24 Haziran 2025
19 Mart ile beraber ana muhalefeti ve onun popüler ismini, Cumhurbaşkanı adayını, etrafındaki çalışma arkadaşlarını, partili belediye başkanlarını, bürokratları, hatta kimilerinin ailelerini soruşturma, gözaltı, tutuklama, yaşadıkları şehir dışındaki hapishanelere yollama gibi uygulamaları görmeye başladık. Bu yaratılan ortamda ‘muhaliflerin baskı altına alınması, sindirilmesi’ ile iktidarın sandıkla kazanamayacağını anladığı için bu düzeni kalıcılaştırmaya çalışacağı, sürdüreceği düşünüldü. Ben hala ‘yeni dalgaların’ gelebileceğini düşünüyorum.
Bu dönemde iktidarın beklediğini düşünmediğim iki gelişme yaşandı. Birincisi toplumsal muhalefetin rüzgarını, gücünü arkasına alan CHP’nin Özgür Özel’in yarattığı direnç. İkincisi Kürt sorununun çözümü noktasında mesafe alınmaya başlamışken, Kürt siyasi hareketinin çoğunlukla CHP’yi hedef alan operasyonlar konusunda sessiz kalmaması. CHP’nin üzerindeki baskıya rağmen ‘Kürt sorununun çözümü noktasında’ desteğini esirgememesi. Koşullar sebebiyle başlangıçta ağırlığı iktidar ile devam eden sürece rağmen, CHP ile DEM Parti arasında bir kopuş yaratılamadı.
Tüm bu yaşananlar içinde yapılan anketlere göre CHP 2024’te birinci çıktığı seçimlerin üzerinden geçen 15 ayda da birinci parti. Anayasaya göre bir daha aday olamayacak Tayyip Erdoğan’ın ‘bir şekilde ama mutlaka aday olacağını' hesaplayan anket şirketlerinin sonuçlarına göre de Ekrem İmamoğlu ya da yerine yarışacak simgesel aday rakibine yüzde 8-10 fark atıyor. Tüm bu sonuçlara bakılarak ‘seçim olduğunda’ muhalefetin kazanmasına kesin gözüyle bakılıyor. Ağırlaşan baskının ‘seçimler yapılsa da simgesel hale getirileceği’ bir konjonktüre işaret edeceğinden bahsediliyor. Elbette bu riskin büyüklüğü ortada. Ancak ben başlıkta sorduğum sorunun yanıtını aramaya dönmek istiyorum. Erdoğan ile Bahçeli’nin seçimi kazanmak için muhalifleri sindirmekten başka çaresi kalmadı mı? İşte ben bunun üzerine düşünülmesi gerektiği fikrindeyim. Buna kolayca ‘evet’ demenin mümkün olmadığını düşünüyorum.
Çeşitli gerekçeleri var bu düşüncemin. Bunlardan en önemlisi Türkiye’nin yakın çevresinin geldiği istikrarsız- riskli savaş durumu. Böyle zamanlarda toplumların ‘güvenlik arayışı sebebiyle’ mevcuda (lider-koalisyon-parti) yönelmeleri beklenebilir. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan dünya düzeninin, kurumlarının dağıldığı henüz yeniden yapılanamadığı süreçte belirsizliklerden, korkudan en çok ‘beka ve güvenlik söylemlerini üreten sağ popülistler’ yararlanmadı mı, yararlanmıyor mu?
Dün katıldığım bir toplantıda gördüğüm sonuçlardan biri de beni düşündürdü. Rawest Araştırma’nın İstanpol için yaptığı ‘Kürt Meselesinde Yeni Dönem: Türkiye Toplumunun Algı, Kanaat ve Tutumları’ adlı çalışma bu. Katılımcıların yüzde 70’inin kendini Türk, yüzde 21’inin Kürt, yüzde 3’ünün Arap olarak tarif ettiği, eşit sayıda kadın ve erkekten oluşan, dört biri genç olan bir kitle bu. Önce şunu söyleyeyim, Türkiye’de yaşayan Türkler ve Kürtler ‘birbirlerinin sorunlarını ve kaygılarını anlama’ noktasında ilerleme kaydetmiş durumda. Katılımcıların yüzde 41’i Kürt sorunu/Kürtlerin sorunu var diyor. Bu oran Kürtlerde yüzde 60 Türklerde yüzde 36 düzeyinde. Araştırmayı yapan ekibin daha önceki araştırmalara da bakarak yaptığı tespit şöyle:
Not: Uzun süredir Kürt sorunu konusunda okumaya, yazmaya, dinlemeye çalışıyorum. Bu yazıyı kaleme alırken kendi gözlemlerim-mesleki birikimim dışında araştırmayı yapan, sunan ve katılarak soru soran, yorum yapan isimlerden fikri olarak etkilendim, yararlandım, kimi cümlelerimde onların payı var. Genelde de takip ettiğim bu isimleri kayda geçirmek istiyorum: Reha Ruhavioğlu, Roj Girasun, Edgar Şar, Seren Selvin Korkmaz, Vahap Coşkun, Evren Balta, Mesut Yeğen…
Murat Sabuncu kimdir?Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı. Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı. En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Halk TV'de yorumculuk yaptı. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor. Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti "En İyi Köşe Yazısı" ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var. |
Özel iktidara karşı duruşunu bir kez daha ortaya koydu: “Sen gideceksin İmamoğlu Cumhurbaşkanı olacak.” Aslında Özel’e İmamoğlu ile yan yana durmaması yanında, ‘sokak işini bırakması’ ve ılımlı muhalefet de öneriliyor. Özel’in buna niyeti olmadığı çok açık
Gördüğüm; yeniden partinin başına gelsin ya da gelmesin Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi de Türkiye’deki muhalif rüzgarı da bu tartışmalarla kesemese de olumsuz etkileyebilecek bir hava yarattığı
Dünyanın, yakın coğrafyanın bu kadar kritik bir dönemden geçtiği anlarda, içeride demokrasiyi, hukuku hakim kılmak son derece önemlidir. Hiçbir gözaltı, tutuklama, haksızlık normalleştirilmemeli, muhalefetsiz iktidarlar hem kendine hem memlekete kaybettirir
© Tüm hakları saklıdır.