22 Ekim 2019

Tutuklanan Selçuk Mızraklı’nın fotoğrafı ve demokrasinin geleceği 

Selçuk Mızraklı’nın fotoğrafı ve tutuklanmasıyla topluma-seçmene nasıl bir mesaj verildi?

İnsanın hafızasına kazınan kimi fotoğraflar vardır.

Hiç unutulmayan…

Örneğin polisin kollarına girdiği Kürt siyasetçilerin elleri plastik kelepçeli tek sıra fotoğrafları…

KCK davası sanıklarının…

O fotoğrafla ilgili dönemin Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ‘iktidarın talebiyle sızdırıldığı’ iddialarına Fethullahçı örgütlenmenin işi olduğunu da söyleyerek şu yanıtı vermişti:

"O fotoğrafın yayınlanması Sayın Başbakanımızı, beni ve Hükümetimizi çok rahatsız etti, hiçbir zaman tasvip etmeyeceğimiz bir görüntüdür ve direkt çözüm sürecine yönelik bir provokasyondur.”

Fotoğrafın üzerinden neredeyse 9 yıl geçti. Ortada ne ‘çözüm süreci’ kaldı ne de AKP içinde Beşir Atalay. Şimdi Kürt sorununun ‘güvenlikçi perspektiften çözme’ denemeleri yapılıyor.

Bugün (22 Ekim Salı) yeni bir fotoğraf düştü sosyal medyaya…

Diyarbakır’dan belediye başkanı seçilen, yerine kayyım atanan Selçuk Mızraklı’nın fotoğrafı…

Askerlerin arasında Adliye’ye götürülürken…

Mızraklı çok değil 6 ay önce Diyarbakırlı seçmenin yüzde 63’ünün oyunu alarak başkan seçildi.

Siyasete girmeden önce bölge halkının yakından tanıdığı bir doktor idi…

2018’de yüzde 64 oyla milletvekili seçilmişti.

Hem milletvekilliği hem belediye seçimlerine girerken YSK tarafından diğer adaylara yapıldığı gibi güvenlik soruşturmasından geçmişti.

Ancak ne hikmetse yerel seçimleri kazanmasının hemen ardından İçişleri Bakanlığı’nca ‘hakkında soruşturmalar’ olduğu gerekçesiyle görevinden alındı, yerine kayyım atandı.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında Selçuk Mızraklı ‘terör örgütüne üye olmak’ ve ‘terör örgütü propagandası yapmak’ iddialarına muhatap oldu.

Mızraklı’nın avukatları ise, “Belediye başkanlığıyla ilgili olarak bir şey sorulmamış. Bir itirafçının uyduruk beyanına dayanılarak, savcılık tarafından tutuklamaya sevk edilmiş gibi görünüyor. Yine suç icat etmeye çalışıyorlar. Kısıtlama var, sorgu tutanağını göremiyoruz” diyordu.

Kendisini kısa bir süre önce İstanbul’da düzenledikleri basın toplantısında görmüştüm. Sorulara yanıt vermişti. Not defterimden yanıtlarını bir daha okudum. ‘Kitabın ortasından konuşacağım’ demiş. Öyle de yapmış:

Kötülüğün olağanlaşması, kötülüğün sıradanlaşması, kötülüğün toplumsallaşması. Biz adeta çok sıradan bir süreci yaşıyoruz. Türkiye’de Anayasa’ya aykırı şekilde idarenin elindeki zehirli güçle hukukun elinde olması gereken bir tasarrufla siyasi gerekçelerle görevinden alınmalar yaşandı. Ülkenin büyük kısmında bu çok soğukkanlı karşılandı. Mızrak çuvala sığmıyor artık. Yapılan HDP’yi veya bir başka deyişle Kürt demokratik siyasetini alandan süpürme girişimidir. Seçim öncesi demokrasi ile bir sonuca varılacağını söyledik. Ya yeniden kayyum atanırsa diyenlere demokrasiden bahsettik. Şimdi yalancı durumuna düştük. Ben topluma, gençlere şimdi ne diyeceğim?

Soru çok net: Selçuk Mızraklı’nın fotoğrafı ve tutuklanmasıyla topluma-seçmene nasıl bir mesaj verildi? Kürt siyasetçilerin; gerekçeleri kamuoyunu ikna etmeyen açıklamalarla, kayyım ve tutuklamalarla siyasi alandan ‘süpürülmesinden’ sonra nasıl demokratik bir ortamdan bahsedilecek? Başta CHP bu tutuklamalara nasıl bir tepki verecek?’ Bu sorulara verilecek yanıtlar Türkiye demokrasisinin geleceği için de verilmiş yanıtlar olacak…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Murat Karayalçın: CHP Genel Başkanı’nın Cumhurbaşkanı ile görüşmesini doğru buluyorum

"Anayasa yapım süreci önemlidir. Bu konuda da karşılıklı birbirini dinleyerek, geniş toplum kesimlerinin de görüşü alınarak bir süreç işletilebilir. Burada partiler üstü ortak bir devlet aklı inşa edilebilir"

Kurtlar sofrasında bir ‘Özel CHP’si; Bahçeli’nin mesajı kime, yol ayrımı mı var?

Şu an karşılıklı satranç hamlelerini izliyoruz. Siyasette adeta bir ‘kurtlar sofrası’ kurulmuş

Yerli, milli, helal Rolex’li, ticarete gelince İsrail’e ‘eyvallah’lı iktidar

Her fırsatta ‘yerli ve milli’ olmayı öne çıkartıp, Gazze’de İsrail’in ortaya koyduğu zulmü ‘sözle’ kınayanların, gerçek hayatta kişisel lükslerinden ve ‘ticaretten’ vazgeçmediklerini görüyoruz