anlaşmak hayli zorlaşmıştı. Kamera kullanmaya çalışan Serkan Girgin olumsuz koşullar sebebiyle kamerayı kapatmak zorunda kalmıştı. Nevzat Öntaş seri bir şekilde birkaç kare fotoğraf alabilmişti. Kısa bir süre içinde zirveden ayrılıp dönüşe geçtik. Aşağılara indikçe koşullar düzeliyor fırtına geçiyordu. Artık sakin yavaş bir şekilde 4.200 metredeki kamp yerimize iniyorduk. İnişteki ip birliğimiz V harfine benziyordu. V'nin en ön alt ucunda ben vardım. Dağa yine göz değil yürek tırmanmış, başarmıştım. Mide bulantılarım geçmiş, bedenimi huzur kaplamıştı. Sakin ve mutluydum. Nevzat Öntaş ipin dışında alt bölgede önümden yürüyor ve zaman zaman seslenerek beni yönlendiriyordu.

"Bu zafer hepimizin." Necdet Turhan ve ekip arkadaşları Ağrı Dağı zirvesinde. (24 Temmuz 2002)

"Bunun çenesinden korktum"

Kamp yerine vardığımızda Arkadaşlar Nevzat Öntaş'a, "Hocam koşullar iyi değildi. Niye dönme kararı almadınız?" diye sorduklarında, beni göstererek, "Bunun çenesinden korktum," yanıtını veriyordu. 4.500 metre ile sonuçlanan 2000 yılı ilk Ağrı etkinliğinde zirveye devam etmek için yaptığım ısrarlarımı unutmamış olmalıydı.

Bu yazı vesilesiyle dağlarda yıllarca kahrımı çeken Nevzat Öntaş'a, Ağrı Tırmanışı'ndaki ekip arkadaşlarıma tüm içtenliğimle teşekkür ediyor, sevgilerimi gönderiyorum. Sağolsunlar...

Necdet Turhan Ağrı Dağı’nda personeli olduğu Bursa, Nilüfer Belediyesi flamasıyla. (24 Temmuz 2002)

Yazarın Diğer Yazıları

O muhteşem kanyon, o muhteşem gün!

Benim yüreğim o nehirde, o kanyonda, o sularda kaldı...

Direnmek ve umut etmek

Mumla aydınlatılan o küçük mekânda bana acıyan vatandaşla şu an karşılaşsak acaba nasıl bir şaşkınlık yaşar ve bana neler söyler bilemiyorum. Fakat benim ona söyleyeceğim ilk sözler; "Umutsuzluk hastalıktır. Kördüm ama güzel günlerimin de olacağını umut ediyordum. Şiirler söyledim, zorluklara direndim, kendimi bırakmadım ve mutluluk sonradan geldi ve bugünlere ulaştım." olurdu düşüncesindeyim

Hakkı Baba'nın anısına saygıyla

Ben vefa duygusunu çok önemserim. Bu manada Hakkı Baba'yı, baba mizacıyla Atina Maraton sürecinde verdiği desteği unutmadım